Yaşar Kemal vefat etti… Başımız sağ olsun. Huzur içinde uyusun. Sansüre karşı duran, bir zamana ayna tutan, 1955te yazdığı İnce Memed romanıyla yarım yüzyıl sonra dahi bizleri hüngür hüngür ağlatmayı başaran koca çınar. İnce Memed’de ne derin sözler vardır; “hükümet de insan. Onun da merhameti var.”
Sözü taşa geçen mektuplar yazan arzuhalciler vardır bir de. En azından iddia ve umut budur. Yazınca hükümet duyacak diye umut edenler vardır o vakitlerde de, hala bu vakitlerde de…
İnce Memed’de köy ağaları vardır… Halkın sözünden çıkamadığı kişilerdir bunlar. 1900lerin Türk halkı da, diğer halklar gibidir, siyaset biliminin, Amerikan Bağımsızlık Belgesi’nde itiraf ettiğini, kanıtladığı zamanlarda olduğumuz için bunu gönül rahatlığıyla yazabilirim:
Her toplum ezilebildiğince ezilmeyi kabul eder, ne zaman ki bir yer de ip kopar o zaman devran durur. Yaşar Kemal bunu yürek hançerleyen bir cümleyle ifade eder İnce Memed’de: “İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri. İşte oraya değmemeli.”
Her hafta yeni bir darbe teşebbüsü oluyor güzel ülkemizde. Bizi kıskananlar pek çok. Her yerden saldırıyorlar. Dış mihraklar var, porno lobisi, mini etek ve dekolte lobisi var, affedersiniz Ermeni ve zinhar Musevi lobisi var, hele hele İran lobisi pek bir güçlü ve elbette her daim Amerikan emellerine bizi alet etmek için çalışanlar var, tüm bu lobilerin bir kısmı paralel, çoğu yerel, büyük bir kısmı ise çete. Evet evet, çete… “Sen ne yapman gerekiyorsa yap bıdı bıdı biz sonra bir kılıfına uydururuz” diyen çeteler hem de...
Bu darbeler ne zaman başladı? Benim aklımın erdiği, eksiklerimi tamamlayınız, 2009 yılının ilk aylarında Ali Samiyen’de, ve tekrar 2011 yılının ilk ayında TT Arena stadında, futbol seyircileri televizyoncuların “sesi kapat, sesi kıs” paniklemeleri arasında aniden oluşan bir yuhalanmaya sahne oldu. Ardından onlarca önlem aldılar futbol seyircisini kayıt altına almak için. Sonrasında Gezi geldi. Hala “Kurabiye Tayyip” diye şarkı söyleyebilen bir çete vardı. Elbette ellerinde gitar, kitap, çiçek olan bu çocuklar paralel çapulculardı. Bunlar ya İsrail ya ABD parasıyla sokaklara çıkmışlardı. Araya tabii gözde hükümet üniversitelerimizin “hem dindar hem de çekici ve her daim genç” takılan hocaları da gözlem yapmak için gittiler, ya da kendi kızlarını, oğullarını bu kalabalıklardan çekip çıkartmak için. O kısım muallak. Elbette bu Gezi ziyaretçileri arasında pek bir muhterem ve cesur havuz medyasının biricik yazarları da vardı… Ve bu yazarlar, çok fecaat bir olayı duyup kahrolmuşlardı. “Dayanamadım, bir tek ben biliyorum, siz de biliyor MUSUNUZ “ sorgulamalarıyla, yine de eş zamanlı olarak biz yine de Twitter’da bir geyik döndürelim demişlerdi. Fantaziyi hepiniz biliyorsunuz, ellerinde bira şişeleri vardı, altlarında deri pantolonlar, kadınlar küfür ediyor erkekler taciz ediyordu…
Böyle bir sadomazoşist fantazinin kamusal alanda, mağdurenin adıyla sanıyla ballandıra ballandıra anlatılması şeriata ne kadar uygundur? Bir imam, bir ulema çıkıp da “destur bi susun” dedi mi? Ardından bu hanımların fotoğraflarıyla gazete sayfaları süslendi… Hepimiz “kınadın mı, hadi Kabataş’ı kına” diye Twitter baskısına alındık. Kınamak ne demek, şok oldum konuşamıyorum diyememiştim. Oysa şok olup konuşamayan mağdure Facebook sayfaları doldurmuştu. Dedikodular bitmek bilmiyordu, araya yaşlı bir amca girmiş, o da dövülmüştü. Bunlar sadece inançlı Müslümanlar oldukları içindi. Bebek arabası fırlatılmış, anne idrar kokusu ve cinsel taciz sürecinde bayılmıştı. “Bebek bebek öldü mü” diye şapşal şapşal soru sorduğumda karşımdaki pek muhterem İslamcı, “neden ölsün canım Allah onu korudu” demişti. Evet Allah korumuştu. Ben ağlamaya devam ettim. Kayıtlar çıkacaktı, Dayak yiyen dede hastanedeydi o da konuşacaktı. İsmet Berkan kayıtları izlemiş, Balçiçek hanım röportaj yapmış morlukları bizzat görmüştü, detaylar sürekli ekleniyordu. “Bu kadının mahremiyeti, ama daha dava açılmadı bile, günah değil mi bunca mahremi dökmek” dediğimde, yine kıymetli sözde İslamcı bana “yok kızım ibret-i alem için makuldür bu anlatımlar” demişti.
Kabataş Yalancıları Yargılanmalı hashtagine binlerce tweet, retweet geldi. Milli iradeye çok duyarlı olanlar, bir anne babanın telefonuyla kızlı erkekli evleri ayırma misyonu yüklenenler, buna da duyarlı olmalılar değil mi? Mesela, AK Partiden aday olan ve Kabataş yalanını yayma projesinde rol oynayanlar, listeye alınırsa ne anlarız? Bu yalanlar en tepeden söyletildi demek değil midir bu? Eğer listeye giremezlerse, hala bir umut var, belki Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bizler gibi sadece kandırıldı.
Malum Cumhurbaşkanımız Cemaat konusunda son derece cesur yürekle kandırıldıklarını itiraf etmişlerdi. Eminim kendileri halkının bu kadar sapık ve vahşi olmadığını, bunun sadece kamusal alanda anlatılması ayıp ve şer olan bir sapkın fantazi olduğunu anlamışlardır.
Darbelerin ardı arkası kesilmiyor. Faiz lobisi bir yandan, tavır takınan Merkez Bankası bir yandan, cebinde demir bilye taşıyıp, başını gaz bombasına yakın mesafeden çarpmak suretiyle terörist olan 14 yasında aylarca komada kalan, matemli anası yuhalatılan Berkin’imiz bir yandan, her yanımız darbecilerle çevrilmişti. Ama neden? Çünkü Türkiye, herkesle dost, her ülke ile ilişkileri mükemmeldi. Assad ailesi kardeşimiz, İran ikinci evimiz, Mısır ecdadımızın arka bahçesi, Yemen türküsünü bisküvi kutularına yüklediğimiz, Libya yeni baştan inşa ettiğimiz, Hamas emanetimiz ve elbette İsrail gemiciklerle bol bol ticaret yaptığımız ülke idi… Ama nedense bazen bu kanki ülkelerde yeni Osmanlıyı kıskanıyordu. Haset, fitne fücurlar elbette. Ne güzel TİKA ve gözde thinktanklerimiz buralarda bürolar açmışlardı, camileri onarıyor, hastaneler yapıyor, bisküviler ve şekerlerle çocukları mutlu ediyorlardı oysa… Hepsi tek tek bizi kapı dışı etti. Kendilerini şiddetle kınayan tweetler atmaya elimiz gitmedi.
Yaşar Kemal bu durumu da çok iyi incelemiştir “O insana güvenmeyen, bu insana güvenmeyen, her insanda bir kötülük gören, insanı insan saymayan insan değil pictir yavrum.” Neden böyle demiş iyi bir düşünmemiz gerek bence…
Sonra bizim ecdat masalları ciddiye bindi… İŞİD artık sadece Irak ve Suriye’de değil, Libya ve Mısırın kumsallarında da kan döküyor, kameralar karşında. Elbette, İŞİD bizden çok korkuyor. Savaşmak istemiyor, ondan bizim türbemize, bayrağımıza, elçiliğimize, askerimize dokunmuyordu. Evet aynen bu yüzden.
Soma’da yas tutan biçare işçileri tekmeleyen danışman, kendi halkına saldıran, milli irade beni istiyor diyen, ama tüm halk kendisini deli divane sevdiği halde bir türlü 12 Eylül’ün yüzde 10 barajından vazgeçemeyen, deniz gözlüğünü, piyanoyu, sapanı suç aleti ilan edip gözaltına alan, taş atan çocuklara gerçek kurşunla ölümü yaşatan, olmadı müebbet hapis istemiyle gözaltına alan, gitgide daha küçük bir çocuğa “bana hakaret etti” diye dava açan, karikatüristlerin dava açılmamışlarının ancak Milletvekili eşi kontenjanın da olduğu bir ülkede, gerçek darbe kaç vakte nasıl gerçekleşir?
Darbe diyorduk darbe… Şimdi darbe için bazı şartlar gerekli… en azından mutsuz bir halk? Ve biraz olsun silahlı güç. Yani bu ordu olabilir mesala. Ya da çok güçlü bir polis sistemi, eğer ordu yetersiz ise, ya da çok güçlü silahlı ama devlet örgütü olmayan bir oluşum? Türkiye’de bunlardan hangisi var? Hangisi darbe yapacak? Yani tamam porno lobisi bazı insanlar için bazı anlarda çok güçlü olabilir ancak hükümeti devirecek gücü var mıdır bu çılgın porno lobisinin? Lobilerle darbe tarihi dersini alamadım. Bilenler anlatsın öğrenelim bu darbe nereden gelecek?
İnce Memed gibi yayınlardan mı? Eşkıyalığa teşvik eder mi? Hiçbir kitap, hiçbir heykel, şarkı, sanat eseri, ya da bir başka insan sizi eşkıya yapmaz. Kitaplar, köşe yazıları, tablolar, şarkılar…. Bunlar da darbe yapmaz… Darbe için silah gerekir. Hele de bu devirde ciddi silah… Bakın Suriye’ye…
Yaşar Kemal, Ortadoğu’nun yirminci yüzyıldaki çete gerçeğini de çok güzel anlatır. İnsanların “özenmesi”, “özendirilmesidir” çetelere katılmak demek, bugün terörist saydıklarımızın cahil, aptal ve kandırılmış olduğunu iddia etmek kadar ampirik değerleri göz önüne almadan ezbere konuşmaktır.
Türkiye’de gerçek bir darbe tehlikesi varsa eğer, ki bu kadar sık darbe söylemi yapıldığına, devletin en üst yetkililerinin darbe olasılığını gitgide daha yüksek sesle tekrarladıklarına bakarsak bu olasılık gerçek ve yüksek. Ordu ve polis her olayda dimdik hükümetin yanında durduğuna göre bu tehlike nereden gelebilir?
Ve şimdi bu yazı… Bu yazı Ermenek’te “doğruyu söylediği için” kendi köyünden kovulan kadınlar için. İnce Memed’le Hatçe’nin izini süren Topal Ali’yi anımsayın… “ispatçılık” yapmamıştı, bundan ötürü ağa onu köyden sürmüştü, ama o Hatçe tetiği çekti demeyi kendine yediremedi. İzlerini sürüp onları bulan Topal Aliydi, görevini yapmıştı, ama iftiraya girmemişti.
Her bireyin seçme gücü vardır. Ermenekli dullar, analar, bacılar düz durmuşlar. Umarım toplum da onların yanında dursun. Gerçek mağdur kim artık sorgulama zamanı… Ve yine rahmetli Yaşar Kemal… nasıl bir acı kendisine rahmetli demek…Yaşar Kemal ustanın sözleriyle bitirelim, İnce Memed’ten….
“Bana bak kardaş," dedi, "insanların üstüne çok varmamalı. Öldürmeli, dövmeli, ama üstlerine çok varmamalı. Donsuz, Çırılçıplak, köyüne, evine girmesi bir adama ölümden zor gelir. İşte bunu yapmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli. Ben Abdi Ağadan biliyorum. Yoksa... Korkmalı insanların bu tarafından. Aşağı görmemeli insanları..."