Savaşın son çare ya da Rosa Luxemburg'dan mülhem söylersem 'düzeltici unsur' olarak işlevselliğine inanılması, iktidar hevesine kılıf uydurmanın en vahşi yolu.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün 2020'ye ait yıllık raporu Covid nedeniyle küresel piyasalar daralırken, silah satışlarının dünya ölçeğinde arttığını gösteriyor. 531 milyar dolarlık silah satışı yapılmış. Son altı yılda oran üst üste artış göstermiş. Pandemi halk sağlığı için büyük tehlikeyken devletler bitmek bilmeyen yayılmacı politikaları nedeniyle savaşın yıkıcı etkilerini kendi çıkarları uğruna görmezden geliyor.
Savaş endüstrisi kendine yine kanlı pazarlar kuruyor. Vahşetin çiğ yüzünü, ağır faturasını dile getirme sıklığı tarihin gidişatını değiştiremedi bugüne dek. Barışçıl diyaloglar taraflara cazip gelmiyor, çünkü dertleri manevi değil maddi kâr.
Televizyonda savaş uçaklarını kıyaslayarak milli milli böbürlenmeler, sosyal medyada Ukraynalı asker kadınların güzelliğini vurgulayarak savaş magazinciliği, sürekli bir kâr-zarar hesabı, turizmin biteceğinden, piyasaların negatif etkileneceğinden yakınma hâli.
Savaş ekonomisi karşısında insan hayatının, hayvan türlerinin akıbetinin, ekolojik tahribatın önemsiz görülmesi, mesela fabrika kurulacağı zaman 'doğayı sev, yeşili koru' sloganı canhıraş atılmasına rağmen işgalci güçler yerleşim yerlerine bombalar yağdırırken, tarihi ve kutsal mekânları talan ederken, bölge halkını zorunlu göçe mecbur bırakırken insana, hayvana, doğaya yapıp edilenlerin hiçe sayılması, bu keskin dilemma, akıl tutulması yaşatan riyakârlık...
Adına operasyon ya da harekat denilerek kamuoyunun gözünde yumuşatılmaya ve haklılaştırılmaya çalışılan istilaların siyasi perde arkasına ve konjonktürel sonuçlarına dair uzman görüşlerini dinlerken maddi gerçeklikleri bilmenin yağmalanmış şehirler, parçalanmış bedenler, gidenlerin yersiz yurtsuzluğu, geride kalanların gözyaşları yanında solda sıfır kaldığını düşündüm.
Savaşın haklı nedeni ve tarafı olmadığı gibi kazananı da yok. Neden-sonuç ilişkileri şiddeti meşrulaştırmak dışında neye yarıyor ki, ders çıkarılamamış koskoca bir savaş tarihi varken?
Kıyım ve zulüme bir kez daha karşı durmanın fillerin tepişmesini, çimenlerin ezilmesini engelleyemeyeceği gerçeği boğazımızda bir kördüğüm, kalbimizde yerinden kıpırdatılması zor bir kaya gibi dururken...
Tüm savaşlar sadece tarafları değil, dünyayı etkiliyor. Savaşa karşı durup mültecilere nefret kusanların hangi değirmene su taşıdıklarını bilmemesi de cabası. Ukrayna istilasını, bazılarının sırf Amerika'ya kafa tutuyor diye karizmatik otorite saydığı Putin'in, emperyal güçlere savaş açması olarak yorumlamak da Amerikanvari bir gövde gösterisi olarak hafifsemek de aynı derecede akıl ve izandan yoksun. Rusya'yı Sovyet Rusya sanma gafleti, saldırıların bir ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda gerekli hamleler olarak rasyonalizasyonu da öyle. Putin, Rusların yumuşak karnı, memleketi sefaletten kurtaran kahraman rolünde halkın nazarında. Dördüncü kez başkan olması oy sahtekârlığı değil kısaca. Çarlık Rusyasının yayılmacı politikalarını sürdürdüğünden 4. Alexander bir nevi.
Bu yüzden savaş, sınır kapılarına gelmeden tehlike çanlarını duymak ve mevcut koşullarda başkasının acısını sahiplenmeyi bilip savaşa karşı ortak bir çağrıda bulunmak elzem. Kartların yeniden dağıtılmasına ses çıkarmamak, iktidar pastasından pay almayı beklemek, piyon ve şahların değişeceğini ummak, savaştan kimlerin güçlü kimlerin zayıf çıkacağını doğru okuyamamak, kendini kaf dağında gören bir hükümetin fırsat bu fırsat Türk'ün gücünü dünyaya gösterme hevesiyle tehlikeli sulara girmesi yeni felaketimiz olur elbet, ama bize dokunmayan yılan bin yaşasıncılık da bir o kadar vicdansızlık.
Sözcüklerden başka aracımız yok silahlara karşı. Barış diline kulak tıkayanlara inat koro halinde haykırmamızın elle tutulur gözle görülür sonuçlar doğurmama ihtimaline rağmen başka çaremiz de yok.
Şiddetin insan doğasına içkin vazgeçilmez bir tepki olarak görülmesindeki yanılma payından başlayabiliriz belki değişime. Şiddetsiz bir dünyanın mümkünatının ütopya olmadığından mesela. Platon savaşın sonunu sadece ölülerin gördüğünü söyler. Albert Einstein, Sigmund Freud'a 1933'te bir mektup yazmış. "Neden savaş?" diye sormuş. Freud ise umutsuzca cevaplamış, savaşsız bir dünyanın olamayacağını söylemiş. Her ezber bozulmalı, değişim yoksa ilerleme de yok neticede.
Tarih, savaşı kaçınılmaz gören kolonyal yaklaşım ile şiddet karşıtı söylemlerin mücadelesi aynı zamanda. Fakat iki zihniyetin araçları farklı. Birinde giderek genişleyen ve güçlenen savaş endüstrisinin imha araçları, öbüründe sloganlara sıkıştırılmış iyi niyetli temenniler. İlkinde ölümün nakde çevrilmesi, ikincisinde muktedirin görüş alanına bile girmeyen, vicdanın yükünü hafifleten ama kısa vadede kalıcı sonuçlar vermeyen itirazlar.
İnsanlardan, hayvanlardan, doğadan taraf olanlar savaşa hayır demeyi, çıkarlarını üstün tutanlar ise savaş çıkarmayı sürdürecek. Acı ama gerçek.
Savaşın sonunu belki gerçekten ölünce göreceğiz ama son nefesimize kadar da hayır diye haykırmayı sürdüreceğiz.
Sözcükler bir gün galip gelecek elbet.