Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez adlarını-sanlarını katledilişlerine kadar kaç kişi biliyorlardı, bin, beş bin, on bin ya da olmadı, PKK’ye üyesi olmayan ama aidiyetleri itibariyle mutlaka uzaktan veya yakından duymuş olan yüz bin kişi, dahası var mı?
Şimdi mi? Türkiye’de milyon değil, otuz milyona yakın kişi (bakın 75 milyon demiyorum) ve Avrupa’da abartmasız onlarca milyon kişi tanıdı bu isimleri… Hem de ebediyete kadar…
Bu isimler, faillerinin kimliklerinin araştırılması, soruşturulması Yok bunlar değilmiş denip yeniden aranmaları, adlarına düzenlenecek anma toplantıları, çekilecek film, yazılacak yazı ve kitaplarla hatırlanacaklar.
Hrant Dink’e bakalım, tamam Genel Yayın Yönetmeni olduğu AGOS ve yazılar yazdığı Bir Gün gazetesi okurları - popülist kültür sergileyen reytingi yüksek programlar kadar izleyicisi olmasa da - katılmış olduğu TV programları sayesinde bir hadi beş milyon kişi tanıyordu…
Peki, katledilişinden sonra Türkiye’de cenazesinde iki yüz bin kişiye yakın insan katıldığına ve on binlerce kişinin cenaze günü otobüslerle şehir dışından İstanbul’a gelişlerine müsaade edilmediğine ve tüm TV kanallarında ana haber olarak verildiğine göre on milyon kişi ve dünyada da bir o kadar da insanın tanıdığını kabul ediyoruz herhalde…
Sayı, istatistik, bilimsel araştırma-inceleme yöntemi, tarzlar ortada; dileyen herkesle baştan hesaplayabiliriz… Diğer yandan buna gerek yok… Hesaplarda abartı var (aslında hiç yok!) dense de, bir hakikat noktasında anlaşabiliriz sanırım…
O hakikat noktası da şu: Her halükarda Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez ve Hrant Dink’in katledilişleri sonrası, öncesine göre kıyaslanamayacak denli çok kere, kişilerin hafızalarına yerleşmiş olduklarını herhalde herkes teslim eder…
E, ne oldu o zaman?
Ölümsüzleşmek, ismini tarihe kazımak, tarihe geçmek değil midir? Maruz kaldığı akıl almaz, alçak bir saldırıyla fiziki hayatına son verdirilmesi, sevin / sevmeyin, kurbanın geniş kitleler için bir değer arz ettiğinin göstergesi değil midir?
Ama sağken bin kişi için değer iken, cinayet sonrası milyonların değerine dönüşüyorsa birisi veya birileri, demek ki katleden / katledenler mevzubahis şahıs / şahıslara tetik çekerken aslında onun / onların ölümsüzleşmesine veya ölümsüzleşmelerine neden oluyorlar…
Düşman olan bir kişiyi (kişileri) katletmek isterken, aslında onu bir güzel ölümsüzleştirdiği için, tetikçinin cemaati tetikçiyi tükürükle boğması gerekmez mi? Gerekir tabi… Ama bizzat kendileri teşvik etmişlerdi onu, öyle değil mi? Nasıl yapsınlar ki buna? Mantıklı değil!
Düşman belledikleri bir kişiyi (kişileri) katleden veya kalkışan katili, bizzat kendileri teşvik etmiş olduklarından dolayı, onu cezalandıramayacaklarına göre; onlar manen, toplu intihara girişmiş yani asıl kendileri ölmüşlerdir demektir…
Hadi canım sen de, tam bir züğürt tesellisi!’ diyenler çıkacaktır bu yorumumuza eminiz; ama emin olduğumuz bir başka şey, bu dediklerimizi birkaç kez geçirdikleri takdirde kendi düşün imbiklerinden vay canına, adam doğru söylüyor!’ diye tepki verecekleridir…
Bu kısa, yalın ama öz fikir jimnastiği itibariyle ana fikrimiz bizce şu olmalı: Katiller, katlettikçe/ katletmeye kalkıştıkça bazı düşünen – düşünerek üreten bireyleri hakikatte onları hatta ölümsüzleştiriyorlar ve aslında ölen kendileri oluyor; ebediyete kadar…
Hrant Dink’i veya Paris’in göbeğinde hangi sebepten olursa olsun, dost diye yaklaşıp haince katlettirmenin, ahlaki, insani açıdan ne olduğunu biliyoruz; onu bırakalım şimdi. Ama akli, stratejik ve toplumsal mühendislik açısından yani kendi açılarından, güya Türk milliyetçiliği adına yapılmış tüm bu operasyonların tam bir fiyasko ve rezalet olduğu gün gibi aşikâr.
Kendileri de bunun farkına vardılar ama hani ‘çi fayda?’. Çok geç… Yoksa iki yüz binle başlayan ve gittikçe çoğalan (Ermeni kimliğiyle yakından-uzaktan ilgisi olmayan) insanlara Hepimiz Ermeniyiz diye bangır-bangır bağırtma başarısını başka türlü gösteremezlerdi…
Bu kafayla gitmede ısrar ettikleri takdirde, belki de Türkiye’de yarın on milyonlarca kişi bangır-bangır Hepimiz Ermeniyiz diye bağıracaklar, o operasyon yaratıcılarının kulak zarlarını patlatırcasına…
Tabii eksik olsun, ne milyonlarca kişinin Hepimiz Ermeniyiz diye boğazları yırtılırcasına bağırmalarını istiyoruz ne de bu sonucun ortaya çıkabilmesi için faili (aslında bal gibi) bilinen yeni cinayetlerin işlenmesini…
Eksik olsun…
Hem daha hâlâ Hrant, aslında Soykırımı kabul etmiyordu gibi ya şaka ya da hakaret deyin, abuk-sabuk sözler söyleyebilen insanların kalkıp da o tezahüratlara katıldıklarını gördükçe yahu hakikaten eksik olsun diyesi geliyor insanın…
Zira efendim, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez ya da Hrant Dink hakkında artık üzülmek mi, öykünmek mi ya da acıyı paylaşmak mı derseniz, her neyse bu duygular pek öyle bedelsiz olmamalı… Bu insanları ille özelde sevmek zorunda da değilsiniz ama hiç olmazsa onların akıbetine üzüldüğünüzün inandırıcı olmasını istiyorsanız, onların neden katlettiklerini iyice anlamanız-hissetmeniz gerekiyor, derinlemesine…
Koşarak ama bir süre sonra tökezleyip düşüp bir tarafını kırmak yerine, toplumların kürekleri aheste-aheste çekip, seven kalpleri gezdirip, mavi deniz martılardan, sevenleri ayırtmayan âşıklar sandalcısı kürekçileri misali yavaş-emin adımlarla ilerleyip, sokakta Vardır aslında bal gibi farkımız ama hepimiz demokratik Türkiyeliyiz-Anadolu insanıyız bağırmalarını tercih ederiz…
Ne dersiniz?