24 Şubat 2016, Çarşamba günü, saat 14.30’da, Saray burnu Limanı’nda, İstanbul Valiliği'nin bizzat girişimi, tabii ki T.C. Yahudi Cemaati’nin işbirliğiyle, Struma faciasını anmak için, bir toplantı düzenlenmişti.
T.C. Yahudi Cemaati Başkanı, Sayın İshak İbrahimzadeh konuşmasına Sardalye kutusu içerisindeydik sanki diye başlayan, Struma’nın tek kurtulanı David Stoliar’ın, hayatının son yıllarında verdiği bir röportajda söylediklerini aktararak konuşmasına başladı…
Frenklerin deyişiyle kelimeleri asla yutmayan ama aynı zamanda Yahudilerin hangi ülkede olurlarsa olsunlar, ülke ilkeler, yasalar, gelenekler ve kutsallarına kesin saygı duymaları gerektiğini savunan ve temsil ettiği halkın acı-tatlı anılması gereken özel alanlarını da zarifçe talep eden Sayın İbrahimzadeh sözlerine şöyle devam ediyordu…
Tarihin acı gerçekleri, neresinden çekiştirirsek çekiştirelim kömüre asla beyaz, yoğurda da asla kara denemeyeceğinin ama insanlığa kalıcı olanın bir daha tekerrür etmemesi mesajı olacağı ışığında konuşuyordu Sayın İbrahimzadeh. Dediklerinin altın noktası bizce şuydu: 500 Yıl evvel bizleri engizisyondan kurtarmak için gemilerini İspanyalara gönderen, bugün milyonca mülteciye kapılarını açan Türkiye’m ise birkaç metre ötede demirlemiş, ölümüne terk edilmemek için sığınacak mekân arayan 768 Yahudi’yi kurtaracak dirayetli adımı bu sefer ‘tarafsız kalarak savaştan korunabileceği’ gerekçesiyle atmadı.
Bazı (daha çok Orta Doğu’daki) toplumlarda ‘yüzleşme’ kavramını hâlâ zaaf, küçüklük, bir utanılacak şey gibi telakki edildiğine tanık oluruz sıkça İbrahimzadeh buna hiç değinmeden ‘neden yüzleşmek?’ sorusunu cevaplıyordu.
(…)Yüzleşebilmeliyiz, çünkü o günün sübjektif doğrularını, bugünün evrensel suçluları olarak taşıyanlar olmayalım. Öfke değil, gelecek uğruna, nefret-intikam duygularından arınmış, barışçıl - özgür yarınlar yaratabilmek ve bu felaketleri çocuklarımıza yaşatmamak / onların yaşamasını engellemek için yapabilmeliyiz..
Vatandaşların samimi, şık, içten ama bağırmadan, sessiz çığlığından sonra, zaten böyle bir toplantı düzenlemek istemesinden belli, bu kez devletin kucaklayıcı sesini duyacaktık…
Sayın İstanbul Valimiz (…) Bundan 74 yıl önce, bugün, 24 Şubat 1942 tarihinde oluşan, 103’ü çocuk 768 kişinin ölümüyle sonuçlanan, yakın tarihin en trajik olaylarından birini anmak için buluştuk diye başlarken, nefesler adeta tutulmuş, kendisini dinliyorduk…
Olay’ın gelişmesini (…)12 Aralık 1941 günü Köstence limanından kalkan “Struma” gemisi, işkence, ölüm kampları, gaz odaları yani insanlığın büyük vahşeti, Holokost’tan kaçarak, yaşam mücadelesi veren Yahudi mültecilerle, Boğazlardan geçmek için İstanbul’a geldiğinde, motoru bozulmuş, Sarayburnu’nda demirlemişti diye, teknik bilgi verip devam ediyordu şehrimizin bir numaralı mülki idare amiri…
(…) Struma, 70 gün boyunca Sarayburnu açıklarındaydı. Bu süre zarfında, Türk Kızılay’ı - Yahudi vatandaşlarımızca gemiye yiyecek yardımı, sağlık hizmeti sağlandı; Hükümetimizce geminin yoluna devam edebilmesi için her türlü girişim yapıldı. Ancak sarf ettiğimiz tüm çabalara rağmen, sığınmacıların gideceği ülkelerden gerekli izinlerin gelmemesi nedeniyle II. Dünya Savaşı şartlarında, gemi 23 Şubat 1942 günü ayrıldı. Ne acı ki Karadeniz’deki Struma tam bir gün sonra, 24 Şubat 1942 tarihinde, bir Sovyet denizaltısı tarafından torpil atılarak batırıldı diye kendi duygu ve devletin bugünkü duruşunu yansıtıyordu.
Sayın Vasip Şahin’in konuşmasının altın noktası, şu ifadelerinde saklıydı sanki (…) Bu elim hadisede birçok ülkenin sorumluluğu var. Ancak, bugün bizlere düşen suçlu aramak değil, tarihte yaşanan trajedilerden ders çıkarıp (onların),hafızalarda yer etmesini sağlamak ve bu hadiselerin tekrar yaşanmasını önlemektir diyerek, dikkatli, amiyane tabirle davul zurna ile bağırarak değil ama iki noktaya mutlaka değiniyordu. Birincisi, Struma olayı, asla tekerrür etmemesi; ikincisi, ders alınması gereken elim bir olaydı.
Nihayet (…) hep iyi anıları olan Türk-Yahudi ortak tarihinin istisnalarından “Struma” hadisesinden önemli tecrübeler edindik. Hepimizin müşterek acısı, bu elim vakayı hiçbir zaman unutmayacağız diyerek, konuşmasını tamamlayan Sayın Valimiz, aslında devletin bugünkü tavrını, duruşunu çok güzel yansıtmış oluyordu…
Ayrıca her benzeri remi konuşmada olduğu gibi, Sayın Valimiz, bu konuşmasında da, denge unsuru sayılabilecek, ör: bugünkü kör terörizm saldırıları gibi, aktüel sorunlardan da söz ediyordu tabii… Konuşmanın tamamını burayı tıklayıp izleyebilirsiniz.
Geçtiğimiz sonbahar Yunanistan'ın İstanköy adasına mülteci olarak küçücük bit tekne ile kaçmak zorunda kalmış 154 kişiden, başka bir kadına kendi can yeleğini verdiği için yüzmek zorunda kalmış ve yorulmuş, sonunda cesedi bile bulunamayan, yiğit insanın eşinin anıları da son derece manidardı… Göçmenlik zor iş dedirten türde…
Yıllarca, korkularının arkasına saklanıp, unutmuş gözükerek, hayalet gemi haline getirdikleri, Struma’da kaybettiklerinin, mezarları olan bu denizin önünde bir dua dahi söyleyememiş olmanın yarattığı utancı geride bırakma duygularıyla, Sayın İbrahimzadeh özür diliyor ve Hahambaşı, Sayın Rav İsak Haleva’yı Kadiş duasını okumak için sahneye davet ediyordu...
Hz İsa’nın ana dili ve bugün sadece Süryanilerin, o da sadece bir kısmının, konuşabildiği Aramice dilindeki Yitgadal veyitkadaş Şeme Raba (cevaben Amen!); Bealma de vera hirute malhute; veyatsmah purkane, vikarev Meşihe (cevaben: Amen!) diye devam eden Kadiş duası, kepiler takılarak, sesli edildi…
Saat gibi işler şekilde organize edilen anma töreni, toplam 40 dakika sürdü; İstanbul Valisi ve Hahambaşı denize bir çelenk attılar. Akabinde, tüm yerli ve yabancı diplomatik ve siyasi zevat, davetliler, önceden hazırlanmış beyaz karanfilleri Boğaz’ın delice akan soğuk sularına attılar; kimisi haç çıkardı, kimisi Yahudi duası etti, kimisi de besmele çekti içinden…
* * *
1940 yılında Naziler Balkanlara dek gelmişti. Polonya gibi, Romanya’ya da Yahudi karşıtı yasalar dayatmışlardı. 1941’de, Romanya'nın Yaş şehrinde 4 bin Yahudi'nin katledilmesiyle, Romanya Yahudileri için Filistin'e gitmekten başka çare yoktu. Kaçışı planlayan 790 yolcu, 10 gemici, Struma isimli 1830 model motorlu, 46 m.lik, Panama bandıralı bir Bulgar kömür gemisini kiralamışlardı. Sonucu biliyorsunuz, 103' ü çocuk, 768 kişi öldü. Bir (David Stoliar) yolcu ve bir (Diko İvanof) gemici kurtulmuştu; Diko, dayanamayarak kendini salıvermişti.
Ancak, gemi batırılmadan, günler önce, tarihi geçmiş Filistin vizesi bulunan birkaç yolcu, İngiliz hükümetinin onayıyla, Martin Segal ve ailesi de ABD'nin ricasıyla, işadamı Vehbi Koç'un aracılığıyla, T.C. hükümeti nezrindeki girişimleriyle gemiden indirildiler. Yazar Muharrem Sarıkaya’nın yazısı buna referans gösterilebilir.
Ayrıca, tarihçi Ayşe Hür’ün ‘Türk Shindleri efsaneleri’ başlıklı yazsı da keza…
Bu Martin Segal beyin (Bay değil, bazılarının ısrarla dediği gibi), Standard Oil Company of New York adlı Amerikan petrol şirketin Romanya müdürüydü. Tahmin edildiği gibi Vehbi Koç da şirketin Türkiye temsilcisiydi. Vehbi Koç da, haliyle Segal ailesi için İçişleri Bakanı Faik Öztrak ve İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmeler yapmıştı
Bu arada, aynı Ayşe, Hür’ün Azınlıklar nasıl azınlık oldu adlı tebliğinden öğrendiğimize göre, zamanın Başbakanı, Refik Saydam: Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz diyordu…
Tüm bunlarla beraber, Struma faciasında, ayrı-ayrı payları olan İngiltere, Almanya, Rusya, Türkiye gibi ve ayrıca oralı olmayarak payları olan ABD gibi ülkeler içinde, 74 yıl sonra, sadece ve sadece Türkiye’nin, hiç olmazsa böyle bir jestle kanayan acılara bir nebze de olsa merhem olmasını da, kaydetmeli ve teslim etmeliyiz…