12 Eylül askeri darbesi ile ilgili iddianame açıklandı. Bu ülkede rüyası bile görülemeyecek bir ‘ilk’ gerçekleşti. Darbecilerin yargılanması istendi.
13 Eylül sabahının muktedirleri, iktidardan çekilmeden önce geleceklerini garanti altına alacak bir karar almış, Anayasa oylamasında geçici 15. Madde ile darbeyi gerçekleştirenlerin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmışlardı. Darbeyi yapanlar hiçbir biçimde yargılanamayacaktı. 12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen referandumda bu geçici maddenin kaldırılması da gerçekleşti.
Şimdi askeri yönetimin 2 önemli ismi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yargı önüne çıkarılacak. 12 Eylül’de işlenen suçların hesabını verecek. Bu davanın inanılmaz olduğunu düşünmek için 1980’li yılları yaşamak gerekti. O günlerin karanlığını, korkusunu, aczini, keyfiyetini ve şiddetini bilmek değil, yaşamak ve hissetmek gerekirdi.
Öylesine güçlü ve gücünü silahtan alan öylesine bir pervasızlık vardı ki bırakın bir darbeci generali askerliğini yapan bir çavuş bile kendini bulunduğu yerin tek otoritesi olarak görebiliyordu.
Darbenin ardından sadece bir iki gün geçmişti. Eminönü’nde alışverişe gitmiştik. Meydanda askerler göbekteki kavşakta üçgen şeklinde güvenlik almıştı. Yaya kaldırımını kullanmayan vatandaşları tartaklıyorlardı. Yaşını başını almış koca koca adamlar tokat yiyor ve bir ilkokul çocuğu gibi sessiz ve yılgın oradan gidiyordu.
O çavuşun 12 Eylül darbesi ile alakası var mıydı? O da mı bir darbeciydi? Bugün karşılaşsak şimdiden diyeceğini sizlere tercüme edebilirim: “Komutanlarım emretti, ben de yaptım.” Acaba bu cevap sizi, bizi ne kadar tatmin eder?
Devam edelim.
12 Eylül sadece 2 komutandan mı ibaretti? Sadece ikisinin mi yargılanması gerekirdi? Darbenin kurumsallaşması sadece birkaç generalin iki dudağının arasında mıydı?
O sanık sandalyesinde bulunması gereken başkaları yok muydu?
12 Eylül darbesi ile bölgesel güç odaklarına dönüşen sıkıyönetim komutanları…
Darbe sonrası kurulan ve darbenin “kolaylaştırıcısı” Bülent Ulusu hükümeti ve bakanları…
Bugün yılan hikayesine dönüşen 12 Anayasası’nın hazırlanmasında bifiil rol olan 160 kişilik danışma meclisi üyeleri…
Her bir karakolu bile işkence merkezine dönüştüren polis…
Bürokratlar…
“Gülme sırası bizde” diyen 12 Eylül destekçisi iş dünyası…
Darbenin ‘resmi ideolojisi’ haline gelen Türk-İslam sentezinin entelektüel cephaneliği Aydınlar Ocağı…
Türk İş…
12 Eylül’e nankörlük edince, Sonraları Kenan Evren’e “Ne Demişlerdi?” diye kitap yazdıracak olan 12 Eylül’ün canı yürekten destekçisi basın…
Şimdilerde 78’liler Federasyonu’na liste hazırlatan cezaevi imamları ve Diyanet…
İşkencecileri aklayan tabipler…
Hocaları okullardan atan YÖK ve üniversiteler…
Sözünü ettiğimiz adına devlet denilen mekanizmanın kurumsal yapısı ve ideolojik aygıtlarını oluşturan bütün aktörlerin sorgulanmasıdır.
Böylesine güçlü ve adil bir sorgulama sonunda Türkiye askeri vesayetle hesaplaşabilir. Böylesi derinlikli bir soruşturma sonunda her kişi ve kurum askeri darbe ile anılmaktan kaçınacak ve “dokunan yanar” diyebilecektir.
Erdal Şafak Kadir Has Üniversitesi’nin 26 ilde bin denekle yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını yazdı. “Türkiye’de terörün çözümü için en etkili yol nedir” diye sorulduğunda deneklerin tam yüzde 44.2’si hala “askeri yönetimler” yanıtını verebiliyor.
Böylesi bir coğrafyada, kültürel, tarihsel ve toplumsal iklimde yaşıyoruz. Askeri darbelerin “çare” olduğuna inanılan bir ülke burası.
İşte onun içindir ki darbeleri seçenek ve çare olmaktan çıkaracak tek şey, askeri darbelerde eli kirlenen herkesin “asgari” olarak kendisiyle hesaplaşması ve yargı önüne çıkarılmasıdır.