Seçimlere 6-7 ay kala siyaset sahnesinde ortaya çıkan gerçekleri görmek gerekir. En büyük gerçek, iktidar partisinin bir gerileme dönemi içinde olması. Gezi direnişinden ve buna gösterilen tepkiden, yolsuzluk iddiaları ve bunların üstünün örtülmeye çalışılmasından kaynaklanan aşınma, gideren otoriterleşen bir iktidar, AKP’nin dünya görüşünün tüm topluma dayatılması, cemaatle mücadele adı altında hukuk devletinin rafa kaldırılması, partileşen bir devlet mekanizması, güçler ayrılığına son verilmesi, özgürlüklerin sınırının iktidarca belirlenmesi, dış politikada tam bir başarısızlık, Güvenlik Konseyi seçimlerinin de gösterdiği gibi uluslararası alanda büyük itibar kaybı bu düşüşün göstergeleri. Çözüm süreci ise sonuç ne olursa olsun tek başına bu düşüşü tersine çevirecek nitelikte değil. Çözüm sürecinden, demokratik bir çözümün çıkmasının çok kuşkulu olması yanında, Kürt hareketi temelde bir sol demokratik hareket. Böyle bir hareketle AKP’nin yaratmak istediği Türkiye’nin çatışmaması olanaksız. Nasıl ki çözüm süreci sürerken bile Kürtlerin iktidara muhalefeti devam ediyor.
İkinci büyük gerçek ise, CHP’nin iktidar adayı olarak ayağındaki zincirlerden kurtulup yeni bir atağa kalkma çabası. Bu iki gelişmenin birbirleriyle bağlantılı olması önem taşıyor. Brecht’in deyişiyle “çöken sınıfların akşamları, yükselmekte olanların sabahıyla örtüşür. Minerva’nın baykuşunun uçuşlara başladığı şafaklar, bu şafaklardır.”
Sorun, seçimlere dek geçecek dönemde CHP’nin Minerva’nın baykuşunu uçurup uçuramayacağı.
CHP’nin Antalya kampında seçim sloganı olarak “umuta doğru uçuş” önerildi. Kanımca yerinde bir slogan. Bu umutsuzluk ortamı içinde Türkiye’de yaşayanların umuda gereksinimi var. Umut geleceğe dönük bir beklenti demek. Bu beklentinin gerçekleşebilir bir beklenti olması gerekir. CHP insanlarda böyle bir beklenti yaratarak “umut”a doğru uçabilecek mi?
Geleceğe dönük bir beklenti yaratabilmek her şeyden önce eskisinden farklı yeni bir söylem, yeni bir yaklaşım gerektirir. CHP’nin “yeni” kavramını eskisinin reddi olarak görmek yerine, eskiden beri var olan, Cumhuriyet’in temel değerlerinin zaman koşullarına uygun bir biçimde, yeni bir okuyuşa tabi tutulması olarak anlamak gerekir. Başka bir deyişle “yeni” ile “eski” arasındaki farkı bir tarihsel bütünlük içinde ele almak doğru olur. Dünya ve Türkiye’de her şeyin hızla değiştiği bir dönemde değişmeyen, dönüşmeyen bir siyasal partinin bırakın iktidar olması varlığını sürdürmesi bile güçleşir.
Nasıl bir değişimden söz ediyoruz?
CHP’nin değişim arayışına giderek şu düşüncenin egemen olmaya başladığı görülmekte “halk maişet peşindedir. Demokrasi, özgürlük, hukuk devleti gibi kavramların halkta karşılığı yoktur. Bunlar bize oy getirmez. O nedenle halkın ekonomik çıkarlarına dokunan projelerle seçmenin önüne çıkmamız gerekir”. Böyle kısa vadeli hedeflere, oy alma taktiklerine saplanıp kalmak uzun vadeli bir değişimi engelleme tehlikesini taşıyan sığ bir yaklaşım. CHP’nin gereksinimi uzun soluklu toplumsal bir proje. Ancak böyle bir proje ile CHP değişimi gerçekleştirebilir; kendi yeni Türkiye resmini çizebilir, inandırıcı olabilir. Bu tür bir proje halkın tercihlerini göz önünde bulunduran çok boyutlu bir proje olmalı. Bunun içinde doğal olarak ekonomi boyutu da yer alacak. Bir yeni Türkiye projesi ortaya çıkarılması CHP’yi sağlam bir ideolojik zemine oturtacak, tutarlı politikalar üretmesini sağlayacak. İkinci aşamada ise uzun vadeli büyük projeyle uyum içinde kısa vadeli somut projeler üretilerek halkın önüne çıkılabilir. Ancak tüm projelerin örgütle birlikte, katılımcı bir yöntemle hazırlanması, örgütün projeleri benimsemesi, içselleştirmesi önem taşımakta.
Bu noktada Gramsci’den yardım alabiliriz. Gramsci’ye göre, egemen sınıfın iktidarı toplumun üstündeki kontrolünü iki yoldan sağlar. Birincisi polis gücüyle, kaba kuvvet kullanarak. İkincisi ise ideolojik tahakküm yoluyla. İktidar bu amaçla toplumun her kesimine, okullara, sendikalara, ailelere, sivil topluma kendi dünya görüşüne uygun bir değer sistemi, bir inanç sistemi, bir ahlak sistemi benimsetmeye çalışır. Bunlara dayanan bir düzen yerleştirir. Böylelikle kendi tahakkümünü sadece kaba kuvvete değil toplumun “rızasına” da dayandırmaya çalışır.
Böyle bir ülkede bir sol hareketin başarılı olması tahakküm karşıtı bir kültür yaratarak iktidardaki egemen sınıfla halk kitleleri arasındaki ideolojik bağı koparmasına bağlıdır. Bu amaçla sadece iktidarın değer sistemini bozmakla yetinilmeyip, onların yerine geçecek yeni değerler inşa edilmelidir. Bu insanı özgürlüğe kavuşturacak yeni düşünceler ve değerlerden oluşan yeni bir evren yaratılması anlamını taşır.
CHP’nin yapması gereken tam da bu. AKP kendi muhafazakâr-otoriter-neo liberal değer sistemini bütün Türkiye’ye yaymaya, topluma benimsetmeye çalışmakta. CHP buna karşı ancak demokrasiye dayanan karşıt bir ideoloji, karşıt bir kültür yaratarak mücadele edebilir. Bu ise CHP’de köklü bir değişime ihtiyaç göstermekte.
O nedenle CHP’nin değişimi, yenilenmesi Türkiye’ni geleceğini kararlaştıracak önemde.