29 Mart 2019 tarihinde bizlerden ayrılmadığı takdirde, 16. Altın Kayısı’nın ‘Onur Konuğu’ olacak, Agnés Varda’nın gözüyle, kendisini anlattığı ‘Varda’nın gözüyle Agnés’ belgesel filmiyle yapıldı bu açılış…
Agnes Varda'nin filmini böyle izledik; çok renkliğiyle, uçukluğu ile ve içimizdeydi sanki o...
Sayın Jonathan Lacôte’un bildirdiği gibi, Fransa, ilk günden beri, Altın Kayısı Festivali’ne elinden gelen tüm desteği esirgememişti; bu yıl da festivalin 112 filmi içerisinde 24’ünün Fransa menşeli olduğunu düşünürsek, Sayın Büyükelçinin dediği doğrulanıyor…
115 dk boyunca, bir ders ama asla canınızın sıkılmayacağı türden yani ders olmayan bir dersi dinlemedik adeta yaşadık bu filmle…
Paris’in ünlü klasik tiyatroların birinde 2 bini aşkın izleyici karşısında, sahnede bir masa ve koltuktan seslenmişti Varda, fizikken yaşadığında, zira o hakikaten yaşıyor hâlâ…
Film böyle başlıyor ve arada sırada kendi / başkalarının kendisini çektiği filmler sahnedeki ekranda ve dolayısıyla bu filmde de gözüküyordu; sonra yine kendisine, sahnede koltuğuna oturmuş görüyorduk…https://www.youtube.com/watch?v=peJGy9X--Ww&feature=youtu.be
Mart ayında vefat etmeseydi, 16 Altın Kayısı'nın Onur Konuğu olacaktı, Varda...
‘(…) Seksen yaşıma geldiğimde sanki paniğe kapıldım; seksen sayısı bana endişe veriyor ve panik yaşıyordum; onca işim varken, ya bana bir şey olursa diye, hayıflanıyordum; oysa doksanıma geldiğimde tamamen o korku gitti, anlaşılmaz bir rahatlık kaplamıştı benliğimi …’ diyordu ve kocasıyla nasıl tanıştığını, aşkını anlatıyordu ama sinema diliyle… Bir başka sekansta ‘konuşan iki kişinin ekranda uzaklaşırken sesin de yavaşça sönüp, işitilemeyecek dereceye kadar inmesi alışılmış bir tarzdı. Oysa ben ‘hayır’ dedim, insanlar uzaklaşabilir ama kendi aralarında normal konuşuyorlar ve seslerini kısmıyorlardıysa, o zaman neden seyirci bu konuşmadan mahrum kaslındı. Böylece oyuncularım ekranda, uzaklaştıklarını görsek de, diyalogları seyirci için işitilebilir yaptım’ diyordu, ustaların ustası Agnes Varda …
François Truffaut, Jean Luc Godard, Eric Rohmer, Claude Chabrol, Jacques Rivette vd Fransa’nın 1960’larda doğurduğu ‘Yeni Dalga sinemacılar’ın kurucuları ise ‘büyük annesi’ veya ‘vaftiz annesi’ ise, babası Rum, Fransa’lı yönetmen Agnés Varda olarak kabul edilir.
Usta Varda, bu filmde ‘(…) Bazı filmlerim ilgi topladı, bazıları ise çok büyük; yapımcı lisanıyla konuşsak - ki pek haz etmem - çok iyi iş yaptılar… Başka filmlerim ise tam bir başarısızlık ürünü, tutmadı işte… Ör, Sinema’nın 100. Yılı münasebetiyle, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac benden bir film yapmamı istedi. Yaptım, birbiriyle görmeye pek alışkın olmadığımız aktör, aktrisleri (Jean Paul Belmondo, Michel Picolli, Catherine Deneuve vd gibi aktör, aktrisleri)birbirleriyle âşık roller oynamasını istedim ve çektim ama tüm bunlar çok kısa sekanslar halindeydi. Roberto de Niro’yu tasavvur edin, haftalardır çalıştı ve Fransızca aşk replikleri sunuyordu… Ama tutmadı işte (gülerek)
Varda’nın gözüyle Agnés filminde, usta, kendisinin unutulmazlarından olan 'Mekânlar ve Yüzler’, ‘Paralel Yaşamlar ve Toplayıcılar’ gibi filmlerinin arka planlarını, neyi, nasıl ve neden yaptığını akıcı bir dille anlatıyordu…
Fransa'nın Erivan'daki Büyükelçisi, Fransa'nın Altın Kayısı'ya her zaman destek verdiğini söylüyor...
Agnes Varda’nın takip ettiği yol da şöyle…
30 Mayıs 1928 yılında Brüksel'de doğdu. Sorbonne Üniversitesi'nde ve Ecole du Louvre'da eğitim gördü. Müze yöneticisi olmak isterken fotoğrafçı oldu ama tiyatro, sinemaya ilgi duymaya başladı. 1954'te ilk filmi Lapointe courte (Kısa Uç) Yeni Dalga akımının habercisi oldu. Konulu filmler, ilginç yeniliklerle dolu kısa filmler yapınca, o artık Fransa sinemasının özgün yönetmenlerinden biri olmuştu.
Varda, 1968-70 yıllarında Los Angeles'te bir hippi filmi olan Lions Love 'ı çekti. Fransa'ya dönünce L'une chante, l'autre pas filmini... Fransa’daki ortam kendisini sıkmıştı, en iyisi tekrar Los Angelos’a gitmeliydi ve giti de, bu gidiş kendisine 1979-81 yılları arasında Mur murs ve Documenteur adında iki belgesel film kazandırdı. 1985'te Sans toit ni loi filmiyle Venedik Film Festivali'nde ''Altın Aslan'' ödülünü aldı.
Tüm bu bilgiler onun ‘oyunlu (fiction) film çekerken, belgesel tat ve yaklaşımıyla yapmayı hep sevdim; inandırıcı olmak istiyorsak eğer, tamam oyuncu yeteneğini küçümsemiyorum ama (her durumda değil) bazı durumlarda boşuna oyuncuyu uğraştırmak yerine, özellikle küçük, dolaylı karakterlerde, saklanıp, oyuncu olmayan karakterleri, olduğu gibi çekerim, daha iyi olur. Ekmek fırınında, peynir dükkânında, sıra bekleyen müşterileri çektiğiniz zaman, halkın öz be öz kendisi gibi, mimikleriyle, canının sıkılmasıyla, yanakları şiş halde iç dünyasını belli ederken, çıkardığı komik görüntüleriyle ama halkın ta kendisi hareketler yaparken, sokaktaki insanı çekmek istedim’ sözlerini daha anlaşılır kılıyor tabii…
Varda’nın eşi, Jacques Demy’nin 1990’da vefatıyla, bir boşluk hissettirdi kendisine, şoke olmuştu, artık eksikti… İşte bu boşluk, bu eksiklik ancak yeni filmler yaparak, kısmi doldurulabilir veya tamamlanabilirdi. Öyle de yaptı, tam üç film yaptı, arka arkaya…
Les Glaneurs et la glaneuse yani Toplayıcılar belgeselini 1999’da çekti ve akabinde bunun devamını çekti, iki yıl sonra ve bunlar 2002’de Fransız Akademisi’nin Rene Clair ödülünü almaya sebep oldular… 2005’te ise o Cannes Film Festibval’inde uzun metraj jüri üyesiydi artık…
Boşuna dememişler, sanatçı acı duydukça, acı çekerken en iyi yaratıcılıklarını yapar diye…
Yerevan Altın Kayısı’dan sevgilerle, yine görüşmek üzere…