Türkiye'de her şey kutsal olabiliyor, insan hakları hariç. Eşitlik talepleri düşünce suçu kabul ediliyor, nefret söylemleri ise ifade özgürlüğü kapsamında meşrulaştırılıyor. Bunun vahim örneklerinden biri de Büyük Aile Buluşması adı altında düzenlenen nefret gösterileri.
Gelenekselleşmesi halinde Saraçhane'deki Fatih Anıt Parkı'ndan Beyazıt Meydanı'na yürüyen kalabalığın her sene artma ihtimali yüksek. LGBTİ+ların varoluşlarını tehdit eden, hayatlarını sınırlayan her tür tahakküme karşı çok daha etkin bir mücadele yürütülmesi şart. Nefret iklimi günden güne sertleşiyor. Bu sebeple LGBTİ+'lara görüşlerini sordum.
"Biz bir dünya düşlüyoruz; cinsiyet temelinde bambaşka bir dünya"
Nilüfer B. : Merhaba ben Nilüfer B. Kendini biseksüel olarak tanımlayan natrans bir kadınım. LGBTİ+ öznelerden biriyim. Muhalefetin LGBTİ+ politikaları nasıl olmalı konusu aslında üzerine düşünülmesi gereken meşakkatli bir konu. Elimizde bir püf noktası yok. Eğer muhalefet uzun vadede kendini dönüştürmeyi göze almazsa bu konuda sınıfta kalır. Bu konuda sınavı geçmeyi önemsemek de önemli tabii. Bence muhalefet bunu önemsemiyor. Çünkü bugüne kadar LGBTİ+lardan siyasi görüş fark etmeksizin her parti oy aldı. Böyle devam edeceğini zannediyorlar. Ama artık farklı bir durum var. LGBTİ+lar kendilerini arka kapıda güler yüzle karşılayan ve bu meseleyi bireysel tercih gibi ele alan bir siyasi kalıba sığamaz artık. Çünkü LGBTİ+lar kendilerine dair yalnız ve yanlış hissettirilirken, ait olduklarını zannettikleri karanlık dünyanın politik bir hapis olduğunu fark ettiler. Artık kimse o hapse geri dönmek istemiyor haliyle. Dolayısıyla bize yaklaşım önemli olacak.
Bir anda en doğru tavrın, en eşitlikçi yaklaşımın hasıl olacağını sanmıyorum. Bunu yapmaya en odaklı haliyle bile teknik olarak mümkün değil zaten. Zaman ve emek istiyor. Kendini değiştirmeyi ve LGBTİ+ları her konuda özne görebilmeyi, onlarla yoldaş olmayı istemeyi gerektiriyor. Neden böyle söylüyorum? Çünkü biz hayatımızı yalnızca LGBTİ+ nefretinin odağında yaşamıyoruz. Soykırımlar, sömürgecilik, savaş, ataerki, kapitalizm dışında hayatlar yaşamıyoruz. Aksine ilk hedef grup biziz. Bugün Türkiye'de artan ekonomik krizden bağımsız görmüyorum LGBTİ+ nefretini. "Bakın onlar sapıkları destekliyor" diyerek ekonomik krizden ötürü isyan edebilecek insanlara karşı kullanıyorlar bizi. Çünkü verecek ekmek yok. Pasif nefreti düşmanlık algısını güçlendirerek aktif nefrete dönüştürüp sağ siyasette safları sıklaştırıyorlar.
Sağda pastayı daha radikal İslamcı faşistlerle bölüşmek sola yenilmekten iyi geliyor haliyle. Çünkü çaldıkları pasta büyük. Peki bunlar olurken muhalefet ne yapıyor? Muhalefet derken sosyalist, sosyal demokrat diyebileceğimiz partileri kastediyorum. Meseleyi kimlik politikası olarak görüp kimlik politikasını da olumsuz bir durum olarak hatta kapitalizmin ekmeğine yağ sürmek olarak ele alıyorlar. Ama sermaye işten atmak istediği işçinin cinsel yönelimini bahane ederken, trans kadına iş vermez ve onu zorunlu seks işçiliğine mahkûm ederken, cinsiyetler arası ücret eşitsizliği yaratırken ve ev içi emeği değersizleştirip kadınlara yüklerken kendinde ekstra artı değer yaratıyor.
Sadece ekonomi odaklı bir muhalefet anlayışının bile bizi yoldaş kılması gerekirken meselenin yataktan ibaret olmadığını anlatmak zorunda kalıyoruz ya da sağlık, ekonomi, eğitim, siyaset gibi birçok alanda sistemli hak ihlaline uğradığımızı ispatlamaya çalışıyoruz. Bize yapılanın da sistemin önemli sacayaklarından biri olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Halbuki bir zengin ailenin kendini sosyalist olarak tanımlayan oğlu bizden daha kolay yoldaş olabiliyor. Peki bizden neden geleceği birlikte inşa etmek üzerine ortak hareket etme arzusu yerine illa mağduriyet bekleniyor? Bolca var elbette, o ayrı mesele.
Biz kimsenin bizim ebeveynimiz ya da koruyucumuz olmasını istemiyoruz. Biz bir dünya düşlüyoruz. Cinsiyet temelinde bambaşka bir dünya. Eşit ve özgür bir dünya. Sağ bizi anlıyor ama bu durumdan nefret ediyor. RTÜK "cinsiyet temelli alternatif dünya düşlemek"ten dijital platformlara ceza vermişti mesela, aslında ne kadar doğru bir tanım. Bizi daha doğru tanıyor, ne yapmak istediğimizi anlıyor ama bundan nefret ediyor ve bizimle ilgili önyargılar üretiyor.
Sol ise hâlâ hatırı sayılır bir mağduriyet bekliyor bizi eşit bir şekilde dahil etmek için - ki bu başlı başına eşitsizlik- ya da artık rüştünü ispatlamış çok güçlü bir hareket. Peki "biz" çok güçlenirsek "size" ne için bakalım? Sizinle ne için yoldaş olalım? Daha iyi bir dünya için mi? Tamam o zaman siz neden şimdi başlamıyorsunuz buna? İl, ilçe örgütlerinde trans bir kadın eş başkan olabiliyor mu? Sosyalizmi, feminizmi trans bir erkeğe emanet edemiyor muyuz? Nerede interseks çocukların zorla ameliyat edilmesine dair aktif politika? İnterseks ne demek biliyor veya bilmek istiyor musunuz kimlik politikası demeden önce? Nerede eşcinseller, biseksüeller, panseksüeller ve artılar? Nerede bugünün koşullarını ayrı, beş yıl sonrayı ayrı, on yıl sonrayı ayrı içeren bir program? Siyaset günü kurtarmak mı geleceği kurmak mı? Yoksa sadece LGBTİ+lar için mi gün kurtarılmalı? Ben bu soruları sormak istiyorum. Yoksa teker teker bakıldığında yapılacak uzun bir liste olur eminim. Liste demişken kota ayırıyor musunuz dostlarımız bize? Seçimlerde aday sırasında "kesin kazanamaz" sırasından yukarıda yer verebiliyor musunuz? Cinsel şiddete dair önleyici parti programınız var mı natrans heteroseksüel kadın ve LGBTİ+ları harekete katılmaları için? Aksi takdirde sakın bizimle siyaset yapmıyorlar demeyin. Bu kapının önüne "Siyahlar Giremez" yazmanın başka bir versiyonu.
"Allah'a inanan bir lubunya olarak en büyük üzüntüm muhafazakâr ailelerde büyüyen lubunyaların kendini daha da dışlanmış hissetmesi"
Hasan: Türkiye gündemi günlük değil saatlik olarak değişiyor artık. Gazetecilerin bile gündemi takip etmekte zorlandığı bir atmosferde biz lubunyaların böyle bir derdi pek yok. Sürekli bir şekilde gündemdeyiz zaten. Seçim sonrası balkon konuşmasında da, yanlışlıkla gökkuşağı renklerine boyanan bir hastanede de, bir voleybol maçında da, herhangi bir hak mücadelesi eyleminde de bir şekilde dönüp dolaşıp konu biz LGBTİ+lara geliyor.
Son olarak da nefret mitingi ve nefret saçan kamu spotuyla gündemdeyiz. Kürtlerin olmadığı Kürt hareketi, kadınların olmadığı feminizm tartışmalarında olduğu gibi medya LGBTİ+larsız LGBTİ+ları konuşuyor. Muhafazakâr İslamcı ve ulusalcı çevreler bilumum komplo teorisi ekseninde varlığımızı masaya yatırıyor. Bunun yansımalarını yıllardır Onur Yürüyüşü'nün yasaklanmasında, LGBTİ+ları koruduğu gerekçesiyle İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasında ve son olarak nefret mitingleri ve hedef gösteren kamu spotunda görmekteyiz.
Geçen sene de birçok ilde nefret mitingleri düzenlenmiş, Saraçhane'deki nefret mitinginin daveti kamu spotu olarak yayınlanmıştı. O zaman da LGBTİ+ örgütleri ve feminist örgütler dışında toplumsal muhalefetten yeterli ses çıkmamıştı. Siyasi oluşumlar genel olarak bunu kadın komisyonlarına veya LGBTİ+ komisyonlarına havale etti. Sistem karşıtı olduğunu iddia eden siyasi partilerin dahi LGBTİ+'lar söz konusu olduğunda sisteme ne denli angaje olduklarını gördüğümüz bir seçim süreci yaşadık. Bu seneki nefret mitingiyle eş zamanlı KAOSGL'nin canlı yayınladığı Büyük Hayat Buluşması'na birçok STK ve siyasi partiden katılımcıların bağlanması gerçekten moral vericiydi, tebrik ediyorum.
Seçim beyannamelerinde adımızı geçirmekten korkan, seçim sonuçlarını değerlendirirken dahi bizden bahsetmeyen kimi parti ve ittifakların vekilleri, üyeleri, belediye başkanları yayına bağlanıp yanımızda olduklarını hissettirdiler. Kişisel olarak yanımızda olduklarından zerre şüphem yok ancak örgütsel düzeyde bizimle aralarına ördükleri duvarların ne derece farkındalar acaba? LGBTİ+ların varlığını hedef alan örgütlü nefrete topyekûn karşı durmak gerekmiyor mu? İlkesiz bulduğum için hiç sevmediğim "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganından da mı bihaberler? Lubunyaların hak mücadelesi tüm özgürlükçü kesimlerin hak mücadelesi olmak zorunda.
Dostlara karşı hislerim bunlar, gelelim nefreti örgütleyenlere. Türkiye halklarının büyük çoğunluğu muhafazakâr. Lubunyaların büyük çoğunluğu da bu ailelerden geliyor. Klasik bir muhafazakâr ailede cinsellik tabu sayıldığı için cinsellikle özdeşleştirilen LGBTİ+lar da pek fazla konuşulmuyor. Lut kavmiyle ilgili malum anlatıları o zamanlar nadiren duyardık çevreden. Bunlar o yaştaki beni çok üzerdi. Allah'a inanan bir lubunya olarak en büyük üzüntüm muhafazakâr ailelerde büyüyen lubunyaların kendini daha da dışlanmış hissetmesi. Bu nefret dalgasının bana hissettirdiği en yoğun duygu bu. Kendi yaşadığım iç çatışmaları tekrar tekrar hatırlatıyor bana. Başka lubunyaların da bu çatışmaları yaşadığını bilmek içimi acıtıyor. Bu nefret dalgası karşısında en büyük endişem ise nefretin şiddete evrilme potansiyeli. Sekiz ay önce ülkeden ayrılmak zorunda kalmış bir trans olarak Türkiye'de sokağa çıkarken yaşadığım korkuları hâlâ yaşıyorum. Sokaklar LGBTİ+'lar için zaten güvensiz, daha da güvensiz hâle gelmesinden korkuyorum. Arkadaşlarım ve geride bıraktıklarım için korkuyorum. Ülkeye geri dönme umudumun giderek daha ütopik hale gelmesinden korkuyorum. Hükümetin komplo teorileriyle yönettiği nefret dolu kitleleri LGBTİ+ karşıtı yasalar yapmak için kullanma ihtimalinden korkuyorum. Bu kadar olumsuz cümlenin üzerine aklıma Fuzuli'nin "Dost biperva felek birahm devran bi sükûn" ile başlayan dizeleri geldi. Ama içimdeki o ses "Şunu unutmayın ki bize hiçbir şey olmaz! Nükleer savaş çıksa bir hamamböcekleri bir biz lubunyalar hayatta kalırız sus biliyosun!" diyor.
"Lubunyalar; kendilerine atanan gözaltı aracında gözleri kırmızı bir fare gibi parlayan canlardan, kırılan barikatlara inen yumruklardan, bir etkinliğin title'ı olmaktan, bir toplantının konusu olmaktan çok daha fazlası"
Arzu Bulut: Öncelikle Büyük Hayat Buluşması'ndan başlamak istiyorum, zira Büyük Hayat Buluşması adı altında örgütlediğimiz kolektif, inatla yan yana gelişlerimizle yaşadığımız her yere queer tesirler bırakmakla ilgili.
Uzun süredir dünyanın birçok ülkesinde LGBTİ+ topluluklara karşı bir saldırı olduğunu görmekteyiz. Konjonktürel olarak dünyanın birçok yerinde sağ merkez iktidarların, koalisyonların kurulduğunu ve örgütlendiğini görüyoruz, buna Türkiye de dahil. Son seçimlere baktığımızda Türkiye'de de kendini örgütleyen sağ merkez bir nefret birlikteliği var ve buradaki mesele sadece normatif ahlakın korunmasına ilişkin değil -bu sadece krizin önündeki ve bizim güneşimizi kırpmaya çalışan bir yanılgı perdesi- aslına baktığımızda patriyarka kendi krizini gizlemeye çalışıyor, dünyanın bir çok yerinde insanlar özellikle yeni jenerasyon cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini sorguluyor, ve doğrudan bir kalıba oturtulmayı, bir forma hapsedilmeyi, bir paketmiş gibi sınırlandırılmayı, sonrasında yaralanacak ve zedelenecek bir kabuk gibi yaşamayı kabul etmiyor. Bu yüzdendir ki patriyarka dünyanın birçok yerinde kendisine tehdit oluşturan queer mevcudiyeti sınırlamaya çalışmakta.
Bugün geldiğimiz nokta büyük aile buluşması değil, aslında cis-hetero-patriyarkal sistemin krizidir. Bu nefret hiçbir yere varamaz, zira lubunyaların arzusu kendilerine yönelen nefretten çok daha büyük, ve bu nefret bizlere her yöneltildiğinde büyük bir saldırı ve korkuyla, bizler de bu nefreti ve onun korkusunu iktidara, arzumuzdan ve onun inatçılığından aldığımız güçle büyük bir cesaret olarak geri fırlatıyoruz. Bu nefretin bu hedef göstermelerin bu dışlamaların ve hor görmelerin nafile olduğunu haykırıyoruz.
Öncelikle büyük hayat buluşmasının bu korkunç süreçte, yalnızlaştırıldığımız ve hedefleştirildiğimiz bir anda bizleri bir araya getirmesi çok açıkça kriz yaşayan patriyarkaya ve Türkiye'deki nefret birlikteliğine güçlü bir mesaj vermiştir: bu mesaj normun dışına itilmişlerin, bir "garip" queerlerin, hor görülenlerin normu altüst edeceğine dairdir. Evet bir "garip" queerler normu altüst eder. Peki bizlere yöneltilen bu nefreti nasıl bir mücadele hattı ile karşılamalıyız? Patriyarkanın böl, parçala ve yönet yönteminin öncelikle boşa çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Patriyarka bizleri sürekli bir kategoriye oturtur ve birbirimize sesleneceğimiz ilişki zeminini kırmaya çalışır, aramızda birbirimizden korkmamıza sebep olan çatlaklar yaratır. İşte yeni mücadele hattının hedef alması gereken nokta tam da burası. Devrimci hareketlerin farklı sınıfsallıkları ve eşitsizlikleri görmezden gelmemesi ve öteki devrimci yapılarla ilişkilenmesi elzem.
Sol ve antikolonyal hareketlere, kadın özgürlük yapıları ve feminist yapılara şunu söylemek istiyorum: LGBTİ+lar ile ilişkilenmeyen; yoldaş, arkadaş, dost ve yaren olamayan her yapı eksik kalacaktır. Maalesef, LGBTİ+lar aynı oturamadıkları evler ve dışında tutuldukları sokaklar gibi bu ilişkilenme ağlarının da çoğunlukla dışarısında tutuluyorlar, bilhassa trans kadınlar. Evet, bunu izlemekten ve intihara sürüklenmekten çok yorulduk. Lubunyalar, kendilerine atanan gözaltı aracında gözleri kırmızı bir fare gibi parlayan canlardan, kırılan barikatlara inen yumruklardan, bir etkinliğin title'ı olmaktan, bir toplantının konusu olmaktan çok daha fazlasılar. Gelin, hakikaten ilişkilenin bizlerle, patriyarkanın açtığı yarıkların üzerinden atlayın, sizin elinizden biz tutacağız.
Örgütlü bir trans-feminist hareketi, kategorileri boşa çıkaracak feminist ve devrimci ilişkilenme ağlarını hep beraber örmeliyiz. Bunu herkese açık büyük forumlar gibi bir araya gelişler ile örgütlemeliyiz. Özellikle bu değer ilişkilenmelerine sahip çıkacak, hep beraber manifestosunu yazacağımız bir feminist hareketi kurmalıyız. Zira "birlikte tehlikeliyiz."* (Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek) Evet, bunu unutmadan bu oturtulduğumuz kategorilerden birbirimize el uzatmanın hakiki bir adı olmalı: Tekrardan örgütlenmek bunun adı olmalı.
"LGBTİ+'ların bir milleti yok. Yani LGBTİ+'lar dünyanın her yerinde"
Semyanî Perîzade: Bu yıl ikincisi yapılan "nefret yürüyüşünün" daha kurumsal bir PR ile "Büyük Aile Buluşması" başlığı altında gerçekleştiğini gördük. Ana akım medyanın açıkladığına göre iki yüzden fazla sivil toplum kuruluşunun katıldığı nefret yürüyüşünün finalinde bazı uzmanların "cinsiyetsizleştirilen toplum" uyarılarına ilişkin konuşmaları platforma yansıtılan ekranda gösterildi. Böylece baskı ve dayatmalar kurumsal bir dille ifade edildi. Eşit vatandaşlık hakkı talep eden LGBTİ+'ların topluma eşcinsellik dayattığı iddia edildi. Bizim ne öyle bir derdimiz ne öyle bir kaynağımız ne de öyle bir kudretimiz var. Bir dayatma varsa o da bize karşı yapılıyor. Bu da patriyarkanın heteronormatiflik dayatmasıdır.
İşin aslı şu ki; LGBTİ+'ların bir milleti yok. Yani LGBTİ+'lar dünyanın her yerinde. Yani ne azınlığız ne de sizlerden çok da uzaktayız. Birçoğunuzun yönelimini sizlerden korkusuna gizlice yaşayan çocuğu, kardeşi, eşi, ebeveyni, yakın akrabası, arkadaşı, komşusu, çevresiyiz. Hâl böyleyken, Büyük Aile Buluşması'nda yapılan basın açıklamasında "hiçbir şahsı hedef almadan" ifadeleri özellikle vurgulandığı halde varoluşlarımız doğrudan işaret edildi ve topluma bizimle ilgili nefret aşılandı. Halbuki bizler uyuşturucu baronlarının ülkeye nüfuz edip uyuşturucu kullanımının küçük yaştaki çocuklara kadar inmesinin sorumlusu değiliz mesela. Derin yoksulluğun ve ekonomik krizin sorumlusu değiliz. İnsanların yetersiz beslenmelerinin, sağlık hizmeti alamamalarının ve ruhsal çöküntü yaşayıp intihar etmelerinin sorumlusu değiliz mesela. Dış borçların, ozon tabakasının delinmesinin, buzulların erimesinin, karbon ayak izlerinin, ekolojik yıkımın, Ortadoğu'nun tüm sorunlarının, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girememesinin, penguenlerin kutuplarda üşümesinin de sorumlusu değiliz.
Şimdi gelelim sadece eşit vatandaşlık hakkı talep eden LGBTİ+'ların mağduriyetlerinin detaylarına... Özel sektör ve kamuda bizler için korkunç bir tablo söz konusu. Ayrımcılığa maruz kalıyor, nefret söylemlerinin hedefi oluyor ve çalışma ortamlarının, sosyal alanların, sağlık hizmetlerinin dışına sürülüyoruz. Temel haklarımızdan mahrum bırakılıyoruz. Hayatımızı diğer vatandaşlar gibi idame ettirebilmemiz için LGBTİ+'ları kapsayan daha fazla garantiye ihtiyacımız var. Kurumsal faşizme karşı durarak haklarımızı talep etmekten çekinmeyelim, yaşamın her alanında görünür olmaya çalışalım. İletişimde kalarak ve dayanışarak direnebiliriz ancak.
"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler "küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs." diyenlerdir.