George Floyd adını birkaç yıl sonra muhtemelen çoğumuz hatırlamayacak. Tıpkı Eric Garner, Philando Castille, Michael Brown, Freddie Gray, Rodney Glen King, Tamir Rice’ın unutulması gibi. ABD’de polisin öldürdüğü siyahlardan bazıları...
Yok sayılma, aşağılanma, alaya alınma, sosyal hakların gasp edilmesi gibi farklı şiddet türlerine maruz kalanlar da var elbet.
Bir küfür de bir tokat kadar ağırdır. Ruhta açılan yaralar bedensel yaralardan daha az acıtmaz, hatta iyileşmesi daha uzun sürer, ardında mutlaka iz bırakır.
İstiyorlar ki, onlara benzemeyenler hep gölgede kalsın, arkada dursun, sesi çıkmasın, tabağına konulana razı olsun, nizamı bozmasın.
Bekliyorlar ki, bu düzen böyle gitsin, hak yemelerine, kötülük etmelerine, suç işlemelerine rağmen cezalandırılmasınlar, bedel ödemesinler, yapıp ettikleri yanlarına kâr kalsın.
Çünkü sırtlarını sıvazlayanların eli kuvvetli, çünkü kabahatleri ne kadar büyükse o kadar yüksek mevkiye geliyorlar, çünkü kılıfına uydurmayı, gözlerini kırpmadan yalan söylemeyi, dört ayak üstüne düşmeyi iyi biliyorlar.
Gün geliyor devran dönüyor işte, dönecek üstelik daha…
Elbet bir gün eşiğine gelinecek güneşi yakmanın!
Ve biliyoruz ki ırkçıların sayısı, "ırkçı değilim ama…" diyenlerden daha fazla.
Irkçılık bireysel değil, devlet politikalarının pekiştirdiği kurumsal bir sorun. Aynı zamanda "egemen" ırkın azınlıklara bakış açısını da belirliyor. Ama beyni yıkanmışlık, şartlanmışlık ya da düşünsel körlük hafifletici neden değil, her birey eylemlerinden sorumlu. Vicdanını kılavuz bellemek, kalbine nifak tohumu ekilmesine izin vermemek insanın asli vazifeleri arasında olmalı ezcümle.
Bireysel değil, kollektif bir yapı var karşımızda, üstelik temelleri güçlü, değişime kapalı, özeleştiriden yoksun, diğerkâmlıktan son derece uzak.
Tüm ırkçılar birbirine benzer aslında. Kendilerine benzemeyeni düşman görürler, farklılıkları zenginlik değil, tehdit olarak algılarlar. Irkçı, şahsi vasıflarını idealize eder. Anlamsızca yücelttiği benliği için "öteki" soru işaretidir. Ötekini hedef gösterip kötüleyerek kusursuzluğunu, üstünlüğünü, ayrıcalığını göstermek ister. Mükemmelin ölçütü kendisidir. İnsan kendini ötekinin aynasında görebilir ancak. Kimliğini, ötekiyle kurduğu ilişki belirler ya da aşikâr eder.
Biyolojik özelliklerine anlam yükleyerek kendilerini yeniden üreten ırkçılar, hegemonyanın kurulmasının baş aktörleri. Kast, sınıf ve ırk kitabıyla 1948’te büyük yankı uyandıran Cox’a göre beyazlar, siyahları sömürülebilir kaynaklar olarak gördüğünden kapitalist sömürü ideolojisini rasyonalize etmişlerdir. Sınıfsal ilişkiler ırkçılığı anlamak için başlangıç noktasıdır. Dünya proletaryasının çoğunluğu siyah işçilerdir aslında. Feodal dönemde de böyleydi bu. Kapitalist ve neo-liberal dönemde de böyle. Eski ırkçılık ırk üstünlüğünü temel alırken, kültüre odaklanan yeni ırkçılıkta cinsiyet, etnisite, sınıf temelli vb. ayrımcılıklar var. Yeni ırkçılık "biz" dışındaki herkesi ötekileştiriyor.
Irkçılık mayınlı bir tarla. Yarım ağız, mırın kırın ederek sarf edilen her dışlayıcı sözde bile ayağınız mayına basar. "Kürtlerle sorunum yok ama işyerimde çalıştırmam" , "Her yerde Arap görmek istemiyorum, başka meselem yok onlarla", "Suriyeliler başka yere gitsinler, yoksa hallerine ben de üzülüyorum", " Ermeniler sorun çıkarmasaymış bütün bunlar olmayacakmış, dedelerimiz böyle anlatır", "Zenciler kokuyor gibi geliyor bana", "Türk bile bunu yapmaz" vb. cümleler nefret bataklığına götürür.
Kendisine yapılmasını istemeyeni başkasına misliyle yapmanın şuursuzluğudur, ikiyüzlülüğüdür ırkçılık.
TCK’nin 122. maddesi ayrımcılığı yasaklamasına rağmen cezai yaptırımların kağıt üzerinde kaldığı bir gerçek.
Doğuş Şimşek ve Yusuf Sayman’ın "Çabuk Çabuk- İstanbul’daki Afrikalılar" adlı bir kitabı var. "Çabuk çabuk" tekstil atölyelerinde çalışan Afrikalı işçilerin patronlarından en sık duydukları ihtar. Bu yüzden tekstil atölyesinde çalıştıklarını söylemek yerine "çabuk çabuk işinde çalışıyorum," diyorlar. Türklerden daha fazla çalıştıkları halde daha az para kazanıyorlar. Bazen maaşlarını alamıyorlar. İşyerinde genelde artık yemekler konuluyor önlerine. Ev kiralamak istediklerinde çoğu kişinin onlara ev vermediğini belirtiyorlar. Otobüste ve metroda üzerine muz atılan da var, sokak yürürken kokuyordur cümlesini işiten de. Siyah kadınlara seks işçisi gözüyle bakılıyor genelde. İşyerinde sürekli cinsel istismara maruz kalıyorlar, cinsel ilişkiyi reddettikleri zaman işten kovuluyorlar. Alice Walker "Bu dünyada kadın olmaktan daha zor bir şey varsa, o da siyah bir kadın olmaktır," demişti.
Siyahların hak mücadelesinin tarihini okumak/hatırlamak için şu bağlantılara bakılabilir:
https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf
http://www.abstraktdergi.net/afro-amerika/
Altı gündür devam eden isyanların benzerleri daha önce defalarca yaşandı. Lake Caddesi’ndeki 3 Numaralı Polis Karakolu’nun ateşe verilmesinin ardında binlerce cinayetin haklı öfkesi var.
Suçun kameraya alındığı ilk vak’a 1991 yılında gerçekleşti. Otomobiliyle aşırı hız yapan Rodney Glen King polisler tarafından durduruldu. Los Angeles Polis Departmanı’nda linç edildi. Hiçbir polisin ceza almaması 1992’de Los Angeles Olayları’na sebebiyet verdi. İsyanın başladığı andan itibaren iki gün içinde 53 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 2 bin kişi yaralandı. 3600 kundaklama sonucunda 1100 bina hasar gördü. 1 milyar dolar civarında maddi hasar tespit edildi.
Böyle söyleyince manzara korkunç görünüyor ama yüzlerce yıllık sistematik ayrımcılık var gerisinde. 1619’dan bu yana! Demem o ki, bardak taşalı yıllar oldu: Cinayet üstüne cinayet, işkence üstüne işkence, haksızlık üstüne haksızlık, dışlama üstüne dışlama… Rutin tablo bu.
George Floyd’un küçük kızının da dediği gibi, babası dünyayı değiştirdi, en azından direniş ateşini yeniden yaktı. Protestolar şehirden şehre, ülkeden ülkeye sirayet etti. Ulusal Muhafızlar halkın nabzının düşmesi için ilk başta bekledi, bazı göstericilere "winner talk" denilen empati konuşması da yaptılar. Sonrasında biber gazıyla sert müdahaleler, gözaltına almalar başladı. 40 şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Dün New York’ta polisin ittiği 75 yaşındaki adam uzun süre başından kanlar akarak baygın halde kaldırımda yattığında hiçbir polis müdahale etmedi, yaşlı adam yoğun bakımda maalesef.
Öte yandan, eylem repertuvarı geniş bir direniş bu. Her dört dakikada bir suç işlenen Portland’ta Pioneer Meydanı’nı dolduran kalabalık Burnside Köprüsü’nün öte yanındaki parka kadar genişledi. Binlerce kişi Burnside Köprüsü’nde elleri arkada yüzü koyun yatarak kitlesel bir direniş sergiledi. Minneapolis’teki gösteride ise Gezi piyanisti "Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor"u çaldı. Topluca yumrukların sıkıldığı eylemler yaygın, diz çökme protestoları da.
Killer Mike’ın geçen günkü tarihi konuşmasında dediği gibi "süpermarketleri değil, ırkçılığı yakıp kül etmeliyiz" kabul. Diyalog en ideal çözüm, evet, ama erk sahipleri hiçbir zaman o dilden anlamadı. Nihayetinde haklar verilmez, alınır; bu, tarih boyunca böyle oldu. Artık gelinen noktada, protestocuların isyan etme biçimine kabahat bulmak yerine önce hükümet politikalarını, ayrımcılığa yol açan ve eşitsizliği körükleyen mekanizmaların işleyişini eleştiri yağmuruna tutmak lazım.
ABD’de siyahları öldüren çoğu polis ceza almadan paçayı kurtarıyor. George Floyd cinayetinin faili polisin olay mahallindeki diğer meslektaşlarıyla birlikte yargılanması ve ceza alması kurumsal ırkçılığın kökünü bir anda kurutmayacak elbet. Her ağır yaptırım zihniyetin değişmesinde küçük bir adım. Örgütlü eylemler polis yargılamalarında reforma gidilmesini sağlayacak mı zaman gösterecek.
Tişörtüne katil yazan protestocunun polise tuttuğu aynaya bakması gereken başkaları da var. Çünkü polisin işlediği suçlar münferit değil hiçbir zaman. Ardında biyolojik farklılıkları çıkarlarına alet eden erk sahiplerinin köklü tarihi var.
Zorbaların gücünü nereden aldığına bakmak gerekir. Asıl muhatap oradadır çünkü.
Birbirini kollayanların güç birliği karşısında safları sıklaştırmak lazım. Kurtuluş yok tek başına!
Irkçılık dünyanın kaderi mi? Değil elbet. Başka bir dünya mümkün. Eğer buna inanmasaydık hiç nefes alamazdık.