En baştan söyleyelim; zor çekimleri, seyirciye ‘beklenmedik’ hissini yaşatan, bugüne dek (izleyiciye neredeyse bıkkınlık veren) alışılagelen, basmakalıp montaj –görüntülerin dışında ‘bir de böylesini deneyelim’ penceresini açan, mecbur olmadıkça montaj yapmayan yönetim anlayışına ‘eyvallah’ hatta şapka çıkarıyorum, Meksika’nın (sinema) yükselmiş yıldızı, muzip yönetmen Carlos (Castillo) Reygadas’a…
Böyle bir girişten sonra haklı olarak bir ‘ama’ bekleniyor, değil mi?
Bağışlayın ama haklısınız ‘ama’ …
Yönetmen, bu işlevinden gayri, bir de çektiği filmin senaristi de olmuşsa ‘one minute’ deme ihtiyacı duyar, diye düşünüyorum… Zira ‘toptan bir eser yaratmaktan’ söz ediyoruzdur…
Yönetmen ‘sevdiği’, ‘kendisine bir şeyler veren’, ‘kendisinin bir şeyler katacağı’ konuyu çeker ancak; aksi takdirde ‘sipariş’ için çekmiş olur ki bu, başka şeydir artık…
Ama senaryosunu da kendi yazınca, o zaman, yönetmenin yakasına yapışılır ‘neden bu film, neden böyle bir hikâye?’ diye… İfadelerim, metaforik, mecazi yani söylemeye gerek var mı?
Meksikalı muzip yönetmenin, 2004’te Japonya’da En iyi ilk film (debyut) yarışmasında Ariel ödülü; 2007’de Cannes film festival’inde Jüri Ödülü; 2008’de yine Japonya’da ‘Sessiz Işık’ filmiyle En özgün senaryo ödülünü almış olmasına saygı duyuyorum tabi. Ama meşrebim gereği, şu kadarını da söylemek istiyorum: ‘Our time’ yani Bizim Zaman (konusu itibariyle) filmi, benim sinemam (asla) değil… Bu kadarını söylemesem çatlardım!
Carlos Reygadas Castillo, 10 Ekim 1971 tarihinde Meksika’da doğmuş, sinema yönetmeni. Kendi filmleri hakkında birbirine zıt değerlendirmeler yapan eleştirmenler var; anlayacağınız Carlos Reygadas filmleri hakkında eleştirmenler ikiye ayrılıyor…
‘Felsefeci yönetmen’ diyebiliriz; zira yaptığı filmlere de ‘Felsefe sineması’ da deniyor. Oyuncuların, iç dünyalarına, aşk, ıstırap, acı, ölüm gibi uç noktaların sinir uçlarına tasasız - sorunsuz dokunmayı kendisine şiar edinmiş…
Tamam, Rosselini (Roma, Citta Aperta), Vittorio de Sica (Umberto D.), Federico Fellini (La Strada vd), hastası olduğum Ettoro Scola (La famiglia ve daha niceleri) gibi yönetmenlerin Neo Realist tarzına aşığıyım ama (cinsiyet anlamıyla değil) pornografik (yani neyse o, olduğu gibi, çıplaklık) var ki, bu da sınırı olmalı, neo realizmin.
Belgeselci yaklaşıma da ‘eyvallah’ ama ‘sahiciliğe yaklaşma’ adına, bir boğanın, zavallı bir katırı, boynuzlarıyla param parça edip, bağırsaklarının dışarıya taşan, kanlı görüntüsü, en ulvi sanat eseri için bile olmuş olsa, kusura bakmayın ama yoğum!
Böyle olunca tabii, kendisine ‘Meksika’nın tek başına üçüncü dalga sinemacısı’ deniyor… Uzunluğu bakımından, aklıma Angelopoulos’un geldiği, Carlos Reygadas’ın filmleri arasında, 2007’deki Sessiz Işık, onu ‘Latin Amerika’nın gözde sinemacılarından’ yaptı…
Buna rağmen, yazımızın başlığında dediğimiz ‘tamamen zıt büyük eleştiriler alma şansına (evet zira herkese böyle bir şans gülmez) haiz olan yönetmen’ dememize neden olan 2005’te çevirdiği Cennet’te Savaş ve 2012’de çevirdiği Post Tenebras Lux filmlerini de unutmamak gerekir. Özellikle bu iki filmde eleştirmenler, birbirlerine tam zıt görüşler ileri sürmekteler.
Ukalalığın bini bir para ya… Bu iki filmin yanına, tekrarlıyorum, konusu itibariyle,‘Bizim Zamanlar’ı da naçizane eklemek istiyorum, kendisine ‘yok usta, burada dur işte, gözünü seveyim’ diyerek…
Meksika’nın şehir dışı bölgelerinden birinde, çamurlu sularda oynayan, koşan, koşturan, ergenliğin ilk heyecanlarını yaşayan ve böylece bir delikanlıya ilgi duyarken, bir başka delikanlıyla öpüşmeye kalkan, üstü başı çamur, erke ve kız kişileri görüyoruz…
‘Our time (Bizim zaman) filmin özet bölümünü https://www.youtube.com/watch?v=3x9d7T1WFcI buradan izleyebilirsiniz…
Bu uzun sekans bittikten sonra, başka sekanslara geçiyoruz ama çoğu sekansta ‘çamur’ mutlaka hazır ve nazır, var… ‘Ben buradayım’ diyor, çamur…
Derken, dövüş boğalarını, dövüştürenleri görüyoruz. ‘Köylü’ birey olarak değil, zihniyet olarak eleştiriyoruz ‘köylülüğün verdiği o zihniyetle’ sorumsuz davranan çobanlardan biri yüzünden, zapt edilmemiş hatta yanlış yönlendirilmiş bir boğa, zavallı bir katırı, resmen seyircinin gözü önünde kan revan içinde bırakıyor…
Bu da bitiyor, geçiyoruz bir başka sekansa hatta asıl öyküye…
Benzer bir bölgede çiftlik işletenleri görüyoruz ama hayli ‘entel-dantel’ bu çiftlikçiler… Neredeyse ünü, ülke sınırlarını aşmış hatta tüm Avrupa’ya varmış bir şair çiftlik idare ediyor. Karısı Esther de, her şeyiyle ‘çiftlik idare etmek için yaratılmamış’ olduğu belli genç güzel bir kadın, kocasının aşkı uğruna, hiç sevmediği bu işe girişmiş. Tezek kokuları, kanlar, dışkılar ve yine çamurlar içinde filan… Artı, bir de bütün gün bilgisayarın karşısında müşterilere cevap yazmak, sipariş almak gibi bürokratik işlerle uğraşıyor...
Tabi, tüm bunlardan başka bir de üç çocuk yetiştirmek de olunca ‘bu kadın bir gün patlar’ diyorsunuz ki, kadın zaten patlamaya hazırmış, görüyoruz… Bir at terbiyecisiyle, gönül mü desek ya da sırf yorgan altı sancılarını dindirmeyi tercih etmek mi desek, işte öyle bir ilişkiye hazırlanıyor.
Bu da anlaşılır, hayatta var olan ve yaşanılan bir şey diyelim…
İyi de, durumu fark eden şair-çiftçi kahramanımızın, ilk başta kıskançlık krizleri yaşarken, gitgide, bizzat elleriyle karısını bu adama ‘ikram’ etme durumuna gelmesi…
Neyse, uzatmak istemiyorum, söylenecekleri, söyledik, takdirlerimiz ve eleştirilerimiz ile…
Dedim ya, bunların yanında, sinema resimleri, kareler, beklenmedik görüntüler bakımından sevilecek yönetmen tabii… Mesela bir arabanın içindeki insanların gergin, sinirli durumunu daha iyi anlatabilmek için, araba seyir halindeyken, motorunun ve aksamların çalışma görüntüsü ve seslerini ekrana sunmak, hakikaten bir yenilikti ve çok sevdim…
Eğer ‘çamur’ olmayı eksen almışsa Carlos Castillo Sergadas ‘insan ergenliğinde de çamur olabilir; okumuş - yazmış, öğrenim görmüş olsa da; kadın da olsa, erkek de olsa, çamur çamurdur’ mu demek istiyor? Öyle olsun, filmin adını da Çamur olmak olabilirdi mesela…