Her ya da çoğu konuda diyelim, olduğu gibi OHAL münasebetiyle İnsan Hakları Sözleşmesi denen insani (olmazsa olmaz) yaşam kalitesini belirleyen beynelmilel kuralların askıya alınması mümkünmüş gibi, aslı astarı olmayan ifadelerin Türkiye’de bini bir para…
Efendim, Fransa’da da böyleymiş, Fransa’da da İnsan Hakları Sözleşmesi askıya alınmış gibi, ne kadar deli saçması ve rezil, hakikatle alakası olmayan şey varsa, hakikatmiş gibi yazılıyor, çiziliyor.
Halkımız da ağzını açıp öylesine bakıyor görmeden, işitiyor duymadan, seyrediyor bir şey anlamadan ve safsataları doğru olarak alarak…
Türkiye’nin Avrupa Konseyi Parlamenterler Heyeti üyesi, HDP milletvekili, Ertuğrul Kürkçü’nün Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya aldığına dair ifadeler duymaktayız; bunun ne derece doğru olduğunu söyleyebilir misiniz? OHAL de olsa bir ülkenin örneğin, mülkiyet örgütlenme, adil yargılanma gibi kıstasları askıya alınabilir mi? sorusuna, son derece açık ve net yanıt verildi…
Üstelik kim biliyor musunuz?
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Thorbjorn Jagland:
(…) Türkiye’de Gezi olayları zamanında aynı şey olmuştu; geçenlerde anma toplantılarının engellenmesi gibi… Açık söyleyelim, kabul edilemez! Tamam, Türkiye zor günler geçiriyor; bir mahkeme gibi yargılayamam, yargılamam ama soruşturmaların usulünce yapılmasını isteyebilirim. Avrupa Konseyi ülkelerindeki yargılamalarda, hakların gözetilmesini talep edebilirim. Adil yargılanma, olmazsa olmaz haklardan biri. Konsey Sekretaryası olarak mahkeme sürecine müdahale edemeyiz. Söz konusu değil. Duruşmalara gözlemci olarak katılamayız ama başka kurumlarımız gözlemci yollayabilir, yollamalılar da. Sürekli OHAL adı kullanılıyor ve sanki OHAL adıyla, birçok şey yapılabilirmiş gibi bir intiba yaratılmak isteniyor. Oysa mesele şu: Olağanüstü durumlarda dérogation yani geçici olmak şartıyla bazı kısıtlamalar yapılabiliyor ama bu kısıtlamalar da çok kısıtlı… Mesela ister savaş çıksın, ister ne olursa olsun (Türkçesi ‘kıyamet kopsa bile) bazı maddeler asla ve kat’a dérogation’a tabi tutulamaz. Yaşam hakkı, işkence / gayri insani muamele yasağı, kölelik yasağı, kanunsuz ceza kesme yasağı, tabii ki idam yasağı ve adil yargılanma hakkı yani 7.ci madde. OHAL adı altında / bahanesiyle alınan kararlar ne kadar hukukidir buna AHİM karar verir ve AHİM kararlarına, hoşumuza gitsin / gitmesin, uygulamak zorundayız. İngiltere, bir süre önce bu sözleşmeye bazı çekinceler koymayı düşündüğünü sesli ifade etti, anında reddedildi, söz konusu bile olamaz…
Bu, tıpkı bir zamanlar, bazı aklı evvellerin ulus devlet modelini örnek aldığımız Fransa bile Korsika halkına (bizim Kürtlere tanımamız istenilen) haklarını tanımıyor; üniter devlet anlayışına ters buluyor gibi resmen doğru olmayan bilgileri aktarmış olmasına benzer…
Fransa, Korsika’ya yerel parlamentosuyla, yerel özerk yönetimi ve kolluk kuvveti ve de bütçesiyle, kültürünü, dilini yaşatmasıyla nice haklarını tanımış da, efendim Fransa’nın mesela Paris veya başka bir şehrin devlet dairesinde Korsika dilinin de geçerli olmasını (şimdilik) kabul etmemiş… Mesele bu, neyi, neyle kıyaslıyoruz, olacak iş değil!
Zaten, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı gereği, tüm Avrupa’da giderek tamamlanan (Prens Sabahattin’in daha 100 yıl önce dediği) âdem-i merkeziyetçilik ilkesini kabul edersek, sorun öyle bir biter ki, tahmin edemezsiniz. Bu sefer hadi, genel - geçer adı ile söyleyelim terörün altındaki halı kayar ve gider…
Nadya Murad’ın ödül almasını, Marlon Brando’nun Kızılderililere yapılmış soykırımı anma ve bunu protesto amacıyla Oscar ödülünü reddetmesi (1973) gibi etkili olan, ödül alma teşekkür konuşması, hiç aklımdan çıkmıyor…
1936’da doğmuş ve 2011’de de aramızdan ayrılmış; tiyatro yazarı, edebiyatçılığı kadar, insancıl, demokrat ve beynelmilelci tavırlarıyla da tanınmış, Çek yazar, Vaclav Halev adıyla verilen insan hakları ödülünün dördüncüsü, Ezid asıllı mücadeleci, Nadya Murad’a verildi, biliyorsunuz…
Yıllar önce, Brüksel’de Avrupa Birliği’ne davet edildiğimde tanıştığım ve (2015) 26. dönem milletvekili seçimlerinde, Diyarbakır’dan seçilmiş, Ezid asıllı Feleknas Uca’yı hatırladım, ister istemez… O Türkiye, AB’ye girmeden, AB’ye girebilmiş, Anadolu insanlarındandı üstelik… Avrupa Parlamentosu milletvekili olmuştu zira…
Vaclav Halev, Avrupa Konseyi’ne davet edildiğinde bayrak üzerinde olan 12 yıldızı işaret ederek Bu yıldızlar bizlere zaman - zaman başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmamızı sanki hatırlatıyor demişti.
Kısaca, dünya yorulmadan dönüyor dönmesine ama daha müreffeh, daha akli, daha insani olması gereken şu hepimizin aynı soydan olduğu insan denen garip canlı, tüm aymazlıkları ile hem kendisini, hem de dünyayı yoruyor…
Dolayısıyla ne Fransa da Korsika halkının taleplerini üniter devlet anlayışına karşı uygun bulmuyor gibi kıyaslama götürmez abuk-sabuk laflar edelim; ne de Fransa da OHAL durumu itibariyle İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya aldı filan diyelim…
Askıya almak ifadesini kullanmak, çok hoşumuza gidiyor galiba…
Bu gidişle, topsuz-tüfeksiz-atom bombasız-trilyonlarca sermayesiz ama ve lâkin Konfiçyüs’ün su için dünyanın en yumuşak gözüken ama kayayı bile delebilen yegâne şey dediği gibi, yetkisi, bütçesi sınırlı (AB’nin bütçesi 160 Milyar €; Konsey’inki ise 30 milyon €) ama hukuk silahı olan Avrupa Konseyi, bizi askıya almasın da…