“Tüm canlı yaratıklar arasında yalnızca insana bahşedilmiştir gülme,” diyor Aristoteles. Ona göre, bir bebek kırkı çıkmadan önce gülmeye başlamaz, ancak gülmeye başladığı andan itibaren insan olur. Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri adlı şiirinde dediği gibi “Gülemiyorsun ya gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.”
Prof. Dr. İştar Gözaydın tahliye edildi. Ama…
Mehmet Altan 193 gündür tutuklu.
Şahin Alpay 245 gündür tutuklu.
Ahmet Altan 192 gündür tutuklu.
İnan Kızılkaya 221 gündür tutuklu.
Nazlı Ilıcak 247 gündür tutuklu.
Kadri Gürsel 148 gündür tutuklu.
Murat Sabuncu 148 gündür tutuklu.
Turhan Günay 148 gündür tutuklu.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 23 gündür açlık grevinde. Selahattin Demirtaş, Abdullah Zeydan, Meral Danış Beştaş, Ayhan Bilgen ve Nihat Akdoğan da açlık grevine başladı, yirmi dört saat geçmeden sona erdirdiler. HDP Siirt Milletvekili Besime Konca ise beş günlük dönüşümlü açlık grevinin öncüsü oldu.
İnsanın inandığı ilkeler uğruna kendi bedeninden feragat etmesine saygıyla karışık bir hayretle bakmışımdır daima. Açlık grevi çaresizliğin, umutsuzluğun insanı getirdiği son nokta. İnsan yaşarken de ölür. Haksızlığa uğradığında ayrı ölür, ölüleri mezarsız kaldığında ayrı ölür. Yok sayıldığında, görmezden gelindiğinde, fırsat eşitsizliğinde defalarca ölür, dininden, dilinden, ırkından dolayı uğradığı her dışlayıcı muamelede yine ölür. Yemek yemeyi keserek başladığı açlık grevinden önce aslında muhtelif sebeplerle ve biçimlerde bir çok defa ölmüş, her defasında yeniden dirilmiştir.
Ölüm pahasına vazgeçmemek, diretmek, direnmek…
İnsan hayatının her şeyden önemli ve kutsal olduğunu düşünürüm eskiden beri.
Tüm ideolojilerin, inançların ötesinde…
Yine de başkaldıran irade nasıl görmezden gelinebilir? Üstelik bir insan sadece kendisi için değil, hak, adalet, eşitlik gibi içi boşaltılan, sloganların sığlığında değer yitimine uğrayan sözcüklere yeniden can vermek için kendi yok oluşuna razı gelebiliyorsa…
Ölümü kutsamadan önümü ilikliyorum.
Ama keşke başka bir yolu olsa sağır kulaklara, kendi doğrusundan başka doğruya körleşmiş gözlere hakikati anlatmanın. Dil, bu kadar çabuk tüketmesi kendini. Sözün kudreti yetebilse…
Bir kerecik olsun, katılaşmış bakış açınızı, her gün tekrarlamaktan bıkıp usanmadığınız basmakalıp yargılarınızı bir kenara bırakın. Niçin açlık grevine başlar bir insan düşünün? Kendinizi o insanın yerine koymaya çalışın. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edebildiğiniz sürece hukukun çiğnenmesi, hakkın yenmesi, adaletin yerini bulamaması ‘normal ve olağan’ kabul edilecek. Hiçbir şey olmamış gibi yapabilenlere ne söylemeli, daha ne söylemeli de öfkeyi, nefreti, umursamazlığı bıraksınlar, bıraksınlar da önyargılardan azade bir diyalog başlasın. O zaman belki hep birlikte gülümseyebiliriz.
Orta çağda sadece karnavallarda izin verilirmiş gülmeye. Hakikat ise hicvedilerek mevzu bahis edilebiliyormuş, yani gülmeye vesile oluyorsa peçesi kaldırılabiliyormuş hakikatin, o da bir parça, bir yere kadar.
Hâlâ orta çağın karanlığıyla ürpeririz. Ya bu çağın karanlığı? Gelecek kuşaklar nasıl anacaklar içinde bulunduğumuz çağın karanlığını acaba!
Bir gülümseme kişisel nefretleri utanca dönüştürebilse keşke, birbirine sırtını dönenler yüz yüze bakacak hale gelse… Hani bulaşıcı bir şeydi gülmek! Niçin sevgi, liyakat, sağduyu ve ümit aşılamaktan bu kadar aciz artık gülümsemelerimiz?
Niçin buruk bir gülümseme kalıyor geriye, bir nebze olsun umutlandığımızda?
Belki umuttan çok, cesarete ihtiyacımız vardır.
@NarDogu