Rıdvan Akar

15 Aralık 2024

Aslında öylesine yalnızdı ki...

Koskoca bir tarih… Bugün biri kongrede çıkıp bunlardan söz etse, ‘bir çıkarcı daha geliyor’ kaygısı ve şüphesi uyandırır. Niye çünkü hepsi bu diskuru tekrar ederek Beşiktaş’ı acz içinde bırakıp gitti. İşte en büyük tahribat da buydu

Yalnızdı. Sahipsiz ve bütün saldırılara karşı öylesine savunmasızdı ki… İstanbul emperyalistler tarafından işgal edildiğinde, cüretkârlar binaya dalmışlar ve o zamana kadar oluşan tarihi mirası yağmalayıp, emekle, terle ve zahmetle kazanılmış kupalara el koymuşlardı.

Mağlup ve onuru kırılmış başkente gelen bir komitacı, arkadaşlarını da yanına alarak, gizlice binaya girip yağmadan geri kalan ama tarihi açıdan mühim olan kupa ve belgeleri güvenilir bir yere saklayıp, Millî Mücadele’nin Trakya’daki savaşımı için yeniden cephesine dönecekti. Nasılsa bu ülkenin yarını vardı ve Çanakkale Cephesi’nde şehit olan kaptana verilen söz tutulmuştu. Fuat Balkan’ı unutmayın. O kimsesizin kimi olmuştu.

Aradan neredeyse 10 yıl geçtiğinde, o vakur ve sessiz takımın futbol şubesi kurucusu, bir stadı olsun diye kanser tedavisi yerine Ankara’da mevzuat peşinde yaşamını yitirecek ama kulübün içindeki kimi muarızları adının verildiği stattan ‘Şeref’ ismini çıkarma kararı alacaktı.

O günlerde Beşiktaş’ın bir maçı için takım soyunma odasında buluştuğunda, takımın tarihi üç ‘baba’sından biri olan kaptan Hüsnü Savman’ın dikkatini ‘bakışları faul’ oyuncunun olmadığı çekti. Aramaya çıktı ve bir parkta hüzün ve ağlamaklı oyuncusunu buldu. Stattan ‘Şeref Bey’in adının çıkarılmasına öylesine içerlemişti ki içinden oynamak gelmemişti. Zorlukla ikna etti. O da maça çıktı ve takımını galip getiren golleri attı.

Şeref Bey’in emeklerine, alın terine ve önemlisi manevi mirasına sahip çıkan o genç adama da sonraları “baba” lakabı verilecek ve taltif edilecekti. Baba Hakkı’yı unutmayın. O aynı zamanda, vefanın bu takımda yaşamasını sağlayacaktı.

Hakkı Yeten (ortada)

Bir kültürel, sportif mirası gerçekten “yağma Hasan’ın sofrası” sananlar, yönetimi ele geçirmek için kulüpte yangın çıkarıp, üye listelerini yaktığında, yani kulüp tarihsiz ve üyesiz bırakılmak istendiğinde, bir anıt yeniden devreye girdi. İlginçtir, her tür saldırı ve tedhişe karşı sessiz sitemsiz duran o armanın sahibi vardı. Her şeyi yeniden başlanması gereken o noktada üyelikler yeniden tesis edildi ve ona “bir numaralı üyelik” layık görüldü. Bu kulüp için, eşi kulübe gelip, “Yeter artık! Yatağınızı yorganınızı da buraya getireyim, ya Beşiktaş ya ben” resti çektiğinde eşine sakince “Siz bilirsiniz” diyecek kadar aidiyeti olan Fuat Balkan’ı unutmayın. O ‘sabahın sahibi’ydi.

Siyaset uğruna Beşiktaş’ı peşkeş çekenler çok oldu ama aynı zamanda Demokrat Parti vekili olan dönemin başkanı, güya eğitim için kullanılsın diye kulübün sahildeki arazilerini Demokrat Parti hükümetine bağışladığında, aslında bir tarihe ve kazanımlara ihanet ettiğini biliyordu. Adını anmayacağın. Onu da unutmayın. Çünkü sonra o zatın açtığı kanaldan tilmizleri çıkar peşinde koşacaktı.

Az bilinen ama asıl büyük krizin yaşandığı dönemdi. Beşiktaş yönetimleri sadece iki üç ay kalabiliyor, olağanüstü kongrelerle devriliyor, kimse dikiş tutmuyordu. Kulüp neredeyse kayyıma düşecek hale gelmişti. Biri vardı ki şöyle demişti; “Al bu kulübü sırtına yükle, götür bakalım, dediler. O gün bugündür kulüp benim sırtımdadır.” Mademki sahip çıkanı yoktu. Gönlü kırgın da olsa, gelmiş ve kulübün ikbalini garanti altına almıştı. Vodinalı Baba Hakkı’yı (Yeten) unutmayın. O sırtını esirgemeyendir.

Artık ayağı onu taşıyamadığında ısrar etmemişti. Takım sahada 10 kişi kalmamalıydı. O zamanla menüsküs iflah olmazdı. Futbolu bıraktığında öylesine bir boşluğun içine düşmüştü ki artık oyuncuların buluştuğu kahveye gitmek bile içinden gelmiyor, çok üzülüyordu. Evin geçimi onu bekliyordu. Onca yıl top oynamış ama evine ve ailesine bir gelecek kuracak kadar parası hiç olmamıştı. Et Balık Kurumu’nun Çırağan’daki binasında yalnızlık ve anılarla yaşamayı seçmişti. Ama ne zamanki Beşiktaş’ın yönetim krizleri başladı. Hemen arkadaşlarıyla “İdealist Grup”u kuracak ve Beşiktaş için yapıcı projeler geliştirmeye çalışacaktı.

En güçlü olduğu ve seçimi kazanmasına garanti gözüyle bakılan bir dönemde önceki yönetim “Beşiktaş’ın bütün borçlarını ödeyeceğiz” dediği için çıkıp, “Beşiktaş’ın çıkarına böylesine önemli bir söz verilmişken, başkan olmak için liste çıkarılmaz” diyecek ve hayalini bir sonraki kongreye erteleyecekti.

Seçimi kazandığı o kongrede ise cebinden bir tapu çıkaracak ve “56” diye bilinen arazinin artık Beşiktaş’ın olduğunu ilan edecekti. Kazanamazsa da bu tapu yeni yönetime arz edilecekti. O tapu Beşiktaş’ın ilk dikili ağacıydı. Başkan olduğu 16 yıl bugün bile Beşiktaş’ın “Asrı Saadet Dönemi” olarak anılıyor. Kişiliğini kulübün değerleriyle hemhal eden Süleyman Seba’yı unutmayın. O Beşiktaş’ın ‘memur başkanlar dönemi’nin son temsilcisiydi.

Koskoca bir tarih… Bugün biri kongrede çıkıp bunlardan söz etse, ‘bir çıkarcı daha geliyor’ kaygısı ve şüphesi uyandırır. Niye çünkü hepsi bu diskuru tekrar ederek Beşiktaş’ı acz içinde bırakıp gitti. İşte en büyük tahribat da buydu. Övünülecek tarihi anmak, “acaba” ile karşılanan bir soruydu.

Onca fırtınalara, yağmalara, çıkarcı ve ‘Beşiktaş’tan menfaat bekleyen’ kongre erbabına karşı o hep vakur ve dalgalanan bir bayrak ve onurlu bir armaydı. Mutlaka bir yerlerden ona kol kanat gerecekler çıkardı.

Beşiktaş’ı unutmayın.

Çünkü o biricik sevgilimiz ve kıymetlimizdir….      


P.S: Uzun seyahatler ve ardından gelen yorgunluk ve hastalık, biraz da yaşadığım kırıklıklar nedeniyle verilmiş bir araydı. Devam edeceğiz...