Akbelen'in İkizköyü'ndeki yüz yıllık ağaçlardan oluşan orman 10 günde yok edildi. Yeni bir haftaya başladığımızda İkizköy'de tek bir ağaç kalmamıştı.
Akbelen'e gidince Türkiye'yi yöneten rejimin çıplak yüzünü görüyorsunuz. Bir yanda özel bir şirketin çıkarlarını koruyan kolluk kuvvetleri, öbür yanda halk- köylüler, çevreciler. Kolluk kuvvetlerinde görevli jandarmalar, polisler halka karşı bir özel şirketin çıkarlarını koruduklarının ne denli farkındalar? Farkında olsalar belki böyle orantısız güç kullanmakta duraksama gösterirlerdi. İkide bir yüzüne gaz sıkıldığı için fenalaşan, gözleri görmeyen, hastaneye kaldırılan protestocuları izlemezdik. Barışçı bir protesto hareketi nedeniyle gözaltına alınanlar da olmazdı. Direnişçilere karşı orantısız güç kullanılmasının nedeni korkutmak, yıldırmak, direnişin yayılmasını ve bütün ülkeyi kapsayan bir toplumsal harekete dönüşünü önlemek.
Buna karşılık direnişçiler arasında büyük bir dayanışma göze çarpıyor. Ağaçlar kesilmesin diye yıllardır ormanda kamp yapan, oradaki çadırlarda yatıp kalkan direnişçiler var. Bir paylaşma, bir kardeşlik kültürü doğmuş. Herkes simidinin yarısını yanındakine uzatıyor. TOMA'nın sıktığı sudan gömleği ıslanana hemen biri kuru gömleğini veriyor. Gaz yiyip kötüleşen kişiye herkes yardım ediyor. Köylülerle çevreciler arasında bir yurttaşlık cemaati oluşmuş. Özel çıkarların ötesine geçip ortak çıkarlar çevresinde birleşilmiş. Zaten direnişe katılanlar bir siyasal cemaat anlayışıyla birleşemezse, hedeflenen amaçlar arasında bağlantı kurulmazsa etkili bir direniş da ortaya konamaz.
Yüzyıllık ağaçlar teker teker gürültüyle düşüp kaybolurken sadece çevreye zarar verilmiyor, bölgenin ekolojik dengesi bozulmuyor, aynı zamanda orada yaşayan insanların yaşamlarında onarılmaz yaralar açılıyor. Siyasal iktidarın ve onun izniyle ağaçları kesen şirketin görmediği ya da görmek istemediği temel husus şu: Burada insanlar yaşıyor. Bu insanların doğa ile iç içe bir yaşam ilişkisi var. Bu orman, bu zeytinlikler, bu toprak hem onların geçim kaynağı, hem de yaşamlarının ayrılmaz bir parçası. Ağaç kesilmesin diye ağaca sarılan 88 yaşındaki Zehra Teyze sadece ağacı korumayı amaçlamıyor. Aynı zamanda kendi yaşamını korumaya çalışıyor. Katledilen doğa orada yaşayan insanların kimliğini oluşturuyor. Zehra Teyze bu doğa içinde, bu doğa ile birlikte var. Ağaçlar, zeytinlikler acımasızca yok edilirken gerçekte insanların kimliklerine saldırılıyor. İnsanlar yaşam alanlarından koparılıyor. Akbelen'de sadece bir doğa katliamı yaşanmıyor. Aynı zamanda bir insan katliamı yaşanıyor. Bu insancıl gerçekleri anlamayan siyasal iktidar, anladığı tek şey olan kaba kuvveti direnişi kırmak için hoyratça kullanıyor.
Ve bütün bunlar ne için? Bir özel şirket iki buçuk yıllık bir linyit kömürü rezervini işletebilsin diye. Türkiye'nin enerji gereksiniminin yüzde ikisini bile karşılamayacak olan, çevreye verdiği zarar nedeniyle dünyada üretimi gerileyen hatta birçok yerde tamamen durdurulan linyit kömürünün yok edilen ormanlık alanlardan çıkarabilmesi için. Türkiye'de insan ve doğa iki buçuk yıllık, çevreye zararlı linyit kömürü rezervinden daha az değerli.
Sorunun ekonomik ve ekolojik yönü yanında hukuk, demokrasi, insan hakları yönleri var. Her şeyden önce Anayasa 169. madde hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açık. Bu madde şöyle der: "Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez." Anayasa'nın bu denli açık hükmüne karşın Akbelen'de olup bitenler akla bazı sorular getiriyor. Siyasal iktidar Anayasa ile bağlı değil mi? Siyasal iktidarın yapıp yapamayacaklarının sınırlarını Anayasa çizmez mi? Yoksa Akbelen'de koskoca bir ormanın ortadan kaldırılması "ormanlara zarar veren faaliyet" olarak görülmüyor mu? Siyasal iktidardan vazgeçtik, Türkiye'de bir de yargı var. İdare Mahkemesi'nin neden yürütmeyi durdurma kararı vermediği açıklamaya muhtaç. Yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için giderilmesi olanaksız bir zarar bulunması gecikiyor. Ağaçların kesilmesi, koca bir ormanın ortadan kaldırılması giderilmesi olanaksız bir zarar değil mi? Davayı açanlar kazanır da, şirkete verilen ruhsat iptal edilirse, zarar nasıl giderilecek?
AİHM, devletin çevre sorunlarına ilişkin kararlarını incelerken şu hususu göz önünde bulundurur: Karar alırken devlet orada yaşayan insanların görüşlerini aldı mı? Oradaki insanların çıkarlarını koruyan güvenceler var mı? Bu insanların çıkarları karar verme sürecinde dikkate alındı mı? Bergama altın madeniyle ilgili Taşkın ve diğerleri/ Türkiye (2004) kararında AİHM, bu koşullar yerine getirilmediği için ihlal kararı vermişti. Onu izleyen çevre konularına ilişkin başka davalara da aynı nedenlerle ihlal kararı çıkmıştı.
Devlet sadece karar sürecinde bölgede yaşayan insanların görüşlerini almakla değil, aynı zamanda ağaçların kesilip linyit kömürü çıkarılmasının çevre ve insanlar üzerindeki sonuçları hakkında halka bilgi vermekle yükümlü. Örneğin, kömür madeninin su kaynakları üzerinde etkisi var mı? Ya da kömür çıkarılan yerlerde tarım ya da hayvancılık yapılabilecek mi? Halkın bu konularda bilgilendirilmemesini AİHM, özel yaşam ve aile yaşamı hakkının ihlali olarak görüyor. (Guerra ve diğerleri/ İtalya, 1998)
Halkı doğrudan ilgilendiren konularla ilgili karar alma sürecinde halka danışılması hem hukuksal bir yükümlülük, hem de demokrasinin gereği. Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı, "kendilerini doğrudan ilgilendiren konularla ilgili planlama ve karar alma süreçleri içinde yerel yönetimlere danışılması"nı öngörmekte. Ancak Türkiye, Şart'ın bu maddesine çekince koydu.
Akbelen'de bu koşulların hiçbirine uyulmadı. Halkın görüşü alınmadı. Halka bilgi verilmedi.
Akbelen'deki doğanın hukuk dışı kıyımı büyük bir direnişe, yurt çapında bir itiraz sesinin yükselmesine yol açtı. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde yurttaşların bu tür kolektif itirazları iktidarlar tarafından dikkate alınır. İktidarın kararlarını etkiler. Türkiye'de ise iktidar yurttaşların itirazına şiddete başvurarak karşılık verdi. Oysa itiraz bir temel yurttaşlık hakkı. Akbelen'de yurttaşlar kolektif bir bilinçle, aktif yurttaşlık bilinciyle hareket ederek itiraz hakkını kullanmak istiyorlar. Ancak AKP Türkiye'sinde aktif yurttaşa yer yok. İktidarın aldığı her kararı sorgulamadan kabul eden, seçimler dışında siyasetle ilgilenmeyen pasif yurttaşlar ya da tebaa olmanız isteniyor.
B.M. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi bir ülkede tahakküm ve baskı varsa, insan hakları hukuk devleti tarafından korunamıyorsa başkaldırma, itaatsizlik hakkından söz eder. İtiraz hakkı, itaatsizlik hakkı demokrasinin ayrılmaz bir parçası. İtaatsizlik olanağı yoksa, itaatin meşruiyeti de yoktur.
Akbelen'deki direnişi doğayı koruma mücadelesiyle sınırlı görmek yanlış olur. Onun ötesinde tahakküme, hukuksuzluğa, baskıya karşı verilen bir demokrasi mücadelesi söz konusu.
Son seçimlerde 25 milyon seçmen, neredeyse Türkiye'nin yarısı, AKP'nin Türkiye projesine destek vermedi. Başka bir Türkiye talebini ortaya koydu. Ancak kazanılabilecek bir seçimin kazanılamaması, tek adam rejiminin değiştirilememesi, muhalif seçmende derin bir öfke, düş kırıklığı, umutsuzluğa yol açtı. Şimdi Türkiye'nin öbür yarısını bu umutsuzluktan çıkaracak, yeni bir umut doğuracak bir proje gerekiyor. Elbette AKP'ye oy vermeyen 25 milyon seçmen homojen bir kitle değil. Soldan demokratik sağa dek uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Ancak ortak bir siyasal, toplumsal proje çevresinde birleşerek yeni bir toplumsal hareket yaratma olanağı var. Akbelen bu nedenle önemli.
Akbelen'deki doğa kıyımı bütün Türkiye'de ortak bir itiraza yol açtı. Akbelen'deki doğa kıyımına karşı çıkmak, bir demokrasi talebi ileri sürmek, tahakküme, ranta, eşitsizliğe, baskıya karşı çıkmak demek. Yerel seçimlere giderken muhalefeti ekolojik bir proje çevresinde örgütlemek, yeni bir toplumsal hareket başlatmak, yığınların içinde bulunduğu yılgınlığın üstesinden gelmek bakımından önem taşıyacak. Böyle bir hareketin sağlam bir temele oturtulması için yerelde halkın kendisiyle ilgili konularda karar almasına olanak veren, katılımcı demokrasiyle birleştirmek gerekir.
Türkiye çapında böyle yeni bir toplumsal hareket yurttaşlarda aktif yurttaşlık bilincinin yerleşmesine, halkın siyasetin öznesi olmasına yol açacak. İtiraz ve direniş yoluyla iktidara alternatif bir güç merkezi oluşturacak.
Bu nedenle, Akbelen direnişini genişleterek sürdürmek, başka ekolojik direnişlerle bağlantı kurarak bütün Türkiye'ye yaymak, Türkiye'deki demokrasi mücadelesi açısından büyük önem taşımakta.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |