Rengin Soysal

07 Nisan 2015

Savaş gölgesinde aşk, siyaset gölgesinde edebiyat

Ölmek Kolaydır Sevmekten, öncekileri Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk olan dörtlemenin üçüncü kitabı. Ve diğerleriyle birlikte benim başucu kitaplarım arasına girdi bile

Size bir sır vereceğim, edebiyat güçlüdür siyasetten.

Siyasi kaygılarla edebî bir eseri küçümsemeye çalışanlar, gözlerden saklamaya, okunmasını önlemeye uğraşanlar, bu gerçeği bildiklerinden böyle davranırlar.

Unutulanlar, unutturulmak istenenler orada yaşamaya devam ederler çünkü.

Geçen haftalarda kendime bir armağan verdim. Ahmet Altan’ın yeni kitabını alıp, okudum.

Meğerse büyük bir ödülmüş aldığım…  Ahmet Altan’ın bütün romanlarını okumuş bir okuru olarak, bu sonuncunun, onun başyapıtı olduğunu iddiayla söyleyebilirim.

Ölmek Kolaydır Sevmekten tarihi ve psikolojik  bir roman.

Anlatılan, bir imparatorlukla köklü ve geniş bir ailenin iç içe geçmiş kaderleri.

Günümüzle benzerlikleri açısından bakınca Ölmek Kolaydır Sevmekten için siyasi bir roman demek de mümkün.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine, Balkan Savaşları’na, Bâbıâli baskınına, ittihatçıların kendi aralarındaki çekişmelere tanıklık ederken, Türkiye’de siyasi sorunların kronikleşmiş olduğu teşhisini koymaksa kaçınılmaz.

Benzerlik dediğim bu aslında. Aile Dizimi Terapisi diye bir yöntem var. Bir ailenin bireylerinde nesilden nesile tekrarlanan sorunları, davranış kalıplarını, problemin farkına vararak çözme metodu.  Esasen Sistem Dizimi denilen ve herhangi bir sistemin bünyesinde, farklı zamanlarda, değişik yerlerde, başka insanların başına gelmiş olayların, sonraki kuşaklardan kişilerin üstünde sürmekte olan etkilerini açığa çıkarma, böylelikle o etkilerden bağımsızlaştırma, sonuçta sürekli yinelenen problemlerden kurtulma tekniğinin bir dalı.

Buna göre her sistem kendi içinde ortak bir enerji sahası oluşturuyor. Sistemde meydana gelen bir bozukluk, ta ki onu tespit edip yüzleşene kadar devam ediyor.

Bir ülke halkı da daha büyük bir sistem içerisinde aynı şekilde bir alan yaratıyor. Kendinde var olan bir rahatsızlıktan, o rahatsızlığı tespit edip, adını koymadıkça, iyileşemiyor.

Ölmek Kolaydır Sevmekten, edebiyat yoluyla bu yüzleşmeyi sağlıyor işte.

Türkiye’deki sansür ve darbe geleneğinden “dinin ve medeniyetin istismarına”,  bütün şu müzminleşmiş meselelere “dışarıdan” bir gözle bakmaya imkân veriyor.

Asker sivil, laik dindar, modern muhafazakâr çatışmasında, sadece özgürlük ve demokrasiden yana olmanın yarattığı azınlık duygusu ile bir asır önce Hikmet Bey’in kendini “hep ekalliyette hissederek” iç çekişindeki “değişmeyen” kader mesela.

Romanda bu duyguyu Hikmet Bey mücadele etmeyi, oğlu Nizam olaylardan uzak kalmayı tercih ederek yaşıyor.

Bir taraftan bir “aile kaderi” de söz konusu.

Hikmet Bey’in Paris’ten gelen oğlunu karşılamasıyla, yıllar önce kendi babasının onu karşılaması arasındaki benzerlik, benzerlikten de öte “aynılık” misali.

Ancak “bu benzerlik içinde öylesine benzemezlikler taşıyordu ki”, bu ikisinin “bir arada iç içe ortaya çıkışında ürkütücü bir şeyler” olabilirdi.

Kader de roman da bu “benzerlikler içindeki benzemezliklerle”  yazılıyor, öyle örülüyordu zaten.

İçinde bulunduğumuz atmosferin Ölmek Kolaydır Sevmekten’in tarihi ve siyasi yönlerini öne çıkarması, romanın edebî değerine, dilinin lezzetine, insan psikolojisine hâkimiyetine haksızlık etmesin dilerim.  Biri diğerinin gölgesinde kalmasın.

Ölmek Kolaydır Sevmekten’in psikolojik bir roman olduğunu düşünüyorum.

Ahmet Altan hep olduğu gibi duyguları anlatıyor; o duygularla kişilerin karakterlerini çizerken, o kişilerin psikolojilerinin duygularını yaşamalarına nasıl tesir ettiğini de müthiş bir gözlem ve sezgi gücüyle yansıtıyor.

Çünkü, benzer duygulara sahip olsak da her birimizin o duyguları yaşaması, ilişkilerine aksettirmesi, hatta bazen algılaması dahi çok ayrı rotalarda seyrediyor.

Aşkı da herkes kendi meşrebince, kendi derinliğince yaşıyor. Hissettirdiklerinin aynı olması bir şeyi değiştirmiyor; her âşıkın davranışlarında, sevdiğine yaklaşımında birbirinden çok başka eğilimler baş gösteriyor

Bütün kuvvetli duygular böyledir.

Ölmek Kolaydır Sevmekten’de görürüz, Anya büyük acılarını suskunluğunun, Efronya neşesinin ardına saklar.

Farklı oktavlarda aşklar, acılar, özlemler de vardır…

Onları tadanların karakteriyle, duyguların oktavları arasında bir bağlantı da.

Yalnızca koşullar değildir bir aşkın şiddetini, nasıl yaşandığını veya yaşanamadığını belirleyen.

Romanda Ragıp Bey, korkusuyla büyütüp, imkânsız kılar bir aşkı.

Nizam âşık olmayacağına güvenmenin rahatlığıyla âşık oluverir.

Ben romanın en başında, ölüleriyle konuşan Osman’ın sorduğu soruyu kendime sorarım: “Bir insan hayatı boyunca okumayacağı bir mektubu neden hayatı boyunca yanında taşır?”

Ragıp Bey Dilara Hanım’ın ona yazdığı, cephede bile kutsal bir emanet gibi ceketinin göğüs cebinde sakladığı mektupları niçin açıp okumamıştı?

Bir ümidi kaybetmekten korktuğundan mı?

Okursa kendine verdiği sözden döneceği korkusundan mı?

Her seferinde başka cevaplar bulabilirim.

Ragıp Bey, “Kendi hayalinde yarattığı kadını öylesine güçlü bir aşkla seviyordu ki, o hayalin kaynağı olan kadın, artık o hayalin yanında zavallı ve sönük kalıyordu.”

Tahayyülündeki mükemmelliğe en küçük bir gölge düşmesine tahammül edememek… 

Belki de çok büyük aşkların beraberliklerde solması bundandır. Daha “hafif” olanlar ise, aksine, beraberlik sayesinde beslenip sağlamlaşır.  

Ragıp Bey’e,  insanın çok sevdiğinde, sevdiğinin sevgisini mutlaka kendi aşkından az bulacağını söylemek isterdim. Öteki türlüsü kendi aşkını küçümsemek olurdu; kendi aşkından büyük bir aşk olabileceğini kabul etmek.

Hangi hakiki âşık, dünya yüzünde sevdiğini kendinden daha fazla sevebilecek biri olduğuna inanır ki…

Yoksa sevilmek isteği çok fazla olduğunda kendi sevgisinin büyüklüğünden rahatsız mı olur insan? Daha az seveceği biriyle o yüzden mi mutlu olur?

Eski kayınpederi Şeyh Efendi ise “Kul eksikli yaratılır” der Ragıp Bey’e.

Yine de vardır işte o “eksiklik”.   Her sevgili hisseder bunu; ya kendi sevgisinde ya mâşukununkinde.

Ancak Şeyh Efendi örneği bir mümin , aşkın “aşkın” bir hal olduğuna vakıftır, ihtimal.

Aşk hayatı da ölümü de taşır içinde. Gerçekten âşık olan biri hayatı da ölümü de tadar o aşkın içinde.

Dilara Hanım’a gelince, aşkı ve özgürlüğü bir arada ister o. Aşklarını yalnızlığın konforunda ağırlayabildiği için hürriyetinden vazgeçemez.

Ragıp Bey âşık olduğu kadınla, Dilara Hanım’la, arasına kendi hayalini koyar. Dilara Hanım ise özgürlük dediği  “mesafeyle” yapar aynısını. Onun da sevebilmek için, sevgisini sürdürebilmek için o mesafeye ihtiyacı vardır.

Ölmek Kolaydır Sevmekten yalnızca olayları değil, aynı ağırlıkta insanları ve duyguları anlattığı halde gayet sinematografik  bir roman. Türkçesi öyle yetkin ki zihninizin “perdesinde” capcanlı seyrediyorsunuz olup biteni.

Bu “filmde” benim için en çarpıcı karakter Anya oldu. Neredeyse piyanosundan çıkan sesleri bile duydum. Onun için başlıbaşına bir roman yazılmalı.

Mösyö Lausanne Balkan Savaşı’nı gazetesi adına izlemek için Türkiye’ye gelen bir gazeteci. Ahmet Altan’ın romanında bir roman kahramanı olmuş. Anya bu kitapta zaten o kadar gerçek ki, yaşadıklarıyla ve kişiliğiyle bir  romanın kahramanı olmayı hak ediyor.

Ya Anya’nın üstün bir teknikle çaldığı piyanoya “ruhunu” katmadığını hemen fark eden Nizam…  Zekası ve ona özel bir yetenekle karşılaştığı insanların ruh hallerini bir görüşte anlayan şu cazibeli, uçarı genç adam.

Mümkün mü bu nitelikleriyle yüzeysel, duyarsız, umursamaz bir insan olması.  Parlak zekasını, kendi derinliklerine inmekten kendini korumak için kullanıyor bence. O derinliklerde yaralanacağını biliyor.

Nizam’ın, yüzyıl önce, ülkesinden ümidini kesip bırakıp gitme arzusunun, günümüze kadar hemen hemen her yeni neslin kapıldığı bir istek olması da “kronikleşen” sorunlarımızı yeniden hatırlatıyor bana.

Ölmek Kolaydır Sevmekten, öncekileri Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk olan dörtlemenin üçüncü kitabı.  Ve diğerleriyle birlikte benim başucu kitaplarım arasına girdi bile.

Tıpkı Marcel Proust’un yedi ciltlik dev romanı Kayıp Zamanın İzinde’si gibi. Herhangi bir zaman, herhangi bir sayfasını açtığımda, muhakkak bana hitap eden, sürükleyen, düşündüren, üstüne tartışacağım satırlara rastlayacağıma eminim.

Eminim, çünkü her sayfasında, her paragrafında hatta her cümlesinde üzerine deneme yazma arzusu uyandıran bir “doluluk” mevcut.   

Bir asır önce, “hasta şehir” İstanbul kolera salgınıyla mücadele ederken, bir yandan da iktidar kavgaları, cinayetler, acılar, korkular, aşklar, ayrılıklar, kıskançlıklar, hasretler yaşanıyordu.

Ölmek Kolaydır Sevmekten bunları anlatıyordu. Kitabı “aşk romanı” diye yaftalayıp, kendilerince küçümseyenler oldu.

Diyelim öyle: Anna Karenina ne romanı sizce?

Ezcümle; Ahmet Altan’ın piyanosunun tuşlarından çıkan eser, teknik ve ruh olarak kusursuz bir kıvamda bence.