Türkiye, İstanbul Sözleşmesi ya da Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni ilk onaylayan ülke. 24 Kasım 2011'de TBMM, 247 milletvekilinden 246'sının kabul, 1 milletvekilinin çekimser oyu ile Sözleşme'yi uygun bulan 6251 sayılı kanunu kabul etti. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin dönem başkanlığının Türkiye'de olduğu sırada imzalanan Sözleşme'de "Kadına karşı şiddet alanında ilk uluslararası belge olan söz konusu Sözleşme'nin müzakere sürecinde ülkemiz tarafından öncü rol oynanmıştır." İfadesine yer verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan TBMM'ye yolladığı tasarının gerekçesinde Sözleşme'nin hazırlanması ve sonuçlandırılmasında Türkiye'nin öncü rol oynadığına dikkat çekti. Sözleşme'ye "taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağını" belirtti. Böylesine bir uluslararası başarıya imza attığımız için ülkede bir sevinç havası doğdu.
İstanbul Sözleşmesinin imzalandığı tarihi an! TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
Sözleşme'ye ilk imzayı büyük bir gururla atıyor. Onu Avrupa Konseyi Genel Sekreteri
Jagland ve yardımcısı Maud Buquicchio takdir ve hayranlıkla seyrediyor!
Bütün bunlardan 10 yıl sonra bir gece yarısı ansızın bir Cumhurbaşkanı Kararıyla Sözleşme'den çekildik.
Adı İstanbul olan, İstanbul'da imzaya açılması için büyük bir çaba gösterdiğimiz ve ilk onaylayan ülke olduğumuz Sözleşme'den neden çıktık sorusunun yanıtını bilmiyoruz. Hükümet ya da Cumhurbaşkanı, bir gerekçe göstermedi. Sadece Cumhurbaşkanı, "Gireriz, girdiğimiz gibi de çıkarız." dedi. Hepsi bu. Sanırsınız ki İstanbul Sözleşmesi bir otel lobisinin döner kapısı. İstediğiniz zaman girersiniz, istediğiniz zaman girdiğiniz gibi çıkarsınız. Demokrasiyle yönetilen ülkeleri demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerden ayıran önemli bir ölçüt de hesap verilebilirlik ilkesi. Demokrasilerde kararlardan sorumlu olanlar, aldıkları kararların nedenlerini kamuoyuna açıklarlar. Sözleşme'nin sakıncalı yönleri varsa, neden onu okumayıp koşa koşa ilk imzacısı olduk? Çekince bile koymadık. Böyle bir davranış devlet ciddiyetiyle bağdaşır mı?
Sözleşme'den çekilmemiz sorunlu başımıza yeni sorunlar açtı. Bunların başında çekilmenin hukuka uygunluğu sorunu geliyor. Bununla ilgili çok şey yazıldı. Resmi Gazetede yayımlanan metinde Sözleşme'den çekilme kararının 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 3. Maddesi gereğince alındığı belirtilmekte. Bütün hukukçuların birleştiği nokta, TBMM'nin bir yasayla uygun bulduğu bir anlaşmadan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle çıkılamayacağı. Bu görüş şu nedenlere dayanıyor:
- Anayasa 104/17 maddesi, Cumhurbaşkanı'nın ancak yürütme yetkisine ilişkin konularda kararname çıkaracağını belirtir. Oysa, uluslararası antlaşmaların yürürlüğe girmesi için Meclis'in yasa ile uygun bulması gerekir. Bu yasanın çıkarılmasından sonra Cumhurbaşkanı antlaşmayı onaylar. Anayasa, meclis ile cumhurbaşkanı arasında bir iş bölümü getirmekte. Dolayısıyla uluslararası antlaşmaların onaylanması, yürütme yetkisine giren bir konu değil.
- Yetki ve usulde paralellik hukukun bir temel ilkesi. Buna göre, bir şey bağlandığı şekilde çözülür. Dolayısıyla TBMM tarafından çıkarılan bir uygun bulma yasası ile yürürlüğe giren bir antlaşmadan çekilmek ancak TBMM tarafından kabul edilecek bir yasa ile olabilir.
- Anayasa 104. Maddesi Cumhurbaşkanı'nın temel haklar, kişi haklarına ilişkin kararname çıkaramayacağını belirtmekte. İstanbul Sözleşmesi, bir temel insan hakkı olan kadın hakları konusunda yapılmış bir Sözleşme. Cumhurbaşkanı bu konuda kararname çıkaramaz.
- Yasa ile düzenlenen konularda da Cumhurbaşkanı kararname çıkaramaz. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ne taraf olması TBMM'nin çıkardığı uygun bulma yasası ile gerçekleşmiştir. Bu yasa yürürlükte.
- Sözleşmelere taraf olmak için aranan TBMM'nin uygun bulması koşulu, işlemin asli bir unsurudur. Usul ve yetkide paralellik ilkesi gereğince Sözleşme'den çekilmek için de bu asli unsurun bulunması gerekirdi. Bu unsuru içermeyen çekilme işlemi yok hükmündedir.
Bu görüşlere katılmamak olanaksız. O zaman iç hukuk bakımından yok hükmünde olan çekilme kararı, uluslararası hukuk bakımından geçerli midir?
İstanbul Sözleşmesi'nin 80. Maddesi gereğince, Sözleşme'ye taraf devletler, Avrupa Konseyi Genel Sekreter'ine üç ay önceden yapılacak bir bildirimle Sözleşme'den çekilebilir. Başka bir deyişle, Sözleşme çekilmeye izin vermiş. Ancak çekilmeye ilişkin bildirim iç hukukta hükümsüzse ne olacak?
Viyana Andlaşmalar Sözleşmesi'nin 46. Maddesi Sözleşmelere katılmaya ilişkin. Buna göre, bir devlet bir Sözleşme'ye katılma iradesinin iç hukuktaki eksiklikler nedeniyle geçersiz olduğunu ileri süremez. Ancak bu kuralın istisnaları var. İç hukukun ihlal edildiği açıksa ve çok önemli bir kuralın ihlali söz konusuysa, o zaman Sözleşme ile bağlı olmaz. "Açık bir ihlalden" ne kastedildiği aynı maddede belirtiliyor. Buna göre, iyi niyetli davranan her devlet için nesnel olarak açık bir ihlalden söz ediliyor.
Sözleşme'ye katılmak konusunda bu ilke elbette sözleşmeden çekilmek için de geçerli. Başka bir deyişle, iç hukukun önemli bir kuralını açıkça ihlal eden bir çekilme bildirimi uluslararası hukuk bakımından da geçerli olmaz. Sözleşme'ye taraf devletlerin ve uluslararası kamuoyunun tepkisi de bu konuda belirleyici bir etken.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Buric, Bakanlar Komitesi dönem başkanı Almanya Dışişleri Bakanı Maas, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanı Daems, İstanbul Sözleşmesi'ne taraf devletlerden oluşan 27 Avrupa Konseyi üyesi devlet, yayınladıkları beyanlarda Türkiye'nin çekilmesinden duydukları üzüntüyü belirttiler. Hükümet'in bu kararını geri alınmasını istediler.
Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi kadın hakları ve kadını korumak için yapılmış ulusal yasalar ve başka uluslararası belgeleri de etkileyecek. Örneğin, "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair", 6284 sayılı yasada, yasanın İstanbul Sözleşmesi'ni esas aldığı belirtilir. Şimdi 6284 sayılı yasanın dayandığı temel ortadan kaldırılmış bulunmakta.
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi'nin dayandığı temel olan B.M. Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin (CEDAW), İstanbul Sözleşmesi'yle ortak maddeleri var. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılma gerekçelerinden biri olan, kadın ve erkeğin stereotip rollerine ya da kadına toplumda ikinci derece rol tanınmasına ilişkin adet ve geleneklerin değiştirilmesi konusundaki 12 maddesi, CEDAW'ın aynı konudaki 5. Maddesiyle aynı. Ayrıca, CEDAW cinsiyet temelinde ayrımcılığı yasaklıyor. O zaman CEDAW'dan da çekilecek miyiz bir gece yarısı kararnamesiyle?
LGBTİ+'ların şiddete karşı korunması, eşit haklara sahip olmasına ilişkin AİHM'in pek çok kararı var. Bu böyle diye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekilecek miyiz?
İstanbul Sözleşmesi'ne taraf olmayan devletler de var. Ama taraf olduktan sonra çekilmenin başka bir anlamı var. "Sözleşme'nin getirdiği ve şimdiye dek kabul ettiğim yükümlülüklerden vazgeçtim. Kadını şiddete karşı korumak konusunda uluslararası bir yükümlülüğüm artık yok." mesajı veriliyor. Uluslararası alanda Türkiye'nin karşılaştığı büyük tepkinin nedeni böyle bir mesaj verilmiş olması. Türkiye, Sözleşme'ye taraf olmasaydı, böyle ağır bir tepkiyle karşılaşmayacaktı.
Türkiye'nin Sözleşme'den çekilmesi, iktidarın kadına verdiği değerin bir göstergesi. Toplumda kadını nereye koyuyor, kadına nasıl bir rol biçiyor, bu kararla bunu görüyorsunuz. İktidarın önde gelenleri kadına çok önem verdiklerini, kadını şiddete karşı korumak için ulusal düzeyde önlem alacaklarını söylüyorlar. Hiç mi hiç inandırıcı olmayan bu söylemler şu noktayı gözden kaçırıyorlar:
AİHM'in Opuz/ Türkiye kararında ya da Sözleşme'de de belirtildiği gibi, şiddetin temelinde kadın-erkek eşitsizliği yatıyor. Kadınla erkeğin her alanda gerçek eşitliğini sağlayamadığımız takdirde, şiddeti önleyemezsiniz. Kadın – erkek eşitliğinin sağlanması, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün, egemenliğinin sona erdirilmesine bağlı. Derin tarihsel kökenleri olan tahakküm ilişkinin sona erdirilmesi kolay değil. Her şeyden önce küçük yaşlarda çocuklara bu yönde eğitim verilmesini gerektiriyor. Bu da bizi toplumsal cinsiyet eşitliğine götürüyor.
İstanbul Sözleşmesi'nin verdiği bir mesaj da kadına karşı ev içi şiddetin özel alana ait bir sorun olmadığı. Ailenin kutsallığı ya da korunması kılıfı altında kadına karşı ev içi şiddetinin meşrulaştırılmasına izin verilmemesi önem taşıyor. Sözleşme bunu sağlamaya çalışıyor.
İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddeti önleyici ve şiddet kurbanlarını koruyucu hükümler içeriyor. Şiddete başvuranlar hakkında etkili bir soruşturma yapılması, caydırıcı cezalar verilmesini öngören ayrıntılı hükümlere yer veriyor. 6284 sayılı yasada, şiddet faillerinin cezalandırılması konusunda özel hükümler yok. TCK'nın genel hükümlerine bırakılıyor.
Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilerek üstünden attığı yükümlülükler işte bunlar.
Kadının, erkekle eşit, bağımsız bir birey olarak kendi yaşamıyla, kendi bedeniyle ilgili kararları vermesi, kendi yaşam öyküsünü yazması, tahakküm ilişkisinin sona erdirilmesi, demokrasiyle yakından ilişkili. Toplum üzerinde kurulan tahakkümün, baskının ilk kurbanları kadınlar oluyor. O nedenle, bu iktidarın, demokratik bir toplum varsayımından hareketle hazırlanan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmasını anlamak güç değil.