Raffi A. Hermonn

02 Mart 2015

Islak gözlerle uğurlarken, Yaşar Kemal'in önemi...

İşte bugün, gözlerimiz yaşlı, Yaşar Kemal’i uğurlarken… O’nu ortak değerlerimizden birisi olarak ama tüm bunları bilerek analım…

2015 Türkiye’sinde, aslında sadece ve sadece Yanlış Cumhuriyet kitabını yazmış olduğu ama açıkça bundan dolayı cezalandırmak görüntüye zarar vereceği için; devlet, bambaşka bir sebeple ama aslında sırf bu kitap yüzünden hapiste yatırıyor Sevan Nişanyan’ı…

Yaşar Kemal ise, Sevan Nişanyan’ın 2000’lerde yazdıklarını, yıllar önce yazıp, Akhtamar Adası’nda Ermeni Kilisesi’nin yıkımına engel olduğu için misal, devletin gözünde çöptü...

Zira şöyle veya böyle (!) bir cumhuriyetin ne pahasına ve nasıl kurulduğunu karıştırmanın ne gereği vardı ki? Çok karıştırma b.ku çıkar, boşuna yerleşmemişti dilimize…

Bugün Yaşar Kemal’i ıslak gözlerle uğurlamaya hazırlanıyoruz…

TV ekranları en ince ayrıntısına kadar hayat hikâyesini anlatıyor…

CNN Türk önce İspanya’dan göç etmiş Tilda ile evlendi, sonra İspanya’dan göç etmiş Safarat Tilda dedi ama bir türlü sevgili (Osmanlı Bankası Genel Müdürü'nün kızı. Padişah Abdülhamit'in baştabibi Jak Mandil Paşa'nın torunu) Matilda Sorerro hanımın, Yahudi olduğu söyleyemedi… 78 Milyon nüfusumuzun dinen çoğunlukta olanlar içinde Safarat’ların İspanya’dan gelen Yahudiler olduğunu bilen, 100 bin kişi çıkarmış gibi…

 

Nobel'e aday gösterdiler
ama neden vermediler?

 

Zamanın Türkiye ve Dünya konjonktürüne rağmen, Ermeni / Kürtlere karşı bu coğrafyada yapılmış haksızlıkları telin etmişti ama bazı batılılara ifade tarzı yetersiz gelmişti, neden? 

Ermeni Soykırımı'nda, pay, günah, suç ortaklıkları olan bazı batı ülkeleri; kendi ölümcül hata, günah-suç ortaklıklarını açık itiraf edip, vicdanlarını rahatlatamadılar ama Kemal’in gerçekliklerini ifade tarzını da yeterli bulmadılar… Kendileri dolaylı yolu tercih ettiler...

Parlamentolarında, belediyelerde soykırım kararları kabul edecek, soykırım temalı sanat eserlerine (hep dolaylı) izin vereceklerdi… Ermeni Soykırımı / Kürtlere olan ölümcül baskıları açıkça dillendirecek - ama hakikaten değerli - bir Türkiyeli yazara ancak Nobel ödülü vermek istiyorlardı… Rahatlarını bozmadan, vicdanen 'doğru' iş yapmış görünerek...

Ancak Yaşar Kemal, daha genç yaşlarda, yazı ve kitaplarıyla neyin ne olduğunu (tabii ki anlayanlar ve anlamak isteyenlere) gayet açık ve seçik yazabilmiş ender, belki tek yazardı… Cumhuriyet Türkiye’si hükümetleri, roman okuma düşük bir ülke olduğumuzdan fazla ses çıkarmıyor, beynelmilel alanda yazarına baskı yapan ülke olarak geçmek istemiyorlardı ama yabancı basın / medyaya biraz cesur (!) demeçler verdiği zaman, uyarı, mahkeme, erteleme ile Demokles kılıcını sallıyorlardı tepesinde... Yoksa gençliğinde, o da tatmıştı mahpusluk şerbetini ama o belirli bir tanınırlığa ulaşınca devlet tercih etmiyordu artık açık baskıyı...

İşte o bazı batı ülkeleri,  o öğretmeye, yeri gelince parmak sallayarak ders vermeye kalktığı insani duruş, cesaret, vicdani-ahlaki duruşu gösteremedikleri için; Yaşar Kemal'e Edebiyat Nobel'ini vermediler... Zaman geçti, köprünün altından sular aktı, değişen dünya şartlarından, ister / istemez, er / geç payını almış Türkiye'de de - edebi değeri tartışılmaz ve tabii ki, değerli bir yazar olan - Orhan Pamuk da bazı gerçeklikleri, bazı batılıların istediği açıklıkta söyleyince, eh lütfen Türkiye'ye bir Edebiyat Nobel'i verdiler...

Yaşar Kemal ise, zamanında yazdıklarıyla, bazılarının gözüne batan çöp olma pahasına, ülkesini akıllıca seven (evet zira artık ‘sevmenin de bir zekâsı olduğu’ biliniyor) insanların gönlünde çoktan belki Nobel değil ama Şükran Ödülü’nü almıştı bile…

ERMENİLERİN (Büyük Usta) MEDZ VARBED’İ

Yaşar Kemal de Ermeni miydi? Sis perdesi, onun da üzerinden kalkar, bahar yakındır...

Türkiye'de bugüne kadar hep Ermenilikleri gizli kalmış tanınmış insanların asıl kimlikleri ortaya çıkınca toplumsal çalkantılar oldu; Hrant Dink ör: Sabiha Gökçen'in asıl kimliğini ortaya çıkarması yüzün den, hayatından oldu...

Rivayete göre, 1915 (hadi sürekli aynı tanımı vermek, yazan / okuyan için yorucu ve sonunda da 'kanıksama' hâsıl oluyor) tarihindeki, insani açıdan büyük felâket-insanî suçu işlendiği zaman, Adana’ya kaçmış, zorla din değiştirmiş bir Ermeni ailenin çocuğuydu...  Ruhi Su gibi neredeyse… Rivayet’e devam… Kemal'in babası 1894-1896 Hamidiye’ler sırasında İslam olmuş yani Kürtçe Bavfılla Ermenilerinden. Kimliğinde mühtedi yazılıydı, araştırmacı Serge Le Boulanger’e göre. Sadık adıyla bu insan, 1929’da camide 5 yaşındaki oğlu yani Yaşar Kemal’in gözü önünde Geber Gâvuroğlu gâvur denilerek bıçakla katledildikten sonra, mezarlıktaki yeri İslamlarla karışmasın diye uzağa gömülüyor ve taşına da Van muhaciri diye işleniyordu.  Bunlara rağmen, velev ki, bu rivayet hayal ürünü olsun.

Buralarda, kusurumuza bakmasınlar, İNSAN olmanın ender ölçütlerinden biri vicdani ve ahlaki olarak Ermenilere (de) yapılan büyük insani suçu kabul edip etmemek ve telin edip etmekten geçer... Ermenistan Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı temsilcisi, Seyranuhi Keğamyan ve milletvekili Arakats Akhoyan, 4 Eylül 2013’te yazarı evinde ziyaret ederek (Narega’lı Krikor) Krikor Naregatsi Büyük Kültür Ödülü’nü vermişledi… Yaşar Kemal, bazı gerçeklikleri, daha millet telaffuz bile edemezken, defalarca, yazmış, telaffuz etmişti, cesurca, insanca, örnek ola-ola; tabii gönlündeki vicdan-ahlak kapılarını kapamayanlara...

İşte, Agos gazetesinde, Serdar Korucu'nun 15.01.2015'te özetle gösterdiği gibi:

Yaşar Kemal’den:

ERMENİ MÜLKLERİYLE CUMHURİYET’İN ŞİŞİRDİĞİ KENELER…

(…) Yaşar Kemal’in Adana bölgesindeki Ermeni mülkleriyle ilgili satırları Yağmurcuk Kuşu romanından: (…) Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.

Ermeniler kuş değil, evleri yuva olamaz

İsmail Ağa öğüde uyar ve Sağol ama Bey, ben Ermeni konağı, çiftliği, tarlası istemem der ancak konağı öneren kişi teklifinin reddedilmesine kızar… Onlar kuş değil Ermeni diye bağırır, bir çelik tel gibi zangırdayarak Arif Bey, ayaklarını yere vurup tepinir: Sen ne söylüyorsun, be akılsız Kürt, deli Kürt, onlar kuş değil… Evleri de yuva, olamaz.

Cennet yatırımı olarak Ermeni öldürmek

Yaşar Kemal, bölgede var olan şu kadar Ermeni öldüren cennetliktir propagandasını da İsmail Ağa’nın dostu Onnik’i öldürmek isteyen köylülerden kurtarma üzerinden anlatıyordu:

Ver Ermeni’yi bana, onu öldürmeliyim. Cennete giderim. Bu Ermeni’yi de öldürürsem, sayım tamam olacak, cennete gideceğim, ver bana, sevaba gir. Onu Rıza’dan satın aldım

Çoğu Ermenilerden kalma topraklar

Yaşar Kemal, 1980’de yazdığı bu romanından çok önce, 1950’de yazdığı İnce Memed’in ilk cildinde de Ermenilere yer veriyordu: Ali Safa Beyin son ele geçirdiği çiftlik, Karadutla sınırdır. Çiftliğin topraklarının yarıdan çoğu Ermenilerden kalmadır. Gerisi de Karadut köylülerinden zorla, hileyle alınmadır.

Kurtuluş savaşı olmasaydı eğer

Yaşar Kemal, İnce Memed’in ikinci cildinde, Ermeni mülklerinin el değiştirme süreci var:

Kurtuluş Savaşı olmasaydı eğer, bu toprakların bir avucuna bile sahip olmayı düşünemezdi zira bu toprakların büyük bir kısmı Sultan Abdülhamit’in, dere-beylerin, Mısırlı dedikleri Arapların, bir de Ermenilerindi.

Mustafa Kemal’e ‘hediye’ Ermeni mülkü…

Arif Saim Bey Dört yolda kaldığı sürede oranın zenginleri, ayan ve eşrafıyla konuştu. Dört yolda Hazineye kalmış Ermeni mülkleri ve portakal bahçeleri vardı. Arif Saim bunlardan en güzelini Paşaya hediye ettirdi. Ne demek diyordu. Bu yurdun kurtarıcısının burada bir bahçesi olmasın! Olur mu? Öfkeden köpürüyor, utançtan yerin dibine geçiyordu.

Türkmen dostuna evini bırakan Ermeni

Ahmet Beyin Çukurovada en çok beğendiği ikinci toprak Akmezar köyünün yakınındaki bir küçük çiftlik oldu. Ermeniler kaçarlarken, bu küçük çiftliğin sahibi Ermeni çiftliğini bir Türkmen dostuna satmış oldu. Türkmenle Ermeni can arkadaştılar. Ermeni dedi ki: "Eğer döner gelirsem kardeş, toprağımı bana geriye verirsin. Geriye dönemezsem çiftlik senin olsun. Anan sütü gibi ye iç, kullan, helal olsun."

Yıkılmaya yüz tutan Ermeni mahallelerinde Kürtler

Ermenilerin bırakıp gittikleri mahalle yıkıntıya yüz tutmuştu. Şimdi Doğu Anadolu’dan göç etmiş Kürtler oturuyor, kasabadaki küçük olaylarla da ilgilenmiyor, toprak damlı Ermeni evlerinde oturan Kürtlerin mahallelerinden durmadan Kürtçe bağrışmalar geliyordu

Ermeni mahallesinde ulu zeytin, incir ağaçları sıcakta toz içinde kalmış, kavruluyorlardı. Ermeni mahallesinde yıkıntılar arasında nar bahçeleri, nar bahçelerinde sevişirlerken ocaktaki demirler gibi kıpkırmızı kesilen kaya yılanları, uzun uzun…

Yaşar Kemal, Ermeni mülklerini eline geçirenlere, en sert eleştirilerini ise İnce Memed’in üçüncü cildinde yer verdi. Bu kesimi Cumhuriyetin şişirdiği keneler diye niteliyordu:

Öyle ötekiler gibi hazinenin / Ermeni’nin toprağına konmamıştı Murtaza Ağa. Bununla övünürdü. Yalnız, oturduğu konağı, kaçarken, Ermeni dostu Karabet Keklikyan vermişti. Herkes Karabetten zorla alındığını söylüyordu, Murtaza Ağa bu iftiraya cin ifrit oluyordu. Hayır, o, bu görkemli konağı gasp etmemiş, Ermeni dostu Keklikyan’a çil-çil altınlar sayıp almıştı. Konakları gasp edenler Zülfü, Taşkın Halil Bey, Molla Duran Efendi, Mustantık Rüştü Bey, ötekilerdi. Bir kuruş vermeden, ne devlete ve ne de konakların sahiplerine, onlar gidince, babalarının malları gibi gelip oturuvermişlerdi

Ötekiler düşmüşler yazı-yabana, Ermenilerin çiftliklerini, Yörüklerin kışlaklarını, öteki Hazine tarlalarına pay ediyorlar, gözleri toprağa doymuyordu. Taşkın Halil Bey, Zülfü, emekli yargıç Hüdai, Mustafa Rüştü Bey, bunların hepsi-hepsi birer sahtekârdı. Hepsi, Çamuroğulları, Tazıgiller, Yiğitoğuan üç beş yılın, Cumhuriyetin şişirdiği kenelerdi.

Ermenilerin güvendiği Amber ev

Yaşar Kemal, İnce Memed’in dördüncü ve son cildinde, Ermeni komşularının emanetlerine sahip çıkan iyi karakterlere de yer verdi. (Yazar’ı Y. Kemal yapan işte bu nesnelliğidir zaten).

Savaş başlayıp da kasaba halkı birbirine düşünce, herkes Müslüman, Ermeni, diye ikiye ayrılınca, Ermeniler Amber Ağaya başvurmak zorunda kaldılar… Kasabadaki birçok kişi Ermenileri de, onların Amber Beydeki servetlerini de unutmuş gitmişlerdi. Gece yarısı Amber Beyin kapısı çalındı, yıllardır bu vakitlerde onun kapısını hiç kimse çalmamıştı…

Biz seni soymaya, Ermenilerin sana bıraktıkları emanetleri almaya geldik…

Şimdi geldiniz, yirmi bir yıldır sakladığım komşuların emanetlerini elimden aldınız, bu emanetlerin bende olduğunu herkes biliyor, bunları benden sizin aldığınızı millete nasıl söylerim de, onları nasıl inandırırım. Benim derdim bu…

Seni öldürelim mi diye sordu Ferhat Hoca… (…) İnsanlığım lekeleneceğine beni öldürün. Bu dünyada güvenilir bir insanın bile olmayacağına insanların inanması, insanlığın ölümü demektir. Ben buna sebep olacaksam, ölmem daha iyidir. Haydi, bir şey yapın öyleyse…

Yaşar Kemal, Ermenilerin mülklerini güvendikleri Müslüman komşularına bırakma nedenini Akçasazın Ağaları dizisinin ilk kitabı Demirciler Çarşısı Cinayetinde anlatıyordu.

Kansız bir safa sürmesin diye verilen Ermeni mülkleri

Bu konak, ona Ermeni bir arkadaşının armağanıydı. Ermeni arkadaşı bir gece, daha kaç-kaç, sürgün yokken gelmiş Bizim sonumuz yok. Bizi ya öldürecek, ya sürecekler demiş, evin tapusunu ona vermişti. Güya evi Beye üç bin altına satmıştı. Bey şaşırmış Amanın dostum, bu nasıl olur, sizi kim sürer, kim öldürür diye Ermeni’yi teselli etmiş, sözünü dinletememişti. Ermeni diyordu ki Bu konağı özendim bezendim yaptırdım, iki yılcık oturamadım. Baktım ki gidiyorum. Konağımda kansız, ciğeri beş para etmez birisi safa sürecek. Kime layık, Sarıoğlu Derviş Beye... Al, helal olsun ev sana. Sana böyle bir ev değil, bin ev layık. Saraylar layık.

Çadırdan gelip konağa yerleştiler

Yaşar Kemal, Ermeni mülklerinin, halkı zenginleştirdiğini sert eleştiri diliyle ele aldı.

Süleyman Sami: Ulan o Ermeniler kaçmasaydı, avucunu yalardın. Sazanlı toprağına sen de, Abdül de kurban olurdunuz. Gül Fatma Çukurova’da namlı orospu, sen oduncu olur kalırdınız. Şükret ulan, şükret, iki dinli Serkise... Serkis Hazneciyan’a... Serkis Efendiye. Serkis olmasaydı... Ya kaçmasaydı… Ne kadar bir zaman oldu Ermenilerin gittiği zamana? Çok olmasa gerek. Daha evlerin badanaları öyle duruyor. Şu ev de Serkisin. Bunu kim verdi sana Veli Hasan? Serkis senin baban mı?”…

Kasabaya geldiğinde yalınayaktın. Ermeniler kaçtığında en güzel Ermeni evine kondun. Artin Külekyanın evini, Kendirlinin konağını ilkokul yaptın. Tanıdıklarına, konargöçer Türkmen Ağalarına, ileri gelenlerine teker teker Ermeni evlerini dağıttın. Çadırdan çıkıp Ermeni konağına geçtiler, işte seninle Çukurova’yı paya çıkmışlar bu Ağaların oğulları. Hayk Topuzyan’ın toprağını, çiftliğinin tapusunu nasıl çıkardın muallim Bey, nasıl?

Altı bin dönümlük Vartan Beğyanın tarlasını hemen onun üstüne bir gün içinde yapıverdin, niçin?

Kim akıl ederdi ki bu kasabanın nüfusu iki binden üç bine, üç binden on bine yükselecek? Yarısına Kürtlerin yerleştirildiği, geriye kalanı da harap olmuş Ermeni örenlerinin dolacağını senden başka kim, kim, kim akıl edebilirdi? 

Yaşar Kemal, paylaşımın aşamalarında da gerginlik yaşandığını, Süleyman karakterinin Mustafa Ağa’nın evini dokuz silahlı kişisiyle basması üzerinden ifade ediyordu.  Buradan çıkacaksın. Panosyan’ın mirası bana düştü. Panosyan’ın oğlu olduğumdan değil... Çünküleyin Panosyan’ı ben iteledim. Ol sebepten Panosyan’ın bütün malı mülkü, konağı, tarlası, çiftliği, dükkânları hep bana kaldı

Bu romandan, belki daha ünlü olan, içinde sık sık geçen cümlesidir:

O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler gittiler; insanın piçine, demirin tuncuna kaldık

İşte bugün, gözlerimiz yaşlı, Yaşar Kemal’i uğurlarken… O’nu ortak değerlerimizden birisi olarak ama tüm bunları bilerek analım… Yaşar Kemal’i sevmek, saymak için de, asgari bir bilinç gerekiyor… Yaşar Kemal’in eleştirdiği cumhuriyetin yanlışlıkları yazma cesaretini gösteren Sevan Nişanyan’ın yerinin cezaevi olmadığını da bilerek… Ona göre…