Pınar Tremblay

07 Nisan 2015

Susturulduk eyy halkım…. Affetme bizi…

Susturulduk… Sustukça analitik ve eleştirel düşünme yetimizi kaybediyoruz. Susturulduk… İyi olmadı…

Bangladeş’te bir blogger, iki medrese öğrencisi tarafından öldürülüyor.  Katiller birbirlerini dahi tanımıyorlar. Tek bildikleri bloggerın “İslam düşmanı” olduğu ve bu öldürülmesi için bilmeleri gereken tek gerçek. Onların gerçeği. 

Türkiye’de bir vali, Serkan öğretmene “sen dilenci misin?” dedi. Kendini çocuklara adamış güzel adamın yüreği dayanmadı. Onuruna yediremedi. Kalp krizi geçirdi, vefat etti. Birer birer kendini ifade etmeye çalışan herkesi yok etmek ne kadar zaman alır acaba? Bize karşı duran herkesi yok etmek. Bu soru kimin gündeminde?

Farklı düşünceler üretebilmek, yaşlı gök kubbe altında yepyeni fikirler var edebilmek belki dünyanın en zor işi… Bu fikirlerden doğuyor elimizin altındaki bilgisayarlar, görmemizi sağlayan gözlük, çay bardağını tutulur yapan ince belli duruş… Düşünce, akıl almaz, utanç verici, korkutucu, tehlikeli olabildiğince üretici de olabilir. Ancak düşünce vahşi bir kısrak misali eğer koşmasına izin vermez, gencecik yaşta onu bir yere kapatırsanız, hadi büyüdün yarış atı ol diyemezsiniz. Düşünce en zor geliştirilen kas misali, sürekli kullanılması, sürekli karşı konulması sürekli direniş içinde olması gerek…

Yaşlanmak belki de en acı biçimde genişleyen kalçalarda, büyüyen göbekte, beyazlayan saçlarda değil kendini yenileyemeyen insanlarda görünüyor…. Hep aynı söylemleri tekrarlayan, her olaya aynı pencereden bakan, dünyayı bir iki renk ötesinde göremeyenler… Elektrikli çaydanlık edinmesi hayatının son gelişimi olanlar yani… Konfor bulmuş kişiler… Yıllar boyu hep yumuşacık koltuklarda oturan birisinden taşa bağdaş kurmasını bekleyebilir misiniz?

Özgürlük, gerçek özgürlük çok zor… Belki imkansız…Çünkü hür düşünce gerektiriyor. Hür düşünebilmek içinse en doğru bildiklerimizi bile sorgulayabilmemiz şart. Gerçek özgürlük sürekli gerçekten hür olma çabasındaki insanlarla oldukça rahatsız edici ama sizi nefes nefese bırakan, terleten, bazen çirkinleştiren ama sonunda bir yeni fikir doğurmanızla sonuçlanan bir süreç.

Yeni Otoriteryenlik

Geçen ay iki akademisyen Treisman ve Guriev http://www.voxeu.org/article/new-authoritarianism   yeni otoriteryenizm üzerine bir çalışma yayınladılar. Bu çalışma bu güne kadar diktatörlük mü, otoriterlik mi, tiran mı yok henüz değil canım diyenler, kendilerini sürekli avutanlar için elzem bir okuma.

Zamanlar değişiyor, artık Gulak takım adalarına sürgüne gönderip insanları soğukta günlerce köleleştirmeden de göz önünden silebiliyorsunuz. Yeni otoriterliğin en önemli silahı bilgi. Lideri vazgeçilemez, yerine başkası konamaz ve en yetkin, en ehil olarak göstermeniz önemli. Elbette herkes siyaset bilimi uzmanı olamaz, gününün 20 saatini siyaset okuyarak, ölçerek çalışarak geçiremez. Bu durumda halk elit dediğimiz, düşünceleri oluşturanlardan yardım alır. Köşe yazıları bu amaçla yazılır. Liberal demokrasinin en büyük sırrı işte bu nedenle özgür basındadır. Farklı düşüncelerin yer bulduğu bir pazar misalidir özgür basın, en uç noktadaki düşüncelere ulaşabilir ve sonunda birey olarak kendiniz karar verirsiniz. Çünkü pek çok kişinin oturup sayfalarca iddianame, kanun, yürütmelik okuyacak vakti, bilgisi ve birikimi yoktur. Bu halkın cahil olduğu anlamına gelmez. Yeni otoriterlik sisteminde Treisman ve Guriev bu bilgi akışının çok ciddi olarak kontrol altına alındığını gösteriyorlar. Bu inanılabilirlik sürdükçe halkı ve karşı çıkanları dizginlemek için devletin fiziksel baskı, askeri güç uygulaması az oranlarda yeterli oluyor.

Sizleri artık iyi bildiğiniz özgür basını yok etme metotlarıyla boğmayacağım. Ancak Treisman, başka bir çalışmasında şu noktaya dikkat çekiyor, Putin bir silovarch. Putin’in yarattığı bürokratik sistemi ve işadamlarını incelediğinde akademisyenler görmüş ki bunların yüzde 26sı “siloviki” yani eskiden askeri ya da istihbarat birimlerinde çalışmış kimseler. Treisman Rusya analizlerinde sık sık Kremlin İnç. Kremlin Şirketi diye ifade ediyor. Gerçekten de şirketsel, siyasi ve kişisel çatışmalar bir güç piramidi içinde ayakta tutuluyor, değişmeyen tek gerçek Putinin vazgeçilmez ve yerine yenisi konulamaz olduğu. İkinci adam yok. Diktatörlüklerde uzun süreli ikinci adamlar va rolamıyorlar.

Ve Türkiye

Treisman ve Guriev çalışmalarında bilgi akışını kontrolün ne kadar önemli olduğunu anlatıyorlar. Benim de bu konuda söylemek istediğim Türkiye’ye özel üç kaygım var:[yürekten dilerim ki hepsi boş kaygılar, safsatalar olsun, ve birisi çıkıp işte bunların hepsinin belgesi desin yazanı, okuyanı, tweetleyeni iftiralarla suçlamak yerine, yeterince masum insan sizin aldatılmalarınızca gereksiz bedeller ödedi.]

1-      “Karanlık bir aşk bu” --Asla gerçekleri bilememe sendromu – Vergi vermek temsil edilme hakkının temeli olarak görülmüştür. Vergi veren her bireyin verdiği her kuruş verginin nereye nasıl ulaştırıldığını bilme hakkı vardır. Aynı şekilde vatandaş dediğimiz ve oy verme hakkı olan bireylerin devlet gelir ve giderlerinin en azından 99 %ini görme hakları vardır. Bilmemek. Benim için en acı sorun bu. Bu nedenle hiçbirşey açığa çıkamıyor, sürekli gazeteciler yalancı, iftiracı, operasyon çekiyor diye suçlanıyor. Sürekli birileri zan altında bırakılıyor, ortada bir sis göz gözü görmüyor. Gerçekler, gerçek rakamlar nerede? Bilmiyoruz.

2-      “Nefret dolu bir aşk bu” -Alçak ve muğlak düşman –Düşman kim? Cemaat… Peki, bugün cemaati canla başla kötüleyenler kim? Tarihlerine bakarsanız, bir şekilde kendileri cemaatle içli dışlı kişiler. En tepedekilerden bahsediyorum, bir dönem çocukları cemaat okuluna veya dersanesine gitmiş, en yakın akrabaları birinin damadı diğerinin abisi cemaat. Ama cemaatle yakından uzaktan ilgisi olmayan tek suçu hükümeti eleştirmek olan kişileri apansızın cemaat ilan eden bir sistem. Hayır düşman bununla bitse. Düşman PKK, yok değil. Düşman DHKPC, düşman IŞID? Hangisi nerede nasıl düşman bunu anlayabilen var mı? Bir bakıyorsunuz nefret dolu takfiri yayınlar yapan, bugüne dek bu ülkede çöp bidonu kıpırdamadıysa bize borçulusunuz diyen “kızgın çocuk” hesapları var, herkes biliyor, ancak bunlar tehdit olarak görülmüyor. Cezayı bir facebook paylaşımını beğenerek paylaşan, bir karikatür çizen alıyor. Söylememe gerek yoktur takfirilerin devle nizamıyla ilgili düşüncelerini… Milli irade bunları istiyorsa, ya da istemiyorsa demiyorum, sadece düşman kim bunu bir bilsek?  Yani burada benim kaygım kim doğru kim yanlış değil oyunun kuralları nedir? Çünkü bu gidiş komşuyu komşuya kanlı bıçaklı düşman eden bir gidiş.

3-      “Sansürlenmiş bir aşk bu”--En kötüsü, kendi susma tuşumuza kendimiz basıyoruz. Yapmıyorum diyen var mı aranızda? Daha da kötüsü öyle bir yere geliyor ki bireysel sansür, kendi kendinizi sansürlediğinizi bile fark edemiyorsunuz artık, çünkü tabular var, kırmızı çizgiler, sorgulanamazlar, dokunulamazlar. Sadece sizin için var hem de…

Susturulma sürecinde, susturulanları izlerken, “şu hassas dönemden geçerken, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan, milli değerlerimizi hiçe sayarak” bunları duyunca sürekli bir darbe, sürekli bir kavga, sürekli bir azarlanma sisteminde yaşayınca, kaç kişi problem yaratan olmak için konuşabilir ki?

Öğretmen, avukat, madende inşaatta işçi, doktor, akademisyen, hatta sanatçı veya milletvekili olabilirsiniz, yanlış bir tek sözünüzle apansızın ne İran ne İsrail ajanı olmanız ne de devlet düşmanlığınız kalır. Ülke için kolunu bacağını vermiş gazinin protezine haciz koyan, 12 yasında yetim çocuğun goflet karşıllığı “kendi rızasıyla” 10larca adamla birlikte olduğuna karar veren, ömrünü terörle savaşacağım diye dağlarda tüketmiş generalleri vatana ihanetten hapse atan, sonra da tüh be aldatıldık diyenler size mi acıyacak sanıyorsunuz.  Yanılıyorsunuz. Bunca haksızlığa karşı ne yapabildik? Bir yanlış olduğunda etkili çözüm için toplumsal yasal methodlarımız nelerdir?

Hepimiz susturulduk. Kendi kendimizi susturarak sormayı, sorgulamayı unuttuk. O nedenle “aman sokağa çıkmayın sakin haaa oyuna gelmeyin” , ya da “hadi koşun sokağa” söylemlerinin ikisine de biz kendimiz için düşünebiliriz, sorgulayabiliriz “Sizden akıl alacak değiliz” diyemiyoruz. Zorla evde tutulan yüzde 50 oluyoruz bu nedenle. O yüzden ne kimliğimizi ne de nereye ait olduğumuzu bilemiyoruz.  O yüzden her sözde hükümet analizi “bu ülkede iyi muhalefet yok” gibisinden bir sabuklama ile son buluyor. Kendi kendimize o kadar sık sus düğmemize bastık ki…Susturulduk. Dilimiz değil sadece, yüreğimiz, vicdanımız, sağduyumuz, inançlarımız, kendimize saygımız daha neler neler susturuldu… Ne ektiğini bilmeyenlerin biçtiği nefret tarlalarında bedel ödememek için ne yapmak lazım? Sabah söylediğini akşam reddedenlere biat etmiş kişilerin kibri altında ezilmemek için?

Susturulduk… Sustukça  analitik ve eleştirel düşünme yetimizi kaybediyoruz. Susturulduk… İyi olmadı…