"Hakikat şahsa, hata zamana aittir."
Beşir Fuad
Her seneye hayatın büyük beklentileri karşılayacağına dair kökleri sağlam bir hisle girerim. Ancak ülkemin yıldan yıla boy atan acılarını, korkunç kayıtsızlığını düşünürken dipsiz bir boşluğa bakıyormuşum hissine kapılmaktan kendimi alamam. Boşluğa baka baka boşluğun kendisine dönüşmekten korkarım. Boşluk bir şeyin yokluğu değildi; yok olan bir şeyin varlığını hissettirmesi; kendine bakma, duygudaşlık kurma becerisinin yitip gitmesi esasen. İnsanın kendi ülkesinde yabancı, eksik, eğreti kalmasını ne telafi edebilir, bunca yıldır bulamadım.
Bir topluma bakmak insanın evvela kendisine bakmasını öncelikli hâle getiriyordu. Bütünü anlamak için parçadan, toplumu anlamak için bireyden yola çıkmak gerekmiyor muydu? Adorno "Sadece sevgiye tutunacak gücü olan yaşar." demiş. Sevgiye tutunmaya gücüm var mıydı?
Senelerin katı ve acımasız tutumuna rağmen öfkeyi kapı dışarı ettim; şefkati ve sabrı muhafaza etmeyi ise güç bela başardım. Bazı insanlar kısa misafirliklerden sonra gitti, bazıları ömürlük tatlar bıraktı, bazıları el değemeyeceğim uzaklıkta olsalar bile varlıklarını hissettirdi. Bazılarıyla ara versem de bir gün yolumuzun yine kesişeceğini bilmenin güveniyle içim rahat. Bazılarını ise yormadan, darılmadan vaktinde vedalaşmayı bilerek yolcu ettiğime memnunum. Kimseye ah etmeden, affetmesini bilerek yaşamaya özen gösterdim. Yas tutmadan devam etmeyi, dizlerim kanasa da ayağa kalkmayı er geç bildim. Elde ettiklerimden ziyade elde kalanların daha sahici ve samimi olduğunu anladım.
Hatalarımla barışmayı, kendime dışardan bakmayı, aynamı kırmadan yüzüme tutmayı az çok başarabildiğimi sanıyorum. Sevginin fiziksel mesafeye yenik düşmeden dimdik ve sağlam kalabildiğini de gördüm, boğucu yakınlıklarda çarçabuk tükendiğini, saygınlığını hemen yitirdiğini de...
Ederinden aza bozdurmadım hiçbir duyguyu. Hatıralara ise hep hürmet ettim.
Şimdiki zaman duygum ara sıra zayıfladı, geleceğe dair endişe ve kuşkularım bazen haddini aştı. Bizi belli etmeden içine çeken, kaşla göz arasında hapseden, çemberin dışına çıkmakta zorlandığımız bir algı yönetimi söz konusuydu daima. Ben derken biz'i ihmal etmemeyi; biz derken ben'i yok saymamayı becerdiğimi sanıyorum.
Sessizleştirildiğimiz için yakınıyorduk, hayır sessiz kalmayı tercih eden bizdik. Elimizden bir şey gelmediği yanılgısına düşüyorduk, hayır hesap sormayı bilmeyen bizdik. Tek bir kişinin müdahalesiyle ne değişir ki diye düşünüyorduk, hayır el ele vermeyi, birlik olmayı öğrenemeyen bizdik.
İnsan haklarını savunduğumuzu, eşitlikçi bir anlayışı benimsediğimizi, kimseyi ötekileştirmediğimizi, kimseye kötü davranmadığımızı, hak yemediğimizi, bencillik etmediğimizi, herkesin düşüncesine saygılı olduğumuzu zanneden yine bizdik. Peki, gerçekten öyle miydi?
Herkesin bir ötekisi vardı. Herkesin hasır altı ettiği, kimseye göstermediği hataları vardı. Herkesin diş bilediği, hiçe saydığı, hor gördüğü birileri vardı. Hâlâ var. Belki insanların birbirlerine tarafsız ve saf bir bakışla bakamamasının nedeni bu. Kimsenin kendisiyle yüzleşememesi.
Mükemmelliğe, erdemli yaşamaya, büyük laflar etme telaşına yönelik her türlü saplantının hayatı eksilttiğini düşünüyorum. Her şeyi anlama kavuşturma çabası da yeterince yorucu. Hayali bir fanusta nefes almaya çalıştığım hayatımın tek engeli kendimmişim meğer. Kendi önyargılarım, kendi yanılgılarımmış.
"Hata şahsa, hakikat münhasıran zamana aittir." demiş Goethe. Hakikati görmek mi daha uzun sürüyor, kabullenmek mi sizce? Ama büyük resimde kaybolmadan, ama "Ben de varım" diyerek, ama "Sen de varsın" demeyi unutmadan.
Çünkü biz her şeyiz. Aradığımız ise hak ettiğimiz gibi insanca yaşamak. Daha fazlası değil.
Başlık: Hölderlin.