İnternet çağında bilgiye erişmek çok kolay. Lavabonun tıkanmış borusunu nasıl açabileceğimizi, yeni bir yemek tarifini internetten iki dakikada öğrenip uygulayabiliyoruz. Pek çoğumuz, söz gelimi bir sağlık sorunu ile karşılaştığında bir miktar doktorculuk dahi oynuyor olabilir. İnternetten öğrendiklerimle kendi kendime teşhis koymam ve doktora gitmeyi ihmal etmem başıma zaman zaman iş açmıyor değil ama itiraf edelim; bir sağlık sorununda hemen hemen hepimiz bir uzmanı aramak yerine internete başvurup okumaya başlamıyor mu? Doktorlarımız bizi azarlayınca sarsılıp kendimize geliyoruz. Yine de kimse bu saf eğilimi alıp da hobi olarak veya ikinci bir iş niteliğinde doktorluk ya da mesela avukatlık yapmıyor.
"Ben oktan internetten kendime teşhis koydum; tek ihtiyacım olan ikinci bir görüş"
Bu mesleklerde hal böyleyken kendi yakın çevremden ve profesyonel hayatımdan çok iyi bildiğim, herkesin rahatça sahip olabileceği bir meslek var: Tasarım!
Kendime gençken örnek aldığım iş kadınlarından biri olan Güler Sabancı'nın yıllar önce okuduğum bir röportajında şu sözlere rastlamıştım; 2012 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanan bu bölümü olduğu gibi aktarıyorum:
"Lise çağlarında her gencin başında kavak yelleri eser. Ben de bir ara iç mimar olmaya heveslendim. Zannediyorum en küçük amcamın evi için gelip giden mimarlardan etkilendim. Sakıp Amcam'a 'İç mimari okuyacağım' dedim. O hiçbir zaman hayır demez, güzellikle ikna ederdi. Bana 'Tabii neden olmasın. Ama imkanın var, kendi evlerin olur onları yaparsın' dedi. Ondan sonra bir daha tereddüdüm olmadı. Boğaziçi Üniversitesi'nde işletme okurken çalışmaya başladım."
Kuşkusuz bu anının yaşandığı yıllarda tasarıma dayalı meslekler bugünkünden çok daha az yaygındı ve günümüzde olduğu gibi her yıl yüzlerce mezun vermiyordu. Bu sebeple örneğin burada sözü geçen iç mimarlık mesleğinin saygınlığı ve önemi, belli ki işletme gibi bir alan ile kıyaslanamazdı. İç mimarların o günlerdeki gibi, hala diğer yaratıcı mesleklerle birlikte günümüzde bir tanınırlık sorunu olduğunu kenara not edelim.
Yaratıcı meslekler adına, bu bakış açısını hiç unutmayıp; her yaptığım işte aklımın bir köşesinde bulundurdum. Bir mesleğin kabul görmesi için o mesleğe dair saygınlığın korunması gerektiğine, o meslekle ilgili farkındalığın sağlanması gerektiğine bir kez daha ikna olmuştum çünkü bu satırları okuduğumda.
Güler hanım eminim, geçmişte kalan hevesi ile kendi mekanlarını kendisi tasarlamak yerine, ilgilileri sadece zevkleri konusunda yönlendirmekle yetiniyor, bu işi bu alanda eğitim almış değerli mimar ve iç mimarlara teslim ediyordur ve kendi değerli zamanını bir başka konulara ayırıyordur.
Bir mühendisin, doktorun veya avukatın sahip olduğu bilgiye herkesin bugünkü kadar kolayca ulaşamadığı yüzyıllar boyunca, meslekler saygınlıklarını bilgi ve teknik üzerine inşa ettiler. Günümüzün erişim imkanları özellikle basit sorunlar için meslek sahiplerine başvurmayı ortadan kaldırdıysa da kimsenin işi ileri götürüp kendi kendine bir cerrahi operasyon yapması veya bir işverenin kendi kendine bir köprü inşa etmesi düşünülemez. Hukuk alanında olduğu gibi yasalar zaten bu girişimlerin önünü saygın mesleklerde kapamıştır. Yasaların kontrol edemediği alanlarda, mesleki örgütlenme önemli bir misyon üstlenmiştir.
Teknik bilginin ayrıcalığının yanında, bir mesleğin örgütlenmesinin o branşla ilgili saygınlığın sağlanmasında önemi büyük. Örgütlenebilen meslekler kendi kurallarını, sınırlarını oluşturur, bunları topluma tanıtır ve sisteme entegre olabilir. Sistem ile uyuşulmayan noktalarda hak arayışı ve gerekli baskı da yine örgütlenme ile sağlanabilir. "Bir elin nesi var iki elin sesi var" deyişi meslek sahiplerine de feyz veren, onları bir araya gelerek daha güçlü olmaya iten bir geleneği anlatır.
Türkiye'de yüzlerce mesleki derneğin, kuruluşun ve odanın milyonlarca üyesi var. Kuşkusuz bir meslek kuruluşu, kanarya sevenlerin bir araya gelip kurduğu dernekten farklı misyonlar ve hedefler üstlenmiştir; mesleki örgütlenmenin motivasyonu salt sivil toplum bilinci etrafında düşünülemez. Mesleki örgüt denince, o mesleğin kapsama alanını ve iş yapış süreçlerini tanımlayan, meslek erbabının özelliklerini betimleyen, tescil eden, o meslekle ilgili hak arayışı adına kolektif bir "yek ses" üreten mekanizma akla gelir. Sivil toplum bilinci tüm bunların yanında o mesleğin tanınırlığının ve bilincinin artmasına yönelik yan etkinlikler oluşturur.
Mesleki kuruluşlar bu alanlarda hizmet edemiyor, katma değer sağlayamıyorlarsa, ortaya çıkan konularda tepki gösterip mesleğin haklarını savunamıyorlarsa, doğru ile yanlışı topluma tanıtamıyorlarsa günümüzde zaten tartışmalı olan varlıklarının sürdürülmesi ne derece önemli?
Vahşi doğada sürüden ayrılanların yaşamlarını sürdürme olanağı azdır
Meslek ile iş birbirine çok karıştırılır. İş herhangi bir operasyonu tanımlarken, mesleğin fayda üreten, katma değer sağlayan bir kavram olduğunu ve mutlaka bir eğitim ya da yetenek gereksinimi koşulu bulunduğunu hatırlamalıyız.
Bu çerçevede meslek ticari bir olgudur; insanlar eğitimleri ve/veya yetenekleri sonucu sahip oldukları bilgi birikimi ve ortaya koydukları iş doğrultusunda topluma yarar sağlarken, kendi yaşamlarını sürdürürler; kendilerinin ve belki başkalarının da geçimlerini sağlarlar. Mesleğin hangi meslek olduğu değil, sadece bu basit tanımı dahi onun saygınlığı adına geçerli bir sebep iken, söz konusu yaratıcı meslekler olduğunda bu sınırların çizilmesi neredeyse eskisinden daha zor gibi.
Burası herkesin tasarımcı olduğu bir ülke.
Bununla ilgili yakınmakla birlikte, benim de kendime hep sorduğum gibi, neden? sorusu üzerinde biraz düşünmeliyiz. Cevabı bana çok temelde görünür hep: Yaratım tüm insanların doğuştan sahip olduğu bir özelliktir de ondan!
İnsan beyni sorunlarla karşılaştığında çözüm üretmeye koşulludur; bu onun en doğal ve içgüdüsel eylemlerinden biridir. İnsan yapıcı bir varlıktır. İhtiyaç duyduğu her alanda işini kolaylaştıracak aletler, barınmak için evler, taşıtlar ve makineler üretmiştir.
Dünyanın en eski işi tasarımdır.
İlk insanların aletler yapabilmesi, yaratıcı doğalarının sonucudur
İlkellik, bir problem havuzudur ve orada daha çok çözülmesi gereken sorun vardır. Ekonomik bakımdan kalkınmamış ve eğitim oranı düşük toplumlarda insanlar sorunlarını çoğunlukla kendileri çözmek durumunda kalırlar. Türkiye'de ortalama bir insanın karşılaştığı ve çözerek yoluna devam etmesi gereken sorunların oranı, kanımca bir Asyalı, Avrupalı veya Amerikalınınkinden kat ve kat fazladır. Belirttiğim gibi bu benim şahsi görüşüm. Bu durum bizi doğuştan tasarımcı yapıyor olabilir!
Bir şeyi sadece yaratmak için kadim bir bilgiye gereksinim duymazsınız; yaparsınız olur; ancak onu "daha iyi" yapmak için farklı bilgilerin bir araya gelmesine, deneyime, ve bu bilgileri işleme becerisine sahip olmanız gerekir. Yaratıcı alanlarda herkesin her şeyi yapabileceğini düşünmesi bu sebepledir. Yaparlar da. Yapılanın özellikleri farkı yaratandır. Bu fark sadece estetik değildir; lütfen yanlış anlaşılmasın! Tasarım söz konusu olduğunda maddiyattan söz ediyoruz. Verimliğe, işlerliğe, kaynaklarının, iş gücünün doğru kullanımına, rekabet yaratacak üstünlüğe, sosyal fayda ve fark yaratabilecek girişimlere, güvenliğe yönelen ekonomik bir farktır asıl sağladığı tasarım mesleklerinin. Mesleki uzmanlık dışında yapılanların tümü bunların bir veya birkaçında eksiklik içerir; kayıplara sebep olur.
Tasarımı bir iş olarak görmek ile profesyonel bir meslek olarak görmek arasında yatan farkı anlamak, anlayabilenleri her alanda önden koşturuyor.
Herkes her işi yapabilir; iyi ya da kötü. O iş ile ilgili mesleği temsil etmek için ise yukarıda belirttiğim gibi ya oldukça iyi bir eğitim almış olmanız, ya da sizi diğerlerinden üstün kılacak bir yeteneğe sahip olmanız gerekir. Bu ikisinin dışında, imkan sahibi olmak, statü, görgü, girişimcilik gibi unsurlar o mesleği icra etmeye yetmez; yetmemeli.
Bahsettiğim eğitim gereksinimi konusunda kişisel alanlarımı oldukça genişlettiğimi belirtmeliyim. Eğitimin bunca sorgulandığı, akademisyenlerin bile mevcut eğitim programlarını tartışadurduğu çağımızda, lütfen akademisyen dostlarım bana kızmasınlar! Her şeyde olduğu gibi bu konuda da meselenin iki yüzü var: Ne diplomalılar var ki, niteliksiz işler ortaya koyuyorlar; ne diplomasızlar var ki mucizeler yaratabiliyorlar. Üstelik içinde bulunduğumuz çağın koşulları, akademik kurumların bilgi üzerindeki hegamonyasını da yerle bir etti. Geçtiğimiz yüz yıllarda bilginin, deneyin ve deneyimin merkezi olan okul kurumunun gücü önümüzdeki dönemde gittikçe daha fazla sarsılacak.
Singapore Social
Ara ara izlediğim Singapore Social isimi bir Netflix magazini var. Teknolojinin büyük hamle yaptığı ve özellikle moda başta olmak üzere pek çok yaratıcı alanda büyük rol sahibi olan Asya toplumunu anlamak, gözlemlemek için kitaplar ve yayınlar gibi hiç bir fırsatı kaçırmak istemem. Asya gençliği bugün dünya üzerindeki pek çok eğilimde ve gelişimde belirleyici konumunda. Bu seri, günlük yaşantımızda pek de göz ardı etmemize karşılık dünya üzerinde nüfusun %59,76'sını oluşturan topluluğu tanımak için bir fırsat olarak önüme geldi; izliyorum.
Buradaki kahramanlardan biri olan Vinny daha ilk bölümlerde kendine olan kibirli özgüveni ile öne çıkan bir karakter. Vinny, bir konuşma esnasında, günümüzde üniversite okumanın gereksiz olduğunu savunuyor. Ona göre yüksek öğrenim online kaynaklardan veya hayat deneyiminden, rahatlıkla elde edilebilecek bir şey ve eğitimi geleneksel yollarla gerçekleştirmek neredeyse tümüyle vakit kaybı!
Bu notu buraya savunduğum için değil; tartışmaya açmak için koydum.
Kuşkusuz sadece ülkemizden örnek vererek pek çok destekleyici madde de sıralayabilirim. Maddi imkanların bunca sınırlı, akademisyenlerin sayılarının ve özelliklerinin yetersiz, ego savaşlarının hüküm sürdüğü, mevkilerin içinin boşaltıldığı ve programların çağın gereksinimlerini bir türlü yakalayamadığı bir yüksek öğrenim dünyasının, toplumları ileri götüreceğine tam tersi etki yapıp bir çukura sürükleyeceği açık. Çukur şurada: Yüksek öğrenim fırsatını yakalayamamış birey; hiç değilse bu açığının farkındadır ve bu açığı geliştirmek için bir potansiyel taşır. Ancak yüksek standartta denemeyecek kadar niteliksiz bir eğitim sonrasında bir bireyin eline yüksek öğrenim diplomasını tutuşturduğunuzda o meslek alanında geri dönülmez, tedavi edilemez uygulamalara da sahne yaratırsınız.
Akademinin içinde bulunduğu çıkmazın başka sebepleri de var: Bilginin üretimi, tartışılması ve yayılması artık sadece akademinin elinde değil. Kültür kurumları, medya, sermayeyi yönetenler, devletler artık bizzat bilgiyi üretiyorlar, işliyorlar. Bu durum akademinin gücünü sarsıcı görülebilir.
Kenzo Tange imzası taşıyan Tokyo'daki Mode Gakuen (2008) 3 üniversiteye ev sahipliği yaparken, online öğrenmeye karşı, teknik eğitim için fiziksel katılımın hala gerekli olduğunu savunuyor
Ne de olsa bilişsel kapitalizmi konuştuğumuz bir dönemdeyiz. Sermaye artık endüstriyel ve doğal kapitalizmi olduğu kadar, bilgiye dayalı emek ve iş gücünü de yönetiyor ve sahipleniyor. Beden gücüne dayalı emeğin kuralları tanımladığı bir düzenden, bilginin kontrolü, işlenmesi ve yayılması için söz konusu olan bilişsel emek gücünün asıl oyuncu olduğu bir döneme geldik. Faruk Eczacıbaşı'nın "Daha Yeni Başlıyor" isimli kitabında değindiği gibi: "Gerçek eğitim, büyük oranda bilgiyi almak yerine, bilginin ilişkisini kurabilmek ve onu kullanabilmekten geçiyor "
Bilişsel kapitalizm bir süreçler ağı. Tüm bu süreçleri hayal edenlerin de uygulayanların da arasında tasarımcılar var. Tasarımcı bu çerçeveden bakıldığında, hukuğun bile pek çok alanda yetersiz kaldığı günümüzde, organizasyon tanımlayıcı, tıp ve mühendislik alanındaki gelişmelere imza atan beyinler kadar yenilikçi ve yaratıcı fikirlerle fark yaratan bir oyun değiştirici rolünde. Mühendislerden kod yazanlara, doktorlardan, sermayeyi yönetenlere herkesin yaratıcı düşünme metodolojilerine olan ilgisi bu yüzden.
Tasarım mesleklerinin itibarı geçmiş on yıllar içinde bu gerekçelerle yükselişe geçmişti; yeni on yıllarda bu mesleklerin sağladığı kazanımların ayırt edici gücü, gözardı edilemez olacak.
Tasarıma dayalı alanlarda meslek erbabı olmak baki, ancak mesleğin içeriğindeki dönüşüme adapte olabilmek ve icrasındaki kaliteyi yakalayabilmek asıl mesele günümüzde.
Diğer taraftan, tasarımın dünya üzerindeki düşüncesi ve yapılanması teknoloji, farklı evrenler, gezegenimizin derin keşfi, alternatif yaşam alanları ve senaryoları, yeni kaynaklar, sentetik yapılar gibi onlarca farklı alanda kümelenip büyük hıza gelişirken, mesleki pratiklerdeki güncel sorunlarla arasındaki uçurumun gittikçe arttığını gözlemlemek mümkün.
Öncü üniversitelerin ve kuruluşların gelecek çalışmaları yürüten laboratuvarlara büyük yatırımlar yaparak, hatırı sayılır bütçeler aktardığı bir ortamda, bir yandan hala geleneksel mesleki eğitimin hüküm sürdüğü bir dünyadayız.
Robotik endüstrinin, kurgusal gerçekliğin, yapay zekanın hayatlarımıza sızdığı bir dönemde bir yandan da geleneksel seri üretimin, fosil yakıtların ekonomide büyük paya sahip olduğu karma bir dünya düzenindeyiz.
Alvin Tofler imzası taşıyan , 1970 basımı The Future Shock isimli kitap, bahsettiği süper-endüstriyel toplum ile, içinde bulunduğumuz bilişsel kapitalizm çağının sinyallerini ilk veren yapıtlar arasında
Bireyselleşme artıyor derken, duyulara, duygulara olan ilginin yükselişe geçtiği bir uçlar toplumsallığı içindeyiz. Sisteme olan inancımız hiç olmadığı kadar az. Dünyamız da hiç olmadığı kadar yaralı ve yıpranmış.
Bu karmaşa içerisinde, bir yanda iç mimarlar yaşam derdindeyken diğer yanda birileri Pinterest ten seçtikleri resimlerle mekan tasarımı yapıp devran döndürebiliyor. Mimarlardan daha çok işverenler yapılarda söz sahibi gibi. Mobilyayı sıradanlıkla üretenler mobilyayı düşünce ile tasarlayanlardan daha çok para kazanabiliyor.
Örnekler hemen hemen tüm yaratıcı alanlara taşınabilir.
Bilgi bir yandan kapitalin yeni lokomotifi iken, başka bir ortamda fikrin değerini kitlelere anlatabilmek hala öncelikli olabiliyor.
Bu karmaşa içerisinde, herkesin her şey olabilmesi, eğitimlinin eğitimsizden ayrılamaması çok da şaşılacak bir durum olmasa gerek. Mesleki tanımları yapabilmek, sınırları koyabilmek, örgütlenmeleri savunabilmek her zamankinden daha zor.
Bir şeyler dönüşmek zorunda. Kaosu anlamak ve anlamlandırmak için belki de en başa dönmek, asıl fark yaratanın bilgi ve akıl gücü olduğunu hatırlamak gerek.
Özetle,
Kendi adaletinizi kendiniz sağlamaya kalkmayın.
Hastalanınca kendiniz değil; doktorunuz teşhis koysun.
Tasarım gibi bilmediğiniz konular hakkında bırakın tasarımcılar konuşsun, düşünsün ve üretsin.