Bugün âdeta 1 Nisan şakası gibi, 2 Nisan’da Azgayin Joğov (parlamento) seçimine gidiliyor. Türkçe seçimler denmesine rağmen, bunun Fransızcadan (les élections) kopyala-yapıştır (çoğu kavram gibi) ithal edildiğini ve anlamlı bulmadığımızdan sadece seçimi diyoruz.
Salt milletvekilleri seçimi yapılacak; başka seçim yok, dolayısıyla seçimi diyoruz.
Neden şaka gibi?
Anlatmaya çalışalım…
Meğer ‘Türk tipi başkanlık’ Ermeni tipi başkanlıkmış!
Hangi parti, hangi parti (ler) ile ittifak kurarak seçime gidiyor, ayrıntılara girmek istemiyorum. Zira hem en yakın hem de uzak komşumuz, Ermenistan’ın iç siyaseti hakkında, yok denecek kadar az bilgimiz olduğu için, tamamen yerel izlenimi veren, bilgilerle boğmak istemiyoruz…
Ama diğer yandan Türkiye’yi çok ama çok yakından ilgilendiren başka konular var; asıl onların üzerine eğilmeyi daha doğru buluyoruz…
Zaten Ermenistan’ın varlığı, ister istemez Türkiye’yi ilgilendiren bir konu, o da başka…
Seçime, farklı siyasal partilerin ittifak kurarak oluşturdukları, 9 ayrı siyasal güç katılıyor.
Hadi söyleyelim, Ermenistan’da (Sn Erdoğan’ın istediği) parti üyesi cumhurbaşkanlığı var...
Türkiye’de Sayın Erdoğan ve şürekâsının getirmek istediği Türk tipi başkanlık sistemi değil, resmen, adı-sanıyla affedersiniz Ermeni usulü başkanlık sistemi; vallahi yapacak bir şey yok…
Affetmeyin veya affedin ama Türkiye resmen Ermeni usulü başkanlık sistemini oylamaya gidecek 16 Nisan’da…
2 Nisan’da işte Ermenilerin ana vatanında kendi usulleriyle milletvekili seçimi yapıyorlar…
Karabağ gibi ciddi bir sorun var ama sanki ‘yok’ gibi
Yapıyorlar da, 9 siyasal güç içinde Karabağ Sorunu, ülkenin (doğrudan / dolaylı) en can alıcı, yakıcı, hayati, belirleyici, etkileyici sorun olmasına rağmen, programlarda sanki yok gibi!
Evet, kötü bir şaka sanki!
Bir tek siyasal güç hariç!
O da Ermeni Ulusal Kongre adıyla anılan, Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı (yazılışına dikkat edelim, zira hâlâ şaşılası şekilde yanlış yazılmakta), Sayın Levon Der Bedrosyan’ın lideri olduğu, Demirciyan ile ittifak yaptığı siyasal güç.
Yani seçime giden 9 siyasal güç içinde, sadece Sayın Der Bedrosyan’ın başını çektiği kısaca Kongre partisi ve içinde olduğu ittifak; seçmenlere sunulan Hedefler listesinde, adı artık resmen Artsax olan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin sorununun ne olup ne olmadığını, lafı hiç dolandırmadan, hangi aşamada olunduğunu, nasıl biteceğini açıkça yazıyor…
Diğerleri, ya hamaset, ya temenni ifadeleri kullanıyor ve sorunun çözümü hususunda hiç bir öneri sunmuyor ya da Sayın Der Bedrosyan’ın dediklerine benzer, dolaylı, bir şeyler söylüyor ama konuşmaya gelince hepsi bir ağızdan Der Bedrosyan’a infial derecesinde karşı çıkıyor.
Oysa Der Bedrosyan bağırıyor: bugünkü iktidar dâhil, aylar-yıllarca Azerbaycan ve Karabağ yöneticileriyle gizli istişarelerde bulunuyor, doğru yapıyorlar. Sonunda ‘pazarlık amacıyla’ denetim altına alınmış Azeri toprakları iade edilecek, kaçarı yok. Diğer taraftan Ermenilerin ikinci bir devleti olacak, savaş durumundan çıkacağız, iktisadi-sosyal tüm sorunlar düzelecek.
Dinlemek bile istemiyorlar, hakaretlerle suçlamalar yapılıyor. Tabii, Ermeni Diyasporası’nın ‘Satılmış’, ‘Hain’, ‘Azeri-Türk işbirlikçisi’ gibi sıfatlandırmalarının da ardı arkası kesilmiyor…
1919’da Paris’te yapılan toplantıdan söz ediyor Der Bedrosyan: (…) Paylaşım pazarlıklarında alacaklarını alan Fransa ve İngiltere’nin, sıra Ermenistan’a geldiğinde, eski heyecanlarıyla onların haklarını savunmadıklarını; Ermeni heyetinin ibrenin nasıl döndüğünün farkında olmadığını vs anlatıyor. Dahası makul talepler öne sürüyorlarken, birden talepleri arttırarak, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunduğunu, açık seçik anlatıyor…
Bir tarih, uluslar arası ilişkiler, siyaset dersleri gibi demeçleriyle, Der Bedrosyan; abartmadan söyleyelim, konuları bu kadar anlaşılır ve şeffaf anlatan dünyadaki ender liderlerden biri…
‘Karabağ Sorunu’nun çözümü, ne Azerbaycan, ne Ermenistan, ne Karabağ’ın elinde… BM ilkeleriyle hareket etmeyi ya kabul ederiz (üç taraf için söylüyorum), ya da bize kabul ettirirler. Daha fazla kayıp vermemek için, anlaşmaya gidelim ama halk yardakçılığı yüzünden, kimse açık ve doğru konuşmuyor… ‘
Çok değil, birkaç gün sonra, bölgemizde öyle-böyle değil, çok büyük gelişmeler ve beklenmedik gelişmelere yol açabilecek sürecin başladığına dair işaretleri alacağımızı şimdiden söylüyor ve bu yüzden Sayın Der Bedrosyan’a kulak vermeyi öneriyoruz:
‘(…) Bakın, şu iyice idrak edilsin, herkes için söylüyorum. Özellikle bu aşamada, Karabağ’a benzer farklı coğrafyalardaki sorunlarda çözümün son noktası, o bölgelerin ilgili ‘taraflarınca’ değil, uluslar arası siyasi-diplomatik çevrelerince konur. Önce de böyleydi, bugün de böyleolacak.
Bugün seçmenlerine bunun tersini söyleyen Azerbaycan, Karabağ ve Ermenistan idaresi, aslında çoktandır yürüttükleri görüşmelerde sona geldiler bile. Dolayısıyla neredeyse % 95’i bitmiş bir sorun hakkında, hiç vuku bulmamış gibi tartışıyoruz. Mesele bizim yani Ermenistan ve Azerbaycan arasında süregelen bir sorun değil. Mesele hem bizlerin ve uluslar arası düzen arasında ve hem de Azerbaycan’ın ve de uluslar arası düzen arasında bir konudur. BM ve AKİT gibi örgütlerin ve tekrar ediyorum ayrı-ayrı, Ermenistan ve Azerbaycan arasındadır. Bu anlaşmazlığın çözümü için gerekli ilkeleri ne Ermenistan, ne Azerbaycan, ne de Karabağ belirlemiştir; tekrar ediyorum, her taraf kendi öneri ve eleştirilerini ortaya sunarak katkıda bulunmuş ancak son sözü bu çevreler vermiş-vereceklerdir. Dünyanın başka bölgelerinde olan benzer sorunlar için de, kendileri karar vereceklerdir. Karabağ sorununun çözüm süreci, soyut bir platform değil, somut yetkilerle donanmış, kendisine bu sorunu çözme görevi verilmiş bir mahkemedir. İşte bu mahkeme aslında AGİT’in MİNSK grubudur; BM tarafından (itimat ve yetki bakımından) takdis edilmiştir. BM’nin tüm belgelerinde bu sorunun çözümü için MİNSK grubunun memur edildiği belirtilmiştir.
Ermenistan, Azerbaycan ve Karabağ yöneticilerinin söz etmedikleri görüşmelerde temel alınan ilkelerin neler ve sorunun hangi aşamada olduğunu şöyle söylüyyor Der Bedrosyan …
(…) Şimdi artık sorun somut. Madrid ‘de kabul edilen ilkeler temelinde görüşmeler ilerliyor. Azerbaycan ve Ermenistan bu ilkelerle bitiş noktasına gelen anlaşmanın son aşamasındalar. Bugüne kadar hatırlayın şu aşamalardan geçildi. 6 farklı plan denendi. 1997’de paket halinde sorunu çözme, sonra aşama-aşama halde sorunu çözme, 1998’de MİNSK ile ilgisi olmayan ABD’nin Key West zirvesindeki plan ve nihayet Madrid planı. İçerikte olmamasına rağmen, yöntem açısından farklılıklar arz ediyordu ama başlıca 1) Paket halinde yani toptan çözüm ve 2) Aşama-aşama halde sorunu çözme diye ikiye ayırabiliriz. Sonuçta paket çözümü ortadan kaldırıldı, olmayacağı anlaşıldı. Kaldı aşama-aşama halde çözüm yolu. Bu şıkkı, her üç taraf da bir çözüm olarak kullanılabileceğini ilkesel olarak kabul ettiler. MİNSK grubunun yarattığı ilkelerdir bunlar. ABD, Rusya, Fransa’nın katkılarıyla yaratılmıştır. Müzakerelerin yapılması yönünde mutabakata varılmış ilkeler şunlardır:
1) Denetim altına alınmış toprakların iadesi
2) Kavga halindeki tarafların – ne olursa olsun – zor kullanmama konusundaki mutabakatı ve
3) Karabağ’ın kendi kaderini tayin etme konusundaki kararın tanımı. Ayrıca barış gücü askerinin bölgeye yerleştirilmesi gibi tedbirler… Şimdiki son aşamada tabii ki her taraf kendi lehine bir – iki avantaj daha koparabilmek için çabalarını sarf ediyor ki bu doğaldır, sonuçta hiçbir taraf tamamen tatmin olmayacak ama karşılıklı tavizlerle bir mutabakata varılacak.
‘Azerbaycan asla taviz vermeye yanaşmaz, neden Ermenistan taviz versin?’ gibi tepkilere tekrar olacak ama söyleyeyim… Dediğim gibi, BM ve AGİT’in MİNSK gurubunun, üç tarafı masaya oturttuğunda, her üç taraf da masadan, bazı tavizler vererek kalkacaklarını bilerek oturdular. Dolayısıyla, uluslar arası bu merciler büyük bir sabır ve tahammülle (Karabağ, Kıbrıs, ister Balkanlarda şu veya bu bölge anlaşmazlığı, fark etmez) bekler ama taraflar eğer inat ve sebatla mutabakata varmamak için direnirlerse, işte o zaman bunu size yaptırırlar. Yani üç taraf da, kendi kaderini tayin etmiş olmanın (Karabağ) ve kaybetmiş oldukları toprakları yeniden geri almış olmanın (Azerbaycan) ve savaş halinin bitmesiyle (Türkiye) komşuları tarafından alınmış kıskacın kalkması ve iktisadi ve sosyal hayatın düzelmesi başarılarını elde etmiş olmanın (Ermenistan) mutluluğunu yaşayacaklardır. Yaşamalılar da, aksi takdirde, ihtimali bile söz konusu etmek istemiyorum; işte Saddam, işte Kaddafi ve diğerlerinin akıbeti.’
Sayın Der Bedrosyan’ın açıklamalarına daha sonra devam edeceğiz; şimdilik burada keselim ve bir de bu seçimde benzeri barışçı fikirleri ileri süren tek bağımsız milletvekili, Arakadz Axoyan’ın olduğunu bildirelim.
İlerleyen günlerde, ayrıntılarıyla konuşacağız; zira gerek Der Bedrosyan’ın takdir edeceğiniz gibi ders niteliğindeki açıklamaları ve gerekse Arakadz Axoyan’ın fikirleri ve şahsiyeti, kendileri hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi hak ediyor…
Yazımızı tamamlarken, Azerbaycan’dan, ülkenin eski yöneticilerinden, tecrübeli siyasetçi Mutalibov’dan Ermenistan’dan Der Bedrosyan tarafından uzatılan barış eline karşılık vermek gerek diye ilk olumlu tepki geldi bile…