Raffi A. Hermonn

17 Haziran 2016

Yeni baştan okumak-yazmak üzere ‘ne yapmalı?’

Halk için, halkça, halkı gözeterek, halkın yarınını hayal ederek ama bu nasıl olacak?

Türkiye veya başka bir ülkede, devlet’ten ziyade, öncelikle toplum önemsenmelidir diye düşünebiliriz; zira toplum doğru taleplerde bulunma aşamasına gelince, eninde sonunda devlet nasıl olsa bunlara uyacaktır... 

Diyelim ki toplumun önemli bir oranı, bir karara varmış, karar bir sel yaratmışsa, devletin kendisini koruyan duvarı bu sel karşısında dayanamayacak, yıkılacaktır… Er veya geç…

Türkiye’de, bu konuda devlet’in bir karara varması; bunu devlet’in kabul etmesi, devlet’in söz söylemesi asıl önemli olandır, diyenler bizce yanılıyorlar… Sebebine gelince:

Otoriter veya baskıcı rejimlerde, bir yükseliş olduğu gibi bir de düşüş dönemleri olur…

Düşüş aşamasına gelinince, önce zorbalık, sonra popülizm tercih edilir. Bunun sonunda da, toplum ne talep ediyorsa- eninde sonunda-devlet bunu kabul etmeye mecbur kalır.

Esas nokta buradadır: Zira diktanın en zayıf durumunda, toplumun doğru talepte bulunması için, ne talep edeceğinin / etmesi gerektiğinin bilincinde olması gerekir. Yoksa hüsran olur…

 

Toplumun, birey kalitesi, devlet kalitesini belirler

 

Peki, madem baskı rejimlerinde (eninde sonunda) toplum taleplerine göre karar alınır; o zaman demokrasi rejimleri arasındaki fark nedir? Neden demokrasi için yırtınmak o halde?

İki fark var… Toplumu oluşturan bireyler, kendi hürriyetlerinin bilincinde değillerse, tabii devletten talepleri de daha fazla demokrasi, daha saydamlık filan asla olmayacaktır

Devlet, halktan gelmeyen talebi, asla kendiliğinden sunmaz, sunmamalı da zaten! Sunarsa adı Jacobenizm, Baasçılık veya Kemalizm olur ve sonuçları ortada, tartışmayalım…

O halde ne yapmalı, göz göre-göre toplumu karanlığa mı terk etmeli? Vallahi, toplum hazır değilse, zorla güzellik olmaz / olmuyor da zaten; bunu anlayacak noktaya gelmiş olmalıyız.

Eğer toplum’daki, temel sorunlar çözülmemişse, onlara ancak çiğ, görmemiş, ilkel, yüzeysel ve kolaycılık verilecektir.  Zira talep edenlerin de talep çıtası da, bu kadar olacaktır…

Ama toplumdaki temel sorunlar çözülmüşse, taleplerin çıtası haliyle daha yüksek;  dolayısı ile devletin lütfettiği hak ve hürriyetler de, ona göre olacaktır.

Demokrasi, özgürlük, beynelmilelcilik, saydamlık talep etme bilinci olmayan toplumlarda, idarecilere demokratik talepler çok geç gider o da artık ne kadar giderse tabi...

Oysa bağnazlık, ön yargılılık, farklılıkları tahammül edememe, saydamsızlık vb sorunları halletmiş toplumlarda ise, daha yerinde talepler daha hızlı ve az kayıp verilerek gidecektir...
 

Devleti değil, toplumu değiştirmekle uğraşmalı
 

Bunun için, devletten ziyade, esas toplumu değiştirmek üzerinde odaklanmalıyız diyoruz.

Toplumun sesi en az çıkan, az söz edilen, savunma mekanizması düşük olan yani azınlıklar için, hele çoğunluğun meselelerini halledelim, sıra onlara gelir dersek, işte tökezleriz!

Oysa halledilmesi en kolay, alınacak risklerin en düşük olduğu kesimden başlanılması daha doğru olacaktır. Zira azınlık haklarını ihlâl edilen toplumda çoğunluğunkiler hadi-hadi…

Türkiye’den örnek verirsek; laik-cumhuriyetçi-Kemalist zümreler şunu yeni anlıyorlar… Laiklik, cumhuriyetçilik, vatandaşlar arasında var olan etnik, dini, mezhebi vd özellikleri yani farklılıkları örten, eşitleyen, sıfırlaştıran bir dev örtü olmamalıydı ama olmuş!

Olunca da, çoğunluğun (bir yere kadar haklı olarak) taptığı laiklik tehlikeye girecekti; nitekim de girdi!

Oysa bugüne dek Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ortodoks, Katolik, Latin, Sünni-Hanefi ve Protestan’dan her söz açıldığında, yüzler neredeyse buruşuyordu… 

Aman şekerim, ne gerek var bunlara, hepimiz Türk’üz, ne mutlu Türküm diyene diye-diye, gün geldi, aman canım ne önemi var; % 90’ımız Müslüman’ız deniyor artık…

Laik-cumhuriyetçi-Kemalistler, değil mi ki, bilinçaltlarında, güya sermayenin Türkleşmesi (!) operasyonlarından (teker teker saymayalım ), ötekilere karşı bir suçluluk duyuyorlardı ve o mütedeyyin kesimle yazılı olmayan mutabakatın özü asıl bu ‘öteki’ karşıtlığıydı…

Ama sırası gelince, Tanrım mütedeyyinlere nasıl düşman olabilirdiler? Oysa gerçek farklıydı.

 

Kim kimin (aslında herkes birbirinin) varlık güvencesi

 

Onlarca milyon laik-cumhuriyetçi-Kemalist zümre, güya dört elle sarıldıkları o laikliğin güvencesinin, asıl (Alevilerle birlikte) milyonlarca ötekiler olduğunu sanki yeni anlıyorlar.

Anlıyorlar derken, daha yeni-yeni anlamaya başlıyorlar (mı acaba?)…

Hâlâ, HDP’ye yönelik eleştirilerinde, şu en son zamanlara kadar bile çekinmeden başkanlık için AKP ile pazarlık yapan parti diyebiliyorlardı…

Oysa dünyanın gözü önünde, Kürtlerin her anlamda eşit vatandaş (kimlik, kültür, dilleriyle ezilmeden, gizlenmeden) olarak, ülkede var olmalarına hayır deme karşılığında, o dört elle sarıldıkları laiklikten feragat etme pazarlığını bizzat kendileri yapmışken (20 Mayıs 2016)…

Pişkinliğin bu kadarı, yapanın yüzüne vurma kültürü olmayanlardan oluşan toplumlarda görülür sadece… Eh, böyle topluma da, böyle pişkinlikler sergileyenler yakışır tabii…

Mütedeyyinler ise, sınırlarını daraltmış, kesmiş, kırpmış, kâğıt üzerinde bırakmış olsalar da; sonuçta laik görünümleri sayesinde batı ile ilişki kurabileceklerini anlamış olmalılar…

Ama anlayabilmiş olmak için, başka şeyleri de anlamaları gerekiyor… Son tahlilde  % 50’ye varan oylarını korumak için, o küçümsenen 100 bin kalmış diğer din / mezhepler, Alevi ve (tüm) Kürtlerle birkaç milyon ötekilere muhtaç olduklarını mesela...

Ateist, demokrat, liberal, özgürlükçü sol kesimi de asla unutmuyoruz…

 

Çuvaldızı da sonunda kendimize

 

Halk için, halkça, halkı gözeterek, halkın yarınını hayal ederek ama bu nasıl olacak?

Halktan kopuk, halka rağmen, halk için mi? Yoksa halk dalkavukluğu yani anakentte yaşayıp, halkımız böyle yiyor deyip, kalkıp (daha doğrusu bağdaş kurup, çömelip) yemek salonunda yer sofrasında yemek yemeye kalkarak mı? Mesela deduk

Hayır, bugüne dek burun kıvırdığımız, magazinse magazin, sokaksa sokak, kahveyse kahve, taşraysa taşra, gecekondu mahallesiyse evet mahalle, varoşsa varoş (café, lokal, spor kulübü, kuaför, manikürcü) gibi semtlerde yani alanda, reel çalışma yürütmek gerekiyor ama hem de siyaset yapmadan

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama mevcut durumdan memnun olmayanlardan birisi olarak, bir şeyler yapmak, birçok şeyi baştan okumak ve yazmak gerektiğini vurgulamak istedik…