Erdoğan, hakikaten talihli bir adam.
Hani, Hıncal Uluç misali kokoz köşecilerin alıntılamaya doyamadıkları bir laf var:
“Aptal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun.”
Erdoğan'ın ise APTAL DÜŞMANLARI var; daha ne olsun?
Talihli olduğu kadar da becerikli biri Kalplerdeki Başkan.
Holbrooke'un Miloseviç’le alakalı müthiş bir gözlem lafı var:
Bir sorunu daha büyük bir sorun yaratarak çözmeye çalışır.”
Aynı bizim Başkan!
(Allah, sonlarını benzetmesin!)
E, bu kadar mahir bir futbolcunun, topun peşinden dahi koşması gerekmiyor.
Top ayağına geliyor, habire ayağına geliyor.
“Yahu, bu ne talihli bir ayaktır öyle!” dememize kalmıyor, bakıyoruz top ağlarda!
Uçağına alıp ibrik gibi etrafına dizdiği, pislik havuzunun çamur atıcıbaşıları da; Çin, Endonezya, uçak sarsıntısı, saat farkı dinlemiyor.
Habire ayaktalar; alkış,tebrik, tasdik, kıyamet!
Sonuç olarak ennnn büyük başkan, onların başkan!
Avuçlarını ne kadar patlatsalar, sağa sola çamur atıp görüntü ayarı bozmaktan arda kalan vakitlerinde; yeridir.
Ve vazifeleridir, maaş çekleridir zaten.
Olaylar, öylesine gerilim romanları lezzetinde ve öylesine kahredici ki!
Kandil Komutanları, tek taraflı ateşkesin sona erdirildiğini, silahlı hareketin saldırıya geçeceğini, Suruç Katliamı'ndan önce söylediler.
Seçimlerin, HDP'nin müthiş başarısının hemen akabinde!
Katliam'dan sonra ise KCK Eş Genel Başkanı Bese Hozat “HDP'den BAZI kişilerin AKP'nin oyununa gelerek, silah bırakmak için Apo'yu adres göstermeleri, büyük bir yanlıştır. Bu yaklaşım son derece apolitik ve yanlış” diye yazdı.
O BAZI kişilerle kasıt, “Silahların susmasını ancak Sayın Öcalan sağlayabilir. Tecridi kaldırın, müzakereler başlasın”, diyen Demirtaş olsa gerek.
Bese Hozat'ın yazısının “Silah meselesi gündeme girdiğinde de Önder Apo'nun bizzat gelip gerillalar ile YÜZLERCE İKNA TOPLANTISI (büyük harfler benim) yapması gerekiyor. Yani demem o ki, silah meselesi çok ciddi bir iştir,” diyen bir kısmı da var.
Hozat'ın yazısı, uzun ve kapsamlı bir yazı.
Ama hepimiz, silah meselesinin çok ciddi bir iş olduğuna ikna olmuş vaziyetteyiz.
Müsterih olabilirler.
Pek tabiidir ki, kekliği düz ovada avlarlar.
Pek tabiidir ki, dağda olmakla ovada olmak arasında çok mühim farklar var; yaşamsal farklar.
Güçten vazgeçmek de zordur, kraliyetini geride bırakmak da.
Tüm ömrünü dağda, silahıyla geçirenlerin bindikleri iktidar dalını kesmeye kalkarsan-
Öyle algılamaları dahi yeter; rakipsiz konumlarının sürmesini arzu ederler.
Demirtaş çok ön plana çıktı. Müthiş bir sempati kazandı.
Bu bariz karizma işte, bazılarının iktidar kimyalarını bozmaya yeter.
Ne acı ve acıklı!
Tamam.
28 Temmuz'da Radikal'de Ezgi Başaran'a verdiği mülakatta Demirtaş'ın uzun uzun anlattığı gibi, AKP'nin öldür Allah dağdan çekilme yasasını çıkarmamış olması; çok ciddi ve temel bir meseledir.
Sonuç olarak: hiçbir kültürel ve siyasi hakkı Kürtler'e tanımamış olmaları, nur topu gibi bir IŞİD'in bölgeye musallat olmasında ciddi katkı maddelerinin olması, oyalamaca taktiklerinin, Öcalan'ı aylardır kimseyle görüştürmemelerinin, kalekol inşasından başlarını kaldıramayıp habire askeri araç yolları döşemelerinin, tüm bu sinsi oyun ve samimiyetsizliklerin sonunun bir türlü gelmemesi-
Bunlar, katlanılır, kabul edilir gibi değildir! Ne deseler, yeridir.
Çok anlaşılabilir bir şekilde Kürt Hareketi'ne “EEE, yetti be! Ne AKP'nin barışı, ne Erdoğan'ın şekeri!” dedirtir.
Ama olan, HDP'ye ve Demirtaş'a olacak diye endişeden kavrulur vaziyetteyiz.
Masayı devirmek ayrı, silahları tüm acımasızlığıyla devreye sokmak; “Türkiyeli” bir parti olmak için yola çıkmış bulunan HDP'yi bu denli müşküle sokmak; apayrı.
Demirtaş; yine Ezgi Başaran mülakatında, her safhasından haberdar olduğu Dolmabahçe Mutabakatı'nın ardından, nasıl da “Uzun süredir beklediğimiz bir açıklamadır. Gecikmiştir, ama sevindiricidir”, dedikten birkaç zaman sonra-
“Doğru bulmuyorum”a dümen kırdığını anlatıyor Erdoğan'ın!
Araya ne mi giriyor?
Erdoğan'ın müptelası olduğu anket sonuçları!
Anket şirketlerinin “AKP oyları düşüyor, HDP oyları yükseliyor, Sultanımız!” diye bildirmesi üstüne-
“Bize hiçbir faydası yoksa BU işe (barış kast ediliyor! P.M.) niye girdik?” diye dümeni çark ettiği gibi, bu kutlu günlere gemisini doğrultuyor Usta Kaptan!
Dümeninin kıvraklığını da, teslim edelim.
Başkan olmaktaki gözükaralığını da.
Şimdi Kürt Düşmanlığı'nın bir numaralı kalesi MHP'yle de el ele, göz göze.
Daha yakın zamanda, onlara meclis başkanlığını hediye eden, hani kurt dişli rakip MHP!
Peki “Yok aslında Kürt Düşmanlığında birbirinizden farkınız!” diyebilecek ırkçı seçmenlerinin, AKP'yi (yeniden) tercih edebilecek olmasından korkmaz mı MHP?
Zira (gözü) Kara Türkler güce taparlar temelde. Gerisi teferruattır.
Yazının başında sözünü ettiğim Aptal Düşman mevzusuna, çemberi tamamlayıp vardık.
Hatta, Sahte-kâr Düşman daha doğru bir tanım olabilir bu topraklarda.
Sahtecilikten başımızı kaldırıp da eğriyi doğruyu değerlendirmemiz, tabiatımıza mı aykırıdır; nedir?
Ufak kârlar, güç savaşları / bağımlılıkları adına, “düşmanımızın” ekmeğine yağ sürmekten vazgeçemememiz?
Ben en çok başlarına iğrenç çoraplar örme tezgâhları, hâli hazırda kurulmuş bulunan Demirtaş'a ve tabii ki, HDP'ye yanarım!
Meselesi Türkiyelileşmek olan bir HDP'yi kadük hâle getirme arzuları, öylesine derin ki.
Yılmaz Özdil'le Tuğçe Kazaz, ortak bir düşmanlığın / nefret dilinin etrafında kenetlenmiş, Demirtaş'ın sazınının sapını nereye sokacaklarını küfürleye dursunlar-
Gıcır gıcır, elden geçirilip pekiştirilmiş Gladyo'suyla filan, ortak paydası Kürt Nefreti, Misak-ı Milli sınırları takıntısı olan, yepyeni bir Milli Mutabakatımız oldu!
AKP nefretiyle yanıp kavrulanlar da, nerden su taşıyacaklarını bilemiyorlar bu kutsal ittifaka.
Sözcü'yle Sabah'ın hâli hazırdaki tek anlaşmazlığı, harekâtın başlama tarihi: Çok daha önce başlamasını, hatta hiç kesintiye uğramamış olmasını isterlerdi!
Uyduruk barış masallarından vazgeçip dişlerini göstermesi Havuz Medyasının, ışık hızında gerçekleşti.
Vatana, milletlere hayrının dokunmayacağı açık da-
Ömrü kısa olsun!
Tek dileğim budur.
“Yok olun, yeter.”