Ali Kemal Güven hem yazmış, hem yönetmiş: Çilingir Sofrası hakikaten acayip bir film olmuş. Şöyle ki, birkaç gün önce Ali Kemal'den torpilli (evet, tanışıyoruz) Vimeo'da seyrettim.
Kadıköy Sineması'ndaki özel gösterimi "ailevi nedenlerle" kaçırdığım ve kendimi WhatApp'ta yerden yere attığım için. (Hak ettim şifreyi yani.)
Ve de benim için ölçüdür: Üstüne ne doktorlar, ne mühendisler seyrettim -Yani birkaç Oscar'lı Cannes'lı film Mubi'de, Digi'de filan- (Zira habire film seyrederek yaşayabiliyorum: Unutma Battaniyesi) ama bu film sistemimde dönüyor da, dönüyor.
Bir satırı aklıma düşüyor. Bir sahne içimi yeniden jiletleyiveriyor.
Diyaloglar, diyaloglar! Arkadaş bu nasıl bi diyalog yazmaktır?
E, alt tarafı 4 kısımlı, 60 dakikalık bir film. Handiyse tamamı bir sofranın etrafında geçiyor!
N'oluyo da böyle oluyor?
Şu oluyor: Filmin sahiciliği o denli nüfuz etmiş ki ruhuma, ordan burdan içimde baş verip ruhumu hâlâ meşgul ediyor. Edebiliyor!
Türk sinemacılığında belki de ilk kez açık açık bir gey aşk filmi seyrediyoruz.
(Bana ''Malkoçoğlu'nda esasında Bizanslı Askerler geydir!'' Tarzı örneklerle gelmeyin.)
Tabii kahramanlarımızdan en (az) kahramanı geyliğini bastırmak zorunda olan, pazarcı / peynirci / baskıcı aile oğlu Yusuf Efe.
Şimdi Bağcılar ve Avcılar'da dükkan da açmışlar. Geleceğin Peynir Kralı olacağına nasıl da emin.
Ve tabii ki, aile babalığında, kocalığında, yerlici ve millici kimliğinde yüzde yüz garantide; yani gey olmamak zorunda.
Hoca ve psikolog ikilisi geyliğini de tedavi etmişler! Zaten. Gençlik ve azgınlık hastalığıdır ya zahir.
Ve de Yusuf Efe rolünde (rolünde yazmayı dahi içim götürmüyor) Ahmet Rıfat Şungar hakikaten döktürüyor.
Tamam, Ahmet Rıfat Şungar'ın kötü oynaması diye bir ihtimal söz konusu değil. İnanılmaz iyi bir oyuncu. Her zaman döktürüyor.
Ama öyle müthiş bir tekst sunulmuş ve o da öyle bir içselleştirmiş ki rolünü...
Şöyle söyleyeyim; hayatta en sevdiğim 5 Türk filminden biri olan Kader'de Bekir'i oynayan Ufuk Bayraktar neyse o.
Böylesine kıldan ince kılıçtan keskin yazılmış bir rol, herhalde bir oyuncuya hayatında bir kere gelir.
Çok çok şanslıysa iki, üç kere gelir.
Emir Can'ı oynayan Barış Gönenen'e haksızlık yapacağıma, kuyudan düşerim daha iyi.
Zaten ikisi İstanbul Film Festivali'nin En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü birlikte almışlar.
Hakkaniyetli olan da bu.
Yusuf Efe otomobilin mahremiyetinde önünü açıp ''Alsana'' dediğinde gözü hafif yaşlı, bir bakışı vardı ki
Barış Gönenen'in.
Aklıma geldikçe hâlâ sarsılıyorum.
Çok çok gözleriyle oynayan bir oyuncu Barış Gönenen. Ne kadar şapkam varsa, hepsini önünde çıkartıyorum.
Filmde Nazan Öncel şarkılarının ayrı bir ehemmiyeti var.
Filmin başrollerinden biri de (daha önce hiç bilmediğim) bir Nazan Öncel şarkısına ait: ''Bunu bir ben bilirim, bir de Allah.''
Abla (Ecrin Bolkar) şarkıyı söylerken bu iki şahane oyuncunun birbirlerinden gözlerini kaçırarak birbirlerini yemeleri... Vesaire vesaire.
Gayet seksi de bir film Çilingir Sofrası.
Dilerim bir an önce bir platformda izlenebilir.
Dilerim vizyona girer: Bir salonda, büyük ekranda izleyebiliriz.
Dilerim yurtdışında, festival festival dolaşır; millet samimi ve hakiki Türk filmi izler.
Dilerim de dilerim.
Türkiye'de yaşarken burda yaşadığımı unutabilmek (ve başaramamak) üstüne kurulu hayatıma sıkıca kapalı kapıdan esen tatlı bi rüzgar gibi geldi vallahi.
Türkiye'ye dair. Samimi. Hakiki. Düzgün bir iş.
Şükürler olsun!