Ragıp Ertuğrul

13 Ekim 2009

İki Çarpı İki Ne Eder?

Sezonu, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunlarından olan ‘İki Çarpı İki’ ile açtım.

Tiyatro mevsimi başladı. Gazete ve dergilerde yeni oyunların ilanlarına rastlıyoruz. Oyuncular da bir bir televizyon ekranlarında arz-ı endam ediyor. Hangi zevk ve bütçeye sahip olursanız olun size hitabedecek sanat çeşitliliğine sahip bir şehirde yaşıyorsunuz. Burası İstanbul...
Belediye ve devlet tiyatroları gibi ödenekli tiyatroların yanı sıra çok sayıda özel tiyatro kapılarını bu aydan itibaren seyirciye açmaya başlıyor. Ama sanırım hem ödenekli hem de özel tiyatrolar, sezonu çoğunlukla eski oyunlarıyla açmayı, asıl ağırlığı 2010 yılına vermeyi tercih etti.
Sezonu, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunlarından olan ‘İki Çarpı İki’ ile açtım. Daha önce ‘Tek Kişilik Şehir’ ve ‘Fay Hattı’ oyunlarıyla izleyicinin beğenisini kazanan, aynı zamanda usta bir çizer olan Behiç Ak’ın yazdığı oyun, evlilik kurumu içerisinde karşılıklı iki cinsin farklılıklarına, hayata bakışlarına, politikaları algılayışlarına değiniyor. Ak’ın oyunlarında hayatın içinden gözlemler, gözlemlerden elde edilen analizler ve bu analizlerin ışığında karikatürize edilmiş karakterler ve ilişkiler vardır.
Yazar, İki Çarpı İki’de geçmişe veya geleceğe özlem duyarak yaşamak yerine, bu anı yaşamayı övüyor. Geçmişe özlem duyarak yaşamak; hayıflanmaları, pişmanlıkları, kaçırılmış fırsatları, yaşanmamış aşkları, reddedilmiş teklifleri, dokunulmayan gönülleri yani ‘keşke’leri bugüne taşıyacaktır. Geleceğe özlem duyarak yaşamak ise bugünümüzü ertelemelerle, hırslarla, vurdumduymazlıklarla, yükselen beklentilerle dolduracaktır. Aslolan bugündür.
Yönetmen Serpil Tamur, iki ayrı çiftin diyaloglarına dayalı oyunda çiftleri aynı oyunculara oynatarak, oyuncuların performanslarını sergilemelerine olanak sağlamış. Ancak, her bir sözün üstlendiği mesaj, insana ilişkin de olsa yoğun düşünce aktarımları bir süre sonra oyunu zor izlenir hale getiriyor.
Seray Gözler ve Adnan Biricik gibi iki usta oyuncunun performansı göz dolduruyor. Şirin Dağtekin’in dekor tasarımı ise oyunun zamansız ve mekansız oluşuna işaret ediyor. Bu zamansızlık ve mekansızlık içinde yani her devirde farklı kostümler ve dillerde rastlanabilecek bir oyuna tanıklık ediyoruz.
Bu kimi zaman su gibi akan kimi zamansa ağır aksak ilerleyen oyunda, ilişkiler de yaşama farklı noktalardan tutunanların çekiştirmesiyle kırılma noktasına gelebiliyor. Ama biliyoruz ki çatlaklar maalesef sıva kabul etmiyor.