Suriye'ye giden TIR’ların içinde silah ve cephane olduğunun basında yayınlanmasının Hükümet'i güç durumda bıraktığı yetkililerin beyanlarından anlaşılıyor. Silahların nereye gönderildiği konusunda çelişkili açıklamalar yapılırken, Cumhurbaşkanı Cumhuriyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenine "Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu" diye tehditler savuruyor. Başbakan "TIR’ların içinde ne olduğu kimseyi ilgilendirmez" diyor. Bu arada savcılık Cumhuriyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni hakkında soruşturma açıyor.
Sorunun ulusal ve uluslararası hukuk boyutları yanında basın özgürlüğü boyutu var. Basın özgürlüğü devlet güvenliği gerekçesiyle sınırlanıyor. Ancak hükümet yetkilileri uzun süre TIR’larla gönderilenlerin insancıl yardım olduğunu söylediler. Bu böyleyse, sorunun devletin güvenliğini ilgilendiren bir yönü yok. O zaman neden soruşturma açıldı?
Devlet güvenliği sorunu olsa bile, bunun basın özgürlüğünü ne ölçüde sınırlayabileceği her olayın özelliklerine göre değişir.
Bu davadaki yargıçlardan Black şu görüşü belirtti; “Basın yönetenlere değil yönetilenlere hizmet eder […]Basının anayasal güvenceye sahip olmasının amacı hükümetin sırlarını açığa çıkarmak ve halkı bilgilendirmektir. Ancak özgür ve kısıtlanmamış bir basın hükümetin yanlışlarını etkili bir biçimde teşhir edebilir”.
Yargıç Douglas ise karara yazdığı görüşünde, şu hususları ileri sürdü: “Anayasa’nın ifade özgürlüğü ile ilgili maddesi hükümetin basın üzerinde kısıtlama gerektirmesine izin vermez […] Bu belgenin açıklanmasının bazı sonuçları olabilir. Ancak bu, basının kısıtlanmasını haklı göstermez […] Hükümet içindeki gizlilik temelde anti-demokratiktir ve bürokratik yanlışların kalıcı, devamlı olmasına yol açar. Kamuyu ilgilendiren konuların tartışmaya açılması sağlıklı bir demokrasi için yaşamsal önemdedir”.
AİHM’in basın özgürlüğüne bakışı farklı değil. AİHM de basını demokrasinin bekçisi olarak görür. Kamuyu ilgilendiren konularda basın özgürlüğünü kural, sınırlamayı istisna olarak kabul eder. Sunday Times/İngiltere davasında da belirtildiği gibi, basın özgürlüğü ile Sözleşme’nin 10 maddesindeki sınırlama nedenleri (ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, suçun önlenmesi, sağlık, ahlak v.b.) arasında eşit bir denge gözetilmez. Basın özgürlüğü bütün özgürlüklerin anası olan bir hak ve özgürlüktür. Bu hak ve özgürlük, sınırlı sayıda ve dar yorumlanması gereken bazı sınırlamalara tabi olabilir. Başka bir deyişle, basın özgürlüğü bir karine. Bunun sınırlanması için güçlü ve ikna edici nedenler bulunduğunu yargı önünde ispat yükü devlete ait.
Yasal olmayan yollardan elde edilmiş gizli bir bilgi, belge olsa bile, halkı ilgilendiren bir konuysa, bunun yayınlanması basın özgürlüğüne girer. Gazetecinin bu yüzden cezalandırılması ise basın özgürlüğünün ihlalini oluşturur. AİHM’in aldığı bu yönde pek çok karar var. RadioTwist/Slovakya (2006), Bladet Tromso/ Norveç (1999), Fressoz ve Roire/Fransa (1999) kararları bunun örnekleri. Bu kararların hepsinde yasa dışı yollardan elde edilmiş gizli bilgilerin yayınlanması söz konusu. AİHM’in soruna bakış açısı, Ceylan/Türkiye (1999) kararında belirttiği gibi, demokratik bir ülkede hükümetin tüm eylemleri ya da eylemsizlikleri sadece yargının ve yasamanın değil, aynı zamanda kamuoyunun da dikkatli incelemesine ve denetimine tabi tutulmalı. Hükümet ise eleştirilere karşı ceza yargısına başvurmaktan kaçınmalı.
Kaldı ki, MİT TIR’larıyla Suriye’de savaşan taraflara silah götürüldüğü yeni bir haber değil. Bu haberler daha önce medyada dolaşmış. Al Monitor adlı haber portalında 15 Ocak 2015 tarihinde, BBC Türkçe servisinde 17 Ocak 2015 tarihinde çıkan haberlerde MİT TIR’larının Suriye’deki İslamcı örgütlere silah ve cephane götürdüğü bildiriliyor. CHP İstanbul milletvekili Osman Korutürk bu bilgilere dayanarak 27.1.2015 de Hükümet’e soru önergesi verdi. Yanıt alamadı.
O zaman hala bu TIR’ların bir devlet sırrı olduğunu ve TCK’nın devlet güvenliğine ilişkin maddelerini ileri sürme olanağı var mı?
AİHM’in Sunday Times/İngiltere ve Fressoz ve Roire/Fransa kararlarında belirttiği gibi gizli bilgiler bir kere kamuya açıklandıktan sonra bunu yayınlayan gazeteciye yaptırım uygulanması basın özgürlüğünün ihlaline yol açar.
Basın özgürlüğü açısından üzerinde durulması gereken bir başka sorun ise Cumhurbaşkanı’nın tehditleri. Bu tehditlerin basın üzerinde caydırıcı bir etki yaratacağı, dolayısıyla basın özgürlüğünü ihlal eden bir etki doğuracağı açık. Bunun yanında bu beyanların yargıyı etkilemesi de söz konusu. Bu nedenlerle, Cumhurbaşkanı’nın sözleri ayrı bir bireysel başvuru konusu yapılabilir.
Aydınların, yazarların, sivil toplumun, Cumhuriyet gazetesinin basın özgürlüğüne sahip çıkması, giderek karanlığa gömülen Türkiye’nin özgürlük tablosundaki tek aydınlık nokta.