Pınar Tremblay

03 Mayıs 2014

Demokratikleşme diyen dikenli diller

Türkiye’nin sancıları, iyi bir liderle, yeni bir yüzle değil, iyi bir sistemle derman bulabilir

“Erdoğan’dan daha güçlü bir lider yok bu ulkede artik bunu kabullenin” diye hükm eden bir gazeteci uzman hanım var karsimdaki ekranda...Ölüme derman yok; ama ölene kadar nasıl yaşadığınızı belirlemek elimizde. Kefeniyle kurban olmaya hazır liderlerini bekleyen insanlara baktığımda ölümü, yok oluşu, ve hatta şiddeti kutsadığımız, kendini feda etmeyi  yücelttiğimiz bu zamanlarda durup “lütfen iyi liderden ziyade, iyi bir sistem seçin” demek delilik midir? Bilemiyorum; ama bir yerden başlamam, bir şekilde ben o zaman susmadım diyebilmem lazım. Herkes bir nedenle yazar, benimkisi bencil bir vicdan azabı.

Kendi irademle sürgün edildiğim ana dilime, bir yandan da sürekli özlediğim Türkçeme geri dönüş yapmamın tek nedeni budur. Şu anda parça parça kendi çemberleri içinde hepsi kendine has acılarla kıvranan farklı oluşumların kısır döngülerin gitgide sessizleşmesine şahidiz.

Sürekli tekrarlanan fakat hiçbir anlam ifade etmeyen kızgın atışmaların, her gün gündeme “bomba” gibi düşen yeni krizlerin hızla tüketildiği fakirleşen, acı çeken, ait olamayanların iyice  arttigi, olanlarinsa marjinalleştiği zamanlar.

Ana akım medyada “diyet ve sağlık” başlığı altında öpüşen iki kadının fotoğrafının yer almasını normal karşılayan, aynı zamanda sokak ortasında “müşteri”si olduğu trans sex işçisini nefretle kurşunlamanın da bir o kadar olağan sanıldığı zamanlardayız. Kıymetli sözü olan pek çok kişinin kenara itildiği zamanlarda susmak caiz midir?

Ortada laftan bol ne var ki. En derin sorunlarımızdan birisi de bu korkarim. Cok gereksiz cok fazla sözcüğü cok hızlı tüketiyoruz. Oysa bir seçim daha bitti, ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e model olarak gösterilen iktidar partisi “AKP yine kazandı” yargısıyla.

Neresinden bakıp nasıl değerlendirsek değerlendirelim siz ve biz diye bir nebze daha bölündüğümüz, birleştiğimiz yerlerde bile yenildiğimiz bir seçim. En kötüsü de parlamenter bir sistemde yaşarken böylesine “partizanlaşmak” zorunda kalmak. AKPliler ve diğerleri. Hani başbakanımızın “isimlerini anmayacağım, muhatap kabul etmiyorum” dedikleri. Ardından bitmek tükenmek bilmeyen CHP nasıl kurtulur, MHP nasıl direnir, HDP’nin suçu ne tarzında sonuçsuz kaç nargile sohbeti yaşadınız? Kaç çay kaşığı elinizde döndü durdu, kaç tesbihin sabır taşlarını sabırsızlıkla çekiştirdiniz? Bir seçim daha bitti ve geriye kalan?

Evet AKP kazandı. Seçimden bize kalan, oy çuvallarına sarılıp uykuya dalmış takım elbiseli sandık görevlileri, trafolara giren azgın anarşist kediler, yeniden yapılan sayımlar, ülkücülerle solcuların birlikte saf tuttukları Ankara sokakları ve balkon konuşmasındaki zaferle havaya kalkan ellerin simgelediği yönetici kadrosu.

Evet AKP kazandı. Bir kez daha Erdoğan gitse yerine kim gelir sorusu, başka başka şekillerde önümüze konuldu. Belki değişim için öncelikle sorduğumuz soruları, sorunları oturttuğumuz çerçeveleri değiştirmemiz gerek. Küçük partileri –Kürt ve İslamcı (ki bu iki grup siyaset bilimi çalışanlar için, askerler için, laikliği mini etekle ölçenler için bilinç altındaki en büyük öcülerdi) oyun dışı bırakmak için kurulmuş bir seçim sistemiyle yenile yenile güçlenen ve oyunun kurallarını sabırla değiştiren Müslüman kardeşler 11 yıldır iktidarda.

Oysa tüm bu sis perdesinin arkasında cok basit gercekleri unutuyoruz. Insanlar melek olmadigi için iyi bir sistem seçmeliyiz. Bu sistemle Erdoğan melek olsa, ya da Erdoğan gitse de yerine melek gelse yine de o koltuğun yetkileri artacaktır. Oyun öyle kurgulandı ki, Erdoğan’ın (ya da Erdoğan’ın koltuğunda oturan kim olursa olsun) alabileceği 2 yol var, ya yerinde sayıp çevresindeki “kurtlar” tarafından tüketilecek, ya da proaktif biçimde saldırarak daha etkili siyasi gücü kendi elinde toplayacak. Bu saatten sonra “zayıflık” gösterdiği anda saldırıya uğrayacağına inanan yönetici zümresinden uzlaşma beklemek sizce ne kadar mantıklı?

Ama Ortadoğu’da diğer ülkelerde tekrar tekrar gördüğümüz üzere sorun lider değil aslında. Mübarek gitse de Mübarek rejimi üç aşağı beş yukarı devam ediyor. Erdoğanlı ya da Erdoğansız, bu sistem değişmedikçe Türkçede her “demokratikleşme” sözünü dillendiren dilde dikenler, yazan parmaklarda kan katreleri olacak.

Olay Erdoğanlı ya da Erdoğansız bir Türkiye değil. Olay Erdoğan nefreti, ya da kefenle Erdoğan yoluna durmak hiç değil. Elimizde bozuk bir sistem var, 140 karakterli tweetlerle, montaj şantaj kasetleriyle, bir köşe yazısıyla zangır zangır sarsılan bir sistem. Harcamaları Sayıştaya hesap vermeden yeni bütçesi onaylanan, onlarca rüşvet yolsuzlukluk iddiasının hızla unutulduğu, hapishanedeki generallerin ve düsünce insanlarının suçlarının ne oldugundan şuphe duyulmasina rağmen hiç birşey olmamiş gibi devam eden bir sistem. Güçler ayrılığının, kurumlarının bağımsızlığının, hesap verme yetisi ve sorumluğunun yok olduğu bu sistemde her tür demokratik değer hızla tükeniyor, tükenecek. Oysa siyaset kirli, yasaklı, tehlikeli ve yanlış degildir. Tum halkin siyaset bilmesi, bilinçlenmesi de gerekli değil. Bireysel açgözlülüklerimizi kurumsal denetlemelerle dengeleyebilecegimiz bir sistem mümkün.

Benim zor dileğim başka bir sistem kurmaktır. O vakte kadar lütfen “D” kelimesindeki dikenleri unutmayiniz. Ve evet “Erdoğan’dan daha güçlü bir lider yok bu ulkede” cumlesini kabul ediyorum, bu sistemde başka türlüsü mümkün değil çünkü...