Yere ters konan bir kaplumbağa olağan yavaşlığına rağmen nasıl kendi gücüyle düz dönebiliyorsa , otuz yılını hapiste geçiren biri de herşeye rağmen ayakta kalmayı, yaşama tutunmayı başarabilir. Uçurumun sonsuz derinliğinde her düşüş tedricidir aslında. Fizik kurallarının aksine, gerçek hayatta birden düşmez insan. Zamanı parçalara ayıran bir süreksizlik hâkimdir alçalışına. Sahel Farzan ( gerçekte mahlası Sadegh Kamangar) , 1979’da İran Devrimiyle otuz yıl hapsedildiği hücresinden çıktığında kabuğunun ağırlığına rağmen dümdüz kalabilmeyi, ağır aksak da olsa ilerlemeyi başarır.
Onu esaretin değil, asıl aşkın en dipteki hücresinde bırakan karısını aramaya koyulur. Çünkü onu ölü bilen karısına sığınmaktan başka nefes alabileceği bir imkân yoktur yeryüzünde. Bu sebeple ayak bastığı İstanbul’da onu otuz yıl boyunca inandıklarından men eden gerçeklerle karşılaşır. O, dört duvar arasında hayatta kalmaya çabalarken, sürgündeki karısı da iki çocuğuyla birlikte mülteciliğin zor koşullarına rağmen yaşamını sürdürmektedir. Şüphesiz onları ayrı düşüren nedenler kadar, kavuşmalarını engelleyen sebeplerin ağırlığı da bundan sonraki yaşamlarına yön verecektir.
Çünkü sınırda yaşayanlar kendi topraklarını yaratırlar. Bir sürgün her zaman kapının eşiğindedir, ne içeri girebilir ne dışarı çıkabilir.Hapishane, insanı işte tam da bu sebeple kadük bırakır. Kendi olmaktan mahrum ederek, gölgesini bile yok ederek, süreksiz bir zaman yitimiyle başbaşa bırakıp aynı boşluğa defalarca düşürerek.
Kaplumbağalar da Uçar, Sarhoş Atlar Zamanı adlı unutulmaz filmlerin İranlı yönetmeni Bahman Ghobadi’nin son filmi Gergedan Mevsimi, tüm haksız eleştirilere rağmen, klasikler arasında yerini alacak bir film.
Şiir kelimelerle yazılır, demişti Mallarme. Hapiste ve sürgünde geçirdiği yıllarda S. Farzan ilkin kelimelerinden mahrum kalır. Onu suskunlaştıran bir devrim ilerlemeyi temsil edebilir mi? Sahel Farzan kimliksizleştirildikten sonra kendini temsil edebilir mi artık? Kelimelerin hasına, alasına haiz bir şair için otuz yıl mahpusluğun ardından en vahimi kelimesiz kalmak, içsel bir suskunluğa gömülmektir. Ghobadi, sualtı çekimleriyle böylesi bir dilsizliği imliyor. Suyun altında gözleri açık, kalbi atmaya devam eden ancak ağzını açtığı anda boğulacak bir adamın çaresizliğini yeryüzünde yaşıyor Sahel Farzan.
Ghobadi dört sene evvel İran hükümeti tarafından sınırdışı edilip ruhuna en yakın yer olarak seçtiği İstanbul’a yerleşince karar vermiş Gergedan Mevsimi’nin senaryosunu yazmaya. Çekimleri İstanbul ve Irak’ta yapılan filmde Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk, Ahmet Mümtaz Taylan, Beren Saat ve Belçim Bilgin de rol alıyor İtalyan sinemasının dünya çapındaki ismi Monica Belluci ile Sahel Farzan’ın yaşlılığına hayat veren Behrouz Vossoughi dışında. Oyunculukları genel olarak iyi buldum, ama bilhassa Yılmaz Erdoğan’ın rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini düşünüyorum, özellikle ruj emme sahnesinde çok etkileyiciydi. Beren Saat’in ise bu filmde kendini tekrarladığı hissine kapıldım, öteki oyuncular yanında sönük kaldığı kanaatindeyim.
Ghobadi’nin diğer filmlerinde de diyalog azdır, görsel dili güçlü bir sineması vardır İranlı yönetmenin. Metaforlardan sıkça yararlanır; sabık filmlerinde kullandığı kaplumbağa, at, sualtı imgelerinden bu filminde de yararlanmış,ilave olarak filmin adına ilham olan Gergedan’ın Son Şiiri’nden esinlenerek gergedan imgesine yer vermiş. Yılın tüm posasını; yani yaşamın tüm çirkinliklerini, yorgunluklarını, hayatımızdan eksiltilen ne varsa emip tüküren gergedan, aslında tüketim toplumunun kıskacında ideolojisizleştirilmiş, nesneleştirilmiş bireyi imliyor.
Yakın plan çekimleriyle artık bir Ghobadi üslubuna dönüşen anlatım Gergedan mevsiminde de hayat buluyor, önceki filmlerinin aksine yönetmen bu filminde geri dönüşlerden yararlanmış az da olsa. Filmin akışını gayet tutarlı ve yerinde buldum. Ghobadi salt diyaloga dayalı, her karesi anında tüketilen filmlerin tersine görsel gücü yüksek, bu kez kelimenin her anlamıyla şiirsel bir film yapmış.
Gelgelim eleştirelere. Yok baş karakter niye hiç konuşmuyormuş! Otuz yıl hapiste kalan bir adam bülbül gibi şakıyacak değildi ya. İran Devrimine neden yeterince değinilmemiş, film neden aşk üçgeninden ibaretmiş? Ne zamandan beri aşk filmleri , hele ki İran sineması söz konusu olunca, hafifseniyor? İranlı tüm yönetmenlerin politik film mi çekmesi gerekiyor?Üstelik filmin siyasi bir içeriğe sahip olmadığını söylemek yersiz veya Gergedan Mevsimi’ni salt aşk filmi olarak görmek abesle iştigal. Kaldı ki İran Devriminin geleceği parlak bir sanatçının, ilk kitabıyla dikkat çeken bir şairin yok yere hayatını nasıl kararttığını anlatırken, aslında her ani ve köklü değişimde hem yaşın hem kurunun nasıl yandığını gösteriyor film. Rejim değişikliğinin etki ve sonuçlarına bir sanatçının hayatı üzerinden değinip resmin bütününü anlamak için gözden kaçırdığımız her parçasını da fark etmemiz gerektiğini gösteriyor. Yani insanı, her daim insanı, rakam olarak değil birey olarak insanı, salt bir topluluğu değil, tek bir insanı…
Sanatta esas olan bir şeyin adını anmak değil, onu işaret etmektir. Ghobadi’nin sineması bunu ziyadesiyle başarıyor. Attila Dorsay’a katılıyorum; Gergedan Mevsimi , Bahman Ghobadi’nin en iyi filmi.