Yüzlerce film arasında, izlemek için karar vermek, başlı başına, resmen oturup çalışmak isteyen bir meşgale… Kızıl Ordu’nun Yerevan’a giriş yaptığı, Apovyan Cd üzerindeki Gino Moskova yani Moskova Sineması tamamıyla festivale ayrılmış. Filmlerin ezeli çoğunluğu kırmızı salon denilen büyük, mavi salon 1 denilen daha küçük ve mavi salon 2 denilen çok daha küçük bir salon olmak üzere değişik salonlarda gösteriliyor…
Ayrıca bazı filmler de, Henrik Malyan Sinema Oyuncusu Tiyatrosu, Ginopark ve Gino Star’da gösterilmek üzere organize edilmiş…
Moskova Sinema Salonu önü, sokağın girişinde, Dünya Ermenilerinin ustaların ustası, dünya sinema tarihine imza atmış ama fizikken aramızda olmayan, isimlerin yıldız şeklinde (Holywood gibi) yer taşları yerleştirilmiş…
4 Aralık 1987 tarihinde, tam 90 yaşındayken, ABD’de hayata gözlerini yuman; sinema tarihine birden fazla ilklere imza atmış, 1929’daki Helen Morgan ile Applause’den tutun, 1931’deki kült olmuş Dr Jeykıl ve Mr Hayd, 1933’te Greta Garbo ile Kristin Kraliçe ve daha nice-nice filmlerin (en son 1957’deki Moskova güzeli ve 1963’te vizyona giren ama çekimler ortasında hastalanıp, yerine Joseph Mankiewichz’in geçtiği Kleopatra) yönetmeni, Gürcistan Ermenisi Rupen Mamulyan unutulmamış tabi…
Fransa’nın en Amerikanvari yönetmeni unvanına sahip, aksiyon filmlerinin, matematiksel kurguyla, sağlam, senaryolarıyla tanınmış, Türkiye-Tekirdağ (Rodosto eski adı) doğumlu, Henri Verneuil takma adıyla tanınmış senarist-yönetmenimiz unutulmamış. Başkan (1961), Kışın bir maymun (2013), Mayrig (Ermenice ‘Anne’, 1992), unutulmaz Sicilyalılar Çetesi (1969), Soygun (1971), Bodrum’daki melodi (1963), I comme Icare (1980) ve nice ama nice unutulmaz filmlerin ustası Aşot Malakyan yani…
Sovyet Ermenistan ve tüm SSCB filmlerinin unutulmaz baş kameramanı, Foto direktörü, Albert Yavruyan da tabii ki adı yıldız taşlarına yazılmış isimler arasında… Azerbaycan’ın efsanevi halk sanatçılarından Âşık Garib üzerine, yine bir sinema maestrosu olan, Sergey (Sarkis) Paracanov (Paracanyan)’ın 1988’de yaptığı film; Garen Kevorkyan’ın 1974’te çevirdiği Burada, bu köşe başında adlı film, 1965’te Frunze Dovlatyan’ın çevirdiği Günaydın, benim! adlı film ve daha niceleri…
Sergey (Sarkis) Paracanov (Paracanyan)… Rotterdam Film Festivali’nde kendisine bundan böyle sinemanın Maestro (usta)’larındansınız diye abartmasız dünya basın medyasınca övgü ve saygıyla bahsedilen senarist – yönetmen – ressam tam bir efsaneydi. Adının bu taşların arasında olmaması zaten düşünülemezdi… Yakından, çok iyi tanıma şerefine haiz olduğum bu büyük usta hakkında, özel yazıyla konuşmaya söz veriyorum…
Ermenistan sinemasının Rönesans’ının babası olarak niteleyebileceğimiz, Ermeni Soykırımı üzerine ama tabii ki son derece usta ve dolaylı bir dille daha 1977’de çevirmiş olduğu Nahabet filmi, 1980’de ancak vücut bulan, Sovyet rejiminin Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden inşa) politikalarının müjdeleyicisi olarak tanımlanmıştı. 1970’de çevirdiği Menk enk mer sarerı yani Dağlarımız, biziz, 1979’daki komedi-dram niteliğindeki, son derece nefis Bir parça mavi gökyüzü ve nice filmlerin yönetmeni, Gürcistan’ın Telav şehrinde doğmuş, hocam, Henrik Malyan tabi…
Bir defadan değil, aheste-aheste tadını ala-ala bu yıldız taşlarını yerleştiriyorlar her yıl…
Mutlaka görülmesi gereken filmlerden biri bence Yahudi asıllı Vitali Mansky’nin Güneşin Altında adlı filmi… Kameramanlar, Alexandra İvanova ve Mihail Gorobçuk, senaryo da yine Vitali Mansky’e ait… Harut Khaçadıryan, gösterimden önce kendisine ustalık beratını verdi. O da (…) Bilseydim, kostüm giyer, öyle gelirdim; böyle hırpani kılıklı usta mı olur dedi ve seyircilere bir sanal buse attı. Ama hemen arkasından, ciddi şekilde ekledi: Ermeni’den ustalık beratı almak her babayiğidin harcı değil. Zira Ermenilerin kendileri birer usta zaten, ben demiyorum, tüm dünyanın bildiği şey; Ermenistan da bu ustaların en yoğun yaşadığı yer olduğuna göre, bundan sonra halim hakikaten yaman, kendimi salarak, ustalık tasası olmayan işler yapmaya hakkım olmayacak anlayacağınız dedi…
Kuzey Kore’de bir kız çocuğun ekseninde geçiyor her şey… Aslında film içinde film türü bir film. Kuzey Kore’de devletin propagandası için, bir film çekimine eşlik ediyoruz seyirci olarak… Bir kız çocuk ve onun arkadaşlarının nasıl zoraki, ezberletir gibi, büyük önderimiz, general … der ki, sabahları dişleri fırçalamak, en yurtsever meselelerden birisidir filan gibi sloganların söyletilmesi, yine ulu önder aşkı, yurtseverlik adına sabah jimnastiği yapılması ve ulu önderin resmi / heykeli önünde yeni çiftlerin bir görev yapar gibi poz verdiklerinin farkına varmadan fotoğraf çektiklerini filan görüyoruz…
İnsan filmi seyrederken nasıl da irkilmiyor ki…
Hangi rejim (sosyalizm, faşizm, despotizm, sivil / askeri diktatörlük) altında olursanız olun, kişinin tabulaştırılması, o kişinin baskıda tuttuğu devlet mekanizmalarının (askeri / sivil) vesayeti altındaki toplumların durumu ne kadar benziyor değil mi?
Söylemeden edemeyeceğim, yetmez ama evet diyenleri, sanki hiçbir şey anlamamış ve başka eleştirecek kişi veya zümre bulamamışçasına, eleştirenlerin; o eski Türkiye’sini hatırladık bu filmde… Azınlık okullarında, damla kadar çocuklara, gırtlaklarını yırtarcasına Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam… inanmadığı ve olmadığı (devletin zaten öyle de görmediği) bir kimliği, zorla ben öyleyim diye bağırtma işkencesinin, nasıl bir şey olduğunu bu filmde de görmek mümkün…
İkincisi de Sovyet Ermenistan’ın, oyunculuk alanında, SSCB Halk Sanatçısı unvanına sahip, birkaç kişiden biri olan, Frunzig Mher Mıgırdiçyan’ın sinema yönetmeni olan kardeşi Albert Mıgırdiçyan’ın triloji – üçlü oluşturan filmlerin en sonuncusu da Mutlu Otobüs idi…
Leninagan yani Gümrü’lü olan Mıgırdiçyan kardeşler, birisi yöneterek, diğeri oynayarak, doğmuş oldukları şehre sanki bir borç ödemişlerdir; tabii trilojinin sonuncusu olan bu Mutlu Otobüs’te artık Frunzig Mher ölmüş olduğundan, sadece bu filmde oynayamamıştı…
Kendi çocuklukları, bir tür otobiyografileri olan Çocukluğumuzun Tangosu (Mer manguytan tangon), Eski günlerin şarkısı (Hin oreri yerkı) trilojinin ilk iki filmiydi…
Mutlu otobüs’te, deprem anı değil, deprem sonrası hayatta kalanların, yarı sıyrık, yarı kaçık, yarı uyanık, yarı kıskanç, yarı kötüleşmiş, yarı çirkinleşmiş, yarı umut vataa eden, garip, yarı güzel hatta çok güzel insanlar ve ilişkilerini anlatıyor, bir çocuğu eksen alarak…
Albert Mıgırdiçyan’ın yönetmen, Frunzig Mıgırdiçyan’ın da oyuncu olarak tarzları hep trajik-komedya olmuştur… Bu da Leninagan yani Gümrü şehri ve kültüründen geliyor.
Oyuncu kadrosu, Azad Kasbaryan, Sos Sarkisyan, Georgi-Suzan Bağdasaryan, Mikael Boğosyan, Anahit Koçaryan, Razmik Margaryan, Garine Cangukhasızyan, bir arada… Rudolf Vadinyan ise Albert’in değişmez usta kameramanı…
Ettero Scola’nın 1987’de çevirdiği, o Vittorio Gassman (büyük annesi Anadolu Ermenisi) Fanny Ardant, Philippe Noiret, Stefania Sandrelli’nin oynadığı, şahsen benim başucu filmlerimden Famiglia yani Aile’sini andıran türden bir neo realist bir film Mutlu Otobüs.
Birinci yarısında biraz sıkışık, grotesk sınırlarını zorlayıcı, inandırıcılığı zorlayan, biraz çok uzayan gülme sahneleri olmasına rağmen, ikinci yarısında, rayları üzerinde yağ gibi akan bir vagon gibi bir film izliyoruz…
Altın Kaysı-Golen Apricot’tan, Ermenistan kayısısı gibi tatlı, sert, kokulu selamlarlar…