Yaprakların saygı duruşudur sonbahar.İstanbul yeni bir mevsime hazırlanırken eylül arafta kalır yaşayamadıklarımızın büyüsüyle gündelik hayatımızın inandırıcılığını yitirmiş hayhuyu arasında. Kendimize çalışırız yeniden. Aşina köşebaşlarımız çoktan yer değiştirmiştir haritamızda. Hayatla yeniden hemhal olurken yeni bir duygu keşfetmenin sancısıyla ad koyma telaşına düşeriz yaşadıklarımıza. Hayatın tüm anlamları eylülde verilmiştir müsebbibine. Hazırlıksız yakalanmanın canımızı acıtmadığı aydayız;eylülde.
Eylül, yılın dokuzuncu ayı.Dokuz, eski yunanda şiir Tanrıçası Müz’ün rakamı.
Hem huzurun hem hoşnutsuzluğun ayıdır Eylül. Yazın rehaveti sürerken, kışa hazırlık başlar. Eylül mevsimlerden hazana ait değildir nazarımda, yaza daha çok yakışır. O yüzden benim için eylül yaza dahildir. Oysa eskiler ağustos için yarısı yaz ise yarısı kış derlermiş.
Nice şairin başı hoş değildir eylülle; Edip Ayel’den Yahya Kemal’e. Öyle çok üşürüz ki, hem de öyle çok. Yola çıkmaya hazırlananların hem korkulu hem ümitli telaşına, hayatımızın kışa girmemizle değişeceği hissine kapılırız, kaygılarımızın üzeri örtülür, beklemek daha kolaydır artık. Herşeyi hafifletir eylül, paha kaybettirmeden hafifletir. Herkesin kıymetli bir eylülü vardır, hangi aya girersek girelim, eylülden hep bir parça kalır.
Hayata gönül indirgemediğimiz yegane aydır Eylül. Hüzün sürekli, fakat kısa kısa yoklar kalbimizi. Eylüldür içimize en çok sinen yaşamak. Bir şiir okuruz, dünya devrilir karşımızda.
"eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz."
Hilmi Yavuz
Hayatın bilimsel bir yanı yoktur; bellediğiniz her formül yanlış sonuç verir; inandığınız her veri sizi yalancı çıkartır. Göklere çıkarttığınız hayat bilginizi, sizi hüsrana uğratan, kapalı kapılar ardına kilitleyen, belki de yerin dibine sokan deneyimleriniz yerle bir eder. Sıra gelir eylül bilgisine. Yeterince işlenmemiş aşklar sökülüp yeniden dikilir eylülde, geç kalınan kapılar yeniden çalınır, ertelenen kitaplara el atılır hemen, birkaç mısrası dilin ucuna gelen ama hemen sislere gömülen şiirler yeniden ezberlenir, değişimin en çok arzu edildiği aydır eylül, her ne kadar kendinizde o takati ve hevesi bulamasanızda. Müteakip aylar sanki foyanızı ortaya çıkaracak, ruhunuzun engebelerini herkese gösterecek, tüm eksikliklerinizi bir bir sayıp dökecektir. Gerçeğe hürmetiniz artar böyle zamanlarda. Kendi gerçeğinize ulaşma ihtiyacıyla yanıp kavrulursunuz. Siz kimsiniz gerçekte? Bu soru en çok eylülde sorulur ve cevap bir sonraki eylül kadar uzaktır size.
Mehmet Rauf’un eskilerin deyişiyle şahkârı Eylül’de, Necip ile Suad’ın piyano başında geçirdikleri saatlerin anlatıldığı bölümlerde, on iki ay arasından sadece tek bir ayın ömre yayıldığını düşünürüm; eylülün. Üzüm ayı derlermiş eskiden, bağ bozumundan esinle. Pastırma yazı pek de uzun sürmedi bu sene zaten. Ziya Osman Saba’nın şiiriyle söylersek “İlk yağmur damlası düştü/ kuru yapraklarına güzün/ ardında kış kıyamet/ dert, hüzün”
Akşamsa, eylülse, ıslanmışsam diyen yağmur kaçağı Attila İlhan gelir sonra. Yazın bittiği her yerde söylenir, evet Ülkü Tamer, evet Murathan Mungan, her yerde söylenir. Ama zaten yaz, eylül’e varmak için değil midir?
Eylül’ü de kendine katarak ilerler yaz, ilk şiir düşene kadar.
Hayatımızın yönünü tayin eden alışkanlıklarımıza bel bağlamayız artık, yeterince hazırlandığımızı sandığımız hayat bizi köşeye sıkıştırınca sabık bilgilerimizin sağlamasını yaparız. Her nedense, acıların hakkı yeterince teslim edilmemiştir hayat bilgisinde.
Bazı yaralar uzaktan seçilir ancak. Zamanın oluk oluk kanadığı aydır eylül, geleceğe değil hep düne ait bir aydır sanki. Acının eylülü seçmesi tesadüfi olamaz. Aynı cümle yankılanır içimizin koridorlarında. “Bir dahaki Eylül’e kadar…. “