Valla doymuyorlar masallara… Kabataş yalanlarını Twitter'da başlatan çete şimdi nerede, sorusunu sorduğum yazının 24 saati içinde, başdöndüren fantaziyi 15 Ağustos 2013 tarihinde yaşlı gözlerle Star gazetesinden manşete taşıyan hanım “vicdan, ahde vefa” gibi sözcükler içeren tweetler atarak işinden ayrıldığını ya da ayrılmaya zorlandığını açıkladı… Yüzlerce "üstü çıplak deri pantalonlu erkek" yasa boğuldu bu haberle….
Ardından Kabataş'taki fantaziyi sadece kendisinin bildiğini sanan, dili tutulan mağdure ile telefonda görüşen bir başka hanım hepsini okuyamadığım bir yazı yazdı…
Bu başlık pek çok çatırdamıyoruz, biz biriz, diriz, hâlâ ipler bizde, bakın ben hâlâ nasıl geldiğimi bilmediğim devlet memuriyetimi koruyorum diyen kimseleri mutlu etmiş olsa gerek…
Sözüm şudur ve üç vakte kadar sesli söyleyemeseniz, benim ömrüm duymaya vefa etmese de sizler bunu göreceksiniz…Siyasette uhuvvet olmaz… Spoils system, ya da yandaşlık sistemiyle, kendi yetkinliği, eğitimi, bilgisi ile değil, tanıdık usulü bir yerlere gelenler yine aynen öyle tanıdık usulüyle giderler. Gazeteciyi korumak için bin yasa çıkartsanız hiçbir anlamı olmaz. Aynı durum, o sınavlardan nasıl 100 çektiği meçhul devlet memurları için de geçerlidir.
Her şeye rağmen çok güzel İstanbul Boğazı'nın gizemini hayranlıkla izlediğimiz odamızdan şömineye ödün atarken gündoğumunu kutladığımız dostların dediği üzere “Uhuvvet değil, menfaat vardır…" O menfaat sizin için işlediğinde memnun, size karşı işlediğinde mağdur olursunuz…
Ne yazık ki benim yüreğimde ülkemizin itibarını sıfırlayan, masum insanları zan altında bırakan, kadınların yüreğine korku saran, bizi birbirimize düşürmeye çalışan insanlara karşı artık merhamet kalmadı.
Alın teriyle işini yapan insanların sömürülmesine fıtrat diye omuz silken, bu ülkede her gün “Ama Alevi” diye işe alınmayan, “kesin gizli Musevidir, dönmedir” diye fişlenen, ibadethaneleri dahi kıymet görmeyen, cemevini, kiliseyi, sinagogu camileştirmeye, müzeleştirmeye, yok saymaya kalkanlara hiç ses çıkartmayan, sadece maaşını verenlerin ellerini ayaklarını öpenlere, ne büyükelçi, ne gariban ayırmadan herkes hakkında yalan haber yapanlara, biat etmeyen herkesi karalayanlara, kendisinden başka hiç kimse için ayağa kalkmamış kişilere nasıl saygı duyabileceğimi bilmiyorum. Bu kişilerin nasıl kardeşlikten bahsettiğini anlamıyorum.
Bizim bu Star, Akşam depremlerinden haberimiz olmayabilirdi, kol kırılıp yen içinde kalarak sessiz sakin halledebilirlerdi. Hiçbir yazısını kendi başına yazdığına inanmadığım insanların o tweetleri ard arda kendi kendilerine yazdıklarına inanmak zor. Ardından yine “troll” hesaplarda devam eden uhuvvet söyleminde, büyük gazete yöneticilerinin ne paralelcilere, ne de CHP veya batıya gitmedikleri, başka bir kardeş gazetede hemen istihdam edildikleri ve de davaya leke gelmediği açıklanıyor. İlk günün panik hali geçmiş, yerine "bakın boşuna sevindiniz oh oh" tweetleri gelmiş. Ama dedim ya bizim bu depremden hiç haberimiz olmayabilirdi. Bu insanlar usulca kardeş gazeteye transfer edilebilirlerdi. Neden öyle olmadı?
Bir başka söylem de, işini kaybeden gazetecilerin yeterince biat etmedikleri konusunda. Ancak bunun açık bir ispatı yok, Kabataş gibi püsküllü ve çok tehlikeli bir yalanı gözünü kırpmadan sayfalarca anlatabilen kişilerin ayak sürüdüklerine inanmak için ciddi deliller gerekmez mi?
Yaşananların detaylarında kaybolmak, suların bulandırılması malum alıştığımız bir görüntü. Sürekli “büyük/esas fotoğraf” diye başlayan cümleler hep alakasız ayrıntılarla sonlanıyor. Fakat burada artık görülmesi gereken bazı önemli saptamalar var:
1- Kardeşlik söylemi tüketildi. Bu söylem Gülen cemaati ile savaş kesinleşmeden önce de çok sık kullanılmıştı. "Yapmayın etmeyin kardeşiz sarılalım birbirimize" diye. Dış politikada kardeş ilan edilenlerin makûs kaderi konusuna hiç girmiyorum.
2- Kardeşlik söyleminin şimdi daha küçük bir grup içinde de, adına uhuvvet de desek, davayı öne çıkarsak da, artık işlemediğini görüyoruz. Elbette yenilenmeler olacaktır normal işleyen bir gazetede, ancak kurumlardaki herkes “menfaat ortaklığı” yapıp “ahde vefa” gibi adeta gizli anlaşmalara atıfta bulunursa o zaman farklı dengeler ortaya çıkar. Büyüyen gurupların parçalanması fıtratında var belki de?
3- Otorite gitgide daha küçülen bir kesimin eline geçerse, ve bu küçük grup içinde açıktan lideri sorgulama süreci başlarsa o vakit aşağıda her daim biat eden güruhu bir arada tutmak için ne kadınların eşdeğerliliği, ne içkinin yasaklanmasıyla korunan ahlak, ne kızlı erkekli evlerde yaşanan kaçamakların yarattığı toplumsal tehlike, ne de Antarktika'yı sevgiyle islamlaştıran ilk eskimo Müslüman gemiciler öyküsü tutmaz.
Siyasette, kişisel özellikleri, becerisi ile değil, biat edenlerden olduğu için bir yerlere gelenlerin kardeşlik söylemi işte bu yüzden belki de sadece bir tehdittir…
Birlikteysek ancak bu düzen sürer, bizi dışlarsanız sonu fena olur mu, diyorlar hep bir ağızdan?
Ancak elbette her yerde iyi yürekli insanlar var, mesela Star gazetesinden ayrılan İbrahim Kiras. @MİThakanfidan troll hesabının “ne gerek vardı” diye anlayamadığı bir kahramanlığa imza atan Kiras “Bir yerden teklif geldiği için falan istifa etmedim Star'dan. Arkadaşlarıma reva görülen o tavrı içime sindiremediğim için istifa ettim” açıklamasını yaptı.
Kendisini uzun süredir izlediğim için ben inanıyorum bu sözlerine. Bireysel düzeyde hâlâ bir tür ekip ruhuna inanan kişiler var… Ama bir de diğerleri var, işten atılanların ardından onların yerine gelmek için on takla atanlar.
Evet bunları binlerce kilometre öteden bile görmek mümkün, çünkü insan doğasını okumak çok zor değil. Böyle bir sistemin içinde “devrim kendi çocuklarını koruyor” söylemini devrim sözcüğünü çıkartarak yazanlar içinse ne diyebiliriz… Lütfen kendi yanlışlarınız için masum insanları suçlamayın artık. Lütfen.
Sorgulayın: Kendi doğrularına ihanet eden devrimcileri kim koruyabilir?