Bu yazıyı baskı altında yazıyorum. Yani omzumdan ekrana bakan Samia’nın baskısı altında. “Sonbahar değil, sonu yazman gerek” diyor başka birşey demiyor… Ama ben İslamcı erkeklerin genellikle çok kızgın erkekler olduğunu iyi bildiğim için Samia’nın baskılarına tüm cesaretimle direniyorum….
Tunus ilginç bir ülke… 1980’lerden ilk intifada sonuçlanıp, Oslo’da güç kazanana dek Filistin Kurtuluş Örgütü’nün lideri Yaser Afarata ev sahipliği yapmış. Arafat eşiyle burada tanışmış. Anayasasında İsrail’le ilişkileri yasaklama olasılığını konuşan –benim bildiğim—tek ülke.. Arap Baharı’nın başladığı, İslamcılar’ın seçimle gelip yine seçimle gittikleri ülke. İslamcılar kelimesi zor bir kelime. Burada kasıt İhvan, Müslüman Kardeşler… Tunus’ta iktidar oldukları sürece, Selefi grupların etkisini oldukça hissettirdiği bir İhvan’dan bahsediyoruz.
Samia 1990’ların sonunda Paris’te eğitim almış çarşaflı bir annenin ve Selefi bir babanın kızı. İyi bir Müslüman olmak onun için herşeyden önemli. Londra’da ekonomi eğitimi görüyor. Sekiz yaşından beri kendi isteğiyle örtünmüş, seccadede huzur bulduğuna inanıyor. Samia, artık İslamcı erkeklerin passe olduğunu, güzel akıllı “piyasa değeri yüksek” bekarların gözünde İslamcı erkeklerin “değerinin” yerlerde olduğunu söylüyor. Ahhh şu ekonomistler… (Bunu ekonomi terimleriyle okuyun lütfen, evlilik kurumuna saygım sonsuz.)
“İslam’ın adını da kötüye çıkaracaklar yoksa” diyor. Samia ve bir grup Arap genç kızla konuşmalarım şöyle özetlenebilir; kadınlar her zaman korsan erkeklere, kahramanlara aşık olurlar, tarih boyunca böyle olmuştur. Her büyük aşk bir kahramanlık öyküsüdür aynı zamanda. Asi, aykırı, sıradışı, sisteme direnen, cesur... Bu erkekler daha iyi bir düzen, daha eşit bir düzen, daha adil bir sistem isteyen ve kendi jenerasyonlarının bunu getireceğine inanan grupların liderleridir. Herhangi bir sosyal çevrede her zaman bu erkeklerin kıymeti diğerlerinden fazladır. Bu görücü usulü evliliklerde bile böyledir diyorlar. Yani evet, iyi, zengin köklü bir aileden geliyorsanız bu kıymetlidir ama “elde edilmesi zor” imajı hem kadının hem erkeğin “evlilik marketi/piyasasındaki” değerini arttırır. Aslında bildiğim ama haliyle onlarca yıldır hiç düşünmediğim “evlilik marketi/piyasası” kavramı her seferinde beni gülümsetiyor. Yaşlanmanın en güzel yanlarından birisi bu olsa gerek, çok genç ve güzel “çocuklarımızın” apansızın büyüdüklerini görebilmek.
Yine konudan çıktım… Samia ve arkadaşları, “1990’larda, hatta 2000’li yılların başlarında İslamcı (burada Müslüman erkekten bahsetmiyoruz, bahsettiğimiz, siyasal İslamcı, çoğu İhvancı erkekler) erkekler beyaz atlı prensti bir şekilde” diyorlar. “Fakir mahallelere yemek, erzak, doktor, okul, umut götürenler onlardı. Kadın grupları bu erkeklerin emeklerine destek vermek için kurulmuştu. Ama iktidar bu erkekleri iktidarsızlaştırdı.” Bu cümleyi yazmayayım diyorum, ama Samia 3:17, 33:70, 6:152, 22:30 diye Kuran’dan ayetleri art arda söyleyince boyun eğiyorum. “Bizim için artık kıymetlerini, güvenilirliklerini, inanılırlıklarını kaybetti İslamcı erkekler” diyorlar. Zaten yeni gelen kuşaktan da en çekici erkekler İslamcı olmuyorlarmış.
“Ne oluyor öyleyse bu yeni çekici erkekler” diyorum… Gülüşerek anlatmaya başlıyorlar… O zaman anlıyorum ki bir şekilde platonik aşklar, nişanlılar, bu yeni isimsiz kategorideler…. “Bu erkekler İslamiyeti kalkan yapmıyorlar” diyor Samia. “Ama elbette iyi bir Müslüman olmalarını bekliyoruz, bu önemli” diyorlar. “Fakat..” diye söze giriyor bir arkadaşı, “iyi bir Müslüman olmak bir gecede olabilecek bir iş değil. Bu bir süreç, hepimiz öğreniyoruz. Günahtan uzak durup, dinimizi yaşamamız gerektiğini ama kendileriyle barışık erkekler arıyoruz” diyor, “kendisiyle barışık, ama düzenle kavga edebilecek erkekler”... Peki siyasi düşünceleri ne bu erkeklerin? “Çözüm ne Arap milliyetçiliğinde, ne de İslami düzen kurmaya çabalamakta” diye anlatıyor gençkızlar. “Çözüm herkesin üretime katkıda bulunabileceği, çevre ile uyumlu, saygılı bir ülke yaratabilmek. Adına Tunus diyelim, Fas diyelim, Mısır diyelim” diyorlar. “Önemli olan imtiyazlı bir kesim yaratıp onların halkı bir ideoloji adına sömürmesine izin vermemek” diyorlar…Sloganları: “Sömürü bitmeli”. Gençlik işte böyle umutlarıyla güzel…
Sonuçta yeni tip erkek profilini anlamaya çalışıyorum, ne İslamcı ne milliyetçi. Ama anlayabildiğim kadarıyla biraz isyankar bu erkekler… Yolsuzluğa, haksızlığa, hırsızlığa karşı susmuyorlar. “Otoritereye karşı çıkabilecek erkeklerin piyasa değeri en yüksek” diyorlar…
Türkiye boyutunu düşünmeye çalışıyorum…Sanırım bunun İslamcılık ya da milliyetçilikle ilgisi yok… O nedenle perdeden kefen giymiş erkeklerin peşinden koşan genç kız sayısı az olsa gerek? Ne de olsa kefenle biat edenlerden kahraman çıkmıyor diyorum kendi kendime… O nedenle bir “sorun ağaç değil anlamadın mı” tweetiyle genç bir aktör tüm AKtrollerin nefret listesine girebiliyor… Ondan Barış Atay’ın sesinin Red Hack’e benzediği iddia edilerek gözaltına alınıyor, ve sonrasında saygınlığı ve hatta popüleritesi artıyor. Elinde siyasi güç olan erkeklerin gözünde direnen erkekler canavar misali, çok ürkütücü çok korktucu. Yoksa neden bu kadar tepki ve nefret?
Biat etmek alfa erkek dediğimiz, liderlik özelliğini yok ediyor… Biat sisteminde çünkü bir tek erkek alfa olabiliyor. Bu nedenle çok kızgın erkekler var belki de bu coğrafyada… Ben elbette yanılıyorumdur inşallah diye yazıyorum… Ama görebildiğim Türkiye’de de iktidar dışındaki erkekler –ki bunların bir kısmı çok dindar, farklı dini cemaatlere mensup kimseler—çok daha huzurlu, ağırbaşlı, kendisiyle barışık ve terbiyeli…Biat etmiş, iktidarın bir parçası olmuş erkeklerin çoğunluğu ise çok kızgın ve üzülerek söylüyorum çok küfürbaz ve terbiyesizler, değil mi?
Neden bu durumdayız? Belki haram yediklerini bildikleri için, vicdanları kanıyordur? Ne kendi geldikleri mevkileri, ne de akrabalarını istifledikleri koltukları hak etmediklerini çok iyi bildikleri için, yürekleri içten içe sızlıyor belki de… olamaz mı?“Karşımızdakini anlayabildiğimiz sürece insanlığımızı koruyabiliriz” diyorum kendi kendime sürekli, “compassion”, şefkat gerekli ve hatta elzem hepimize…
Bütün bu saçma sapan analizlerinin, bitmeyen kızgınlıklarının, dinmeyen öfke krizlerinin arkasında sanırım iki kocaman acıtan gerçek var: birincisi çok ciddi bir yenilgi, başarısızlık; ikincisi vicdan azabı. Bunu sürekli “kurtuluş savaşı”, “ölüm kalım savaşı” diyerek örtmeye çalışmak da bulabildikleri tek yol. Hep size benzeyen insanlarla içli dışlı olursanız, nasıl yeni ve başarılı politikalar/fikirler üretebilirsiniz ki? Üretemiyorsunuz…. Eziliyorsunuz… Ve haliyle elinizin altındaki ilk canlıyı ezmeye kalkışıyorsunuz… Bu nedenle, İslam Devletinin “cariye” yaptığı kadınlar hakkında köşeler döşenmiyor AKPli danışmanlar ordusu –lütfen bulun buraya yollayın da benim yüzüm kızarsın—bu nedenle Suriye’den gelip Türkiye’de 14’ünde kuma, 15’inde ana, 16’sında uyuşturucu bağımlısı “hayat kadını olan” Dina’nın öyküsünü yazmıyor hiçbir yandaş medya…
Bence, Samia ve arkadaşları hem haklı hem haksız… Sorun İslamcılık da değil, sorun biat etmekte, “Evet efendimci” olmakta, el ayak öpmekte, baş eğmekte… Erkekler nasıl her daim, genç, güzel, doğurganlık kriteri yüksek kadın arıyorsa, kadınlar da kendisine (kadına saygı talep etmeyi çoktan aştı dördüncü dalga feministler) saygılı ve yaşadığı düzeni iyileştirebilecek, güven veren erkekler arıyorlar…
Yani biat etmek size, akrabalarınıza güvenli bir iş ve herkese tepeden baktıran kibir ve hatta siyasi güç dahi verebilir. Ama kendinize olan saygınızı alıp götürür. Sonuç… sadece iki-üç gazete başlığına bakmak, bazı sosyal medya paylaşımlarını anımsamak yeterli sanırım…
Değişim daim…. Her yazıyı “hadi dava açacak bişey bulalım” gözüyle okuyanlar için bile…