Pınar Doğu

01 Aralık 2012

'Dağ'ın ardındaki vicdan!

Yolun ortasındaki böceği ezilmesin diye alıp kenara koyan ama askerdeyken bir insanı gözünü kırpmadan vuran...

 

Yolun ortasındaki böceği ezilmesin diye alıp kenara koyan ama askerdeyken bir insanı gözünü kırpmadan vuran aynı kişi olabilir mi? İnsan bu kadar karmaşık bir varlık mı gerçekten?

Dağ,  otuz yıldır devam eden iç savaşın, ordu tarafından dağ olarak isimlendirilen bir bölgede mahsur kalan Bekir ve Oğuz adlı iki askerin yaşadıkları, geçmişleri, birbirlerini sorgulamaları üzerinden değerlendirildiği ortalamayı geçemeyen bir film. Geri dönüşler, ağır ve sessiz çekimlerle basit bir kurguya sahip filmde vatanperverliğin yoğunluğu, derinliği ve sağlamlığı birinin uzun dönem, kısa dönem veya bedelli askerliği tercih etmesine göre değerlendiriliyor. Eğitimsiz, fakir, kaba saba Bekir ile üniversitede tarih okumuş, zengin, yakışıklı Oğuz karakteri üzerinden hep fakirlerin şehit olduğuna, zengin çocuklarının tuzunun kuru kaldığına dair göndermeler de var. Ama kaderleri imha ve inkar politikalarıyla belirlenen , her türlü mağduriyet ve mahrumiyetten nasibini almış, güvenlik sorunu sayılmaktan öteye gitmeyen varlıklarını sürdürmek için mücadele eden Kürtler filmde sadece “düşman” olarak isimlendirilmiş.

Öyle ki Kürt kelimesi bir kez bile geçmiyor. Filmin sonunda, Kürtler’i canlandıran oyuncular “Düşman” olarak yazılmış. Kürt olduklarına dair simgeler puşileri ve şalvarları, hiçbir dialogları yok, uzaktaki bilinmeyen düşmandan farksız bir konuma yerleştirilmişler.Kısacası, Kürt eşittir düşman önermesi sunuluyor izleyiciye.

Tarihsel verilere dayanmaktan, meselenin özüne inmekten imtina eden film,  yok etme ve galibiyet anlayışından öteye gitmeyen bir sığlığa haiz. Militarist bir söylemi dışavursa da çoğunlukla etliye sütlüye karışmadan ortaya koyuyor meselesini.  Otuz yıldır devam eden savaşın neden bitmediğine dair bir görüş yok filmde, ama hiç bitmeyeceğine dair bir replik var.Maalesef  Dağ, barışa dair hiçbir umut barındırmıyor.

Karlı coğrafyaya ait sekanslar “ Nefes: Vatan Sağolsun” filminden hallice değil. İki filmin paralelliği iç savaşa aynı dar çerçevede, tek gözü kapalı değinilmesinden ibaret değil sadece. Milliyetçilik ile vatanseverlik arasında ton farkı vardır, birinden ötekine hiç farketmeden geçiliverir. Her iki film bu geçişleriyle de benzeşiyor.  “Nefes: Vatan Sağolsun” hem prodüksiyon hem oyunculuk açısından çok daha iyi bir yapımdı, ordunun zaaflarını göstermek hususunda hayli cesurdu. İnsanı böcek haline getiren zihniyeti tartışmaya daha açıktı. Dağ ise suya sabuna dokunmadan üstünden dolaşmakla yetinmiş. 

Yolda karşılaştığı böceği kenara koyacak kadar vicdanlı davranan fakat askerde karşısındakini hunharca öldürmekten imtina etmeyen gariban asker Bekir üzerinden savaşın haklılığı ve gerekliliği tanıtlanıyor adeta. Dağ,  savaşı kutsayan, onaylayan, hatta öneren bir film.  Dağ,her erkeğin vatanı uğruna savaşması, silah tutması, askerlik yapması gerektiğini savunan, hatta dayatan bir film. Dağ milli hisleri okşayan, anlı şanlı tarihten örnekler veren,öldürmekten taraf olan bir film.

Film bitince 1984’ten günümüze yaşamını yitiren tüm Mehmetçiklerin isimleri aktı ekranda. A’lar bitmek bilmedi, sonra B’ler bir o kadar çoktu, C’ler keza…. İsmi Z ile başlayanlara sıra geldiğinde beş dakika geçmişti bile.Bir mısra aklıma geldi o saniye:  “Onlar bir avuç kemiktirler çoktan”  Bir o kadar da PKKlı var diye düşündüm.  PKKlı diye diye bu ülkenin insanı olduklarını unuttuğumuz Kürtler yani… Oğuz’un içlerinden birini öldürdüğünde Bekir’e gömelim mi diye sorduğu sahne… Bekir’in karşı çıkması. Oğuz’un “Onlardan bir farkımız olsun” demesi, işte aynı üstten bakış ve aşağılama. Sonra eklemesi “Babası ister miydi oğlunun dağa çıkmasını?” diye, ölene bakıp.  Silaha sarılmaya hakkı olmasa bile haklı olduğu hiçbir sebep yokmuş gibi.  Öldürülmeyi hak ediyormuş gibi. Bir böcekten farksızmış gibi.

Evinizde bir böcek gördüğünüzü farz edin. Onu öldürüp öldürmemek sizin elinizdedir. Çünkü gücünüz buna kolaylıkla yeter.Kabuğuna biraz baskı uygulayıp onu öldürebilirsiniz rahatlıkla. Bunun için nedenler bulabilirsiniz. Böcek pislik taşır, kirli ortamlarda bulunur,bu yüzden tehlikeli bulabilirsiniz onu. Ya da en basitinden göz zevkinizi bozar, çünkü kapkaradır, çirkindir, oradan oraya hareket edip sinirinizi bozar. Üstelik birini öldürmezseniz, çoğalacağına dair insiyaki bir hisse kapılırsınız, yani suyun başını kesmek gerekir. Veyahut vicdanınız elvermez, öldürmek yerine hava alabilen bir kavanoza hapsedersiniz. Doğal ortamından ayrılan böcek bir müddet sonra kendiliğinden can verir zaten. Bir canlıyı öldürüp öldürmemek temelde böyle bir meseledir işte. Birini öldürmek için onu bir nevi böcek yerine koymanız gerekir, haklı sebeplerle katilliğinizi aklamanız gerekir.  Ama hiçbiri gerçekten bir canlıyı öldürme hakkını vermez size. Hele ki bu canlı dil vasıtasıyla kendini anlatabiliyorsa, ötekiyle iletişim kurabiliyorsa öldürmek, sorun çözmenin ikamesi olabilir mi?

Bir yanda  insanı ” böcek”  misali öldüren ordu ve PKK, bir yanda kavanozda tutarak öldürmeyi tercih eden iktidar… ikisinin de dili yok, gözü ise hep savaşın merceğinde.

Dağ ise savaşın meşrulaşmasına, kalıcı hale gelmesine, tek reçete olarak sunulmasına onay veren bir film. Şöyle diyordu  filmdeki komutan: Dağlar bir ülkenin gökyüzüne en yakın yerleridir. Dağı elegeçiren şehre kısa sürede kolaylıkla iner.

Peki ya vicdan denilen dağ…

Asıl o ele geçirilirse ölü sayılmaz mıyız?