Rıdvan Akar

18 Aralık 2012

Üç dava, sıfır empati

Bu ülkede herkes kendi değirmenine su taşıyor. Demokrasi kendimiz için isteniyor. Özgürlükler bizim gibi düşünenler için talep ediliyor

Bu ülkede herkes kendi değirmenine su taşıyor. Demokrasi kendimiz için isteniyor. Özgürlükler bizim gibi düşünenler için talep ediliyor.

Hepimiz kendi kompartımanımız ve beraber yolculuğa çıktıklarımız için refah ve konfor talep ediyor. Tren aynı yere gitse de diğer kompartımanlardakilerin ahvali bizi pek de ilgilendirmiyor.

“Biz” ve “onlar”dan oluşan kutuplaşmanın tarafları “öteki” ile herhangi bir iletişim/empati kurmaya gerek bile duymuyor.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de  tam üç önemli dava birden vardı.

En çok konuşulanı Ergenekon’du. Bu davanın kimi sanıklarına siyaseten yakınlık duyanlar açısından Silivri özgürlük talep edilen,  demokratik işleyişin sorgulandığı, adalet sistemine dönük eleştirilerin ayyuka çıktığı bir gösteri meydanına dönüştü.

Diğer yanda Sosyolog Pınar Selek’in yılan hikayesine dönüşen, rövanşizmin galebe çaldığı, defalarca verilen beraat kararının bozularak, husumetin canlandırıldığı bir dava daha vardı. Yargılayan heyetin değiş(tiril)mesi ile müebbet hapis talebiyle yeniden yargılanan Pınar selek binlerce kilometre uzaktan, heyecan ve özlemle vatanındaki davayı izlemeye çalışıyordu.

Bir başka davada ise KESK üyesi kadınlar yargılanıyordu. KCK üyesi oldukları gerekçesiyle yargılanan 15 kadın KESK’liden tutuklu olanlar da tahliye oldu. Yaklaşık 12 bin kişinin KCK üyesi olduğu gerekçesiyle yargılandığı Türkiye’de bu son üç tutuklunun tahliyesi bile –kimi çevrelerde- Kürt Sorunu’nda çözüm umudu diye bir duygu yaratabildi.

Üç dava…

Acaba bu ülke bu davalarla daha mı demokratikleşiyor yoksa uzayan tutukluluklar, usul hataları, yargılama sürecinde yapılan uygulamalar ve adeta gerilime dönüşen heyet/avukat-sanık tartışmalarıyla adalet şirazesinden mi çıkıyor?

Bu soru belki ayrı bir yazı konusu ama görülen ve bilinen o ki aynı yargı sistemi ve kanunlarla yargılanan sanıklar “acaba diğer davada neler oluyor” merakı bile duymadan yıllar geçip gidiyor.

Öylesine ilginç bir süreç ki Silivri’de varolan büyük salon önce KCK sanıkları için sonra Ergenekon sanıkları için kullanılıyor. Hatta kimi zaman iki tarafın aynı günde yargılandığı oluyor. Ama hiç biri kendi  mağduriyeti üzerinden “acaba öteki ne yaşıyor” duygusuyla hareket etmiyor. 

Hal böyle olunca da üç dava birbirinden habersiz, birbiriyle teğet bile geçmeden ama ağır işleyen adalet sistemi, “taraf olma” eleştirisi, usul hataları gibi paydalarla sürüp gidiyor.

Acaba yargı sisteminin çarpıklıklarına ilişkin örnekler diğer davalardan verilemez mi? Bu empati sistemin yapısal sorunlarının teşhirinde daha kapsayıcı olmaz mı?

Aralarındaki siyasi farklılık ve Türkiye algısı bir yana yargılama sürecinin yaşattıkları arasındaki benzerlik bile konuşulamaz mı?

Aynı salonlarda ve aynı sanık sandalyelerinde yargılananlar bu empatiyi kurmadıkları için bu ülke daha kolay yönetilir oldu.

Ama o nedenle de İnsan hakları ve özgürlükleri izleme örgütü Freedom House (Özgürlük Evi), dünyanın en çok baskı gören toplumlarını belirlerken Türkiye’yi  "yarı özgür ülke" sınıfında tutmaya devam etti.