Özlem Yalım

11 Şubat 2020

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?

Afetleri ön göremiyoruz evet ama, aklın, bilimin, teknolojinin sayesinde insanlık olarak kendimizi hazırlıklı kılmak için pek çok çalışma yapıyoruz. 21. yüzyılda yaşayan bireyler olmak bunu gerektiriyor. Doğal afetlerin Allah tarafından bizlere yöneltilen tehditler olduğuna inanıp, kaderci bir yaklaşım ile başımıza gelecekleri beklemek, cebinde akıllı telefon taşıyan, televizyon izleyen, internet kullanan, uçağa binen insanlar için oldukça çelişkili bir durum. Eski çağlardaki mitlerden günümüzün bilgi çağına gelirken pek çok şey öğrenmiş olmalıyız değil mi?

Bildiklerimiz yine de pek çok şeyi açıklayamıyor. Doğa insandan hâlâ üstün ve intikamını her fırsatta en acı, en beklenmedik biçimde alabiliyor. İnsanlık evrenin dengesini bozdukça afetler belki de sadece yerküre ile sınırlı kalmayacak.

Uzay enkazı ismi verilen ve gezegenimizin etrafında dönüp duran, insan yapımı 23 bin adet cisim var. Bu cisimlerin büyüklükleri yaklaşık iki tenis topu kadar. Daha küçük cisimlerin sayısının ise 500 bin civarında olduğu belirtiliyor. Bu cisimler arasında tornavida gibi el aletleri, kemerler, makine aksamları, giysi parçaları ve çöp torbaları var. Yanlış okumadınız, çöp torbaları! Bu kütlenin gelecekte nasıl bir doğal (!) afete sebep olacağını ise kimse bilmiyor. Bu şimdi Tanrı’nın işi mi?

Su taşkınları, fırtınalar, yangınlar… hemen hemen hepsinin ardında insanın evrenin dengesine müdahalesi var. Tablo böyleyken kim bilinmeyen bir gücün bize mesaj verdiğinden söz edebilir? Ancak cahiller! Cehaletle afetlere hazır olamayız; bilgi ile, teknoloji ile ve tasarım ile olabiliriz.

Doğal afetlerle yüzleşmenin dört evresi var:

1. Risklerin belirlenmesi ve bunlara yönelik hazırlık çalışmalarının yapılması

2. Önceden izleme ve tahmin sistemleri ve uyarılar

3. Afet anının yönetimi

4. Afet sonrasının yönetimi

Bu evrelerinin tümünde önemli olan başlıca unsurlar teknik, teknoloji ve tasarım.

Depremlere dayanıklı yapılar inşa etmek, su baskınları için duvarlar ve tahliye sistemleri yapmak, hortumlar ve fırtınalar için sığınaklar oluşturmak gibi çalışmaların tümü risk analizi sonrasında alınacak başlıca önlemlerin başında gelir.

Medeni bir toplumun, deprem bölgesinde yaşamını sürdürdüğünü bile bile depreme dayanıklı olmayan yapılar yapıyor olması, kader midir; ihmal mi?

Her geçen yıl biraz daha sular altına gömülen Venedik’in yıllardır bilinen ve göz göre göre gelen su baskınlarına karşı çaresiz kalması, kader midir, bürokratik bir beceriksizlik mi?

Hortumlarla ve fırtınalarla iç içe yaşayan Amerika kıtasında insanlar erken uyarı sistemleri ile uyarılmasalar, alacakları önlemleri bilmeseler, yeri geldiğinde kaçabilecekleri sığınakları olmasa, doğanın bu zorlu koşulları ile baş edebilirler miydi? Deprem ile iç içe yaşayan Japonlar, bunca şiddetli sarsıntıları nasıl bu kadar az hasarla atlatabiliyorlar? Bu insanlar kaderlerine razı gelip telef olmak yerine; başlarının çaresine bakmak için kendilerini sürekli eğiterek, bilinçlendirerek, ellerinden gelen teknolojiyi, tekniği ve sistemi kullanmıyorlar mı?

Fırtına ve hortumların tahmini için drone teknolojisi kullanılıyor (İllüstrasyon: Jamey Jacob / Oklahome State University)

Yaşam gelişim demek. Gelişmeyen bireyler, gelişmeyen toplumlar bir bakıma evrenin yasasına aykırı varlıklar. Gelişen insan kendini en iyi biçimde korumayı, karşılaştığı risklere karşı en iyi önlemleri tasarlamayı bilen insandır. Yapısal çevremiz bu en basit dürtü ile oluştu: gelişerek yaşamak ve hayatta kalmak.

İçinde bulunduğumuz çağda, pek çok bakımdan önceki yüz yıllara göre oldukça iyi bir yerdeyiz. Sıklıkla negatif yönleri ile gündeme gelen teknoloji bugün sadece yer yüzünde değil evrendeki diğer noktalarda ne olup bittiğini de bize an ve an gösterebiliyor. Geçtiğimiz gün uzun uzun NASA’nın yayınladığı ve bugüne dek çekilmiş en detaylı görüntü olan videoyu izledim. Güneş’i daha önce hiç bilmediğim bir görsellik ile hissettim. Güzelliği karşısında büyülendim. Güneşin dibine kadar sokulan, evrenin derinliklerinde yeni maceralar peşinde koşan insanlığın elindeki imkanların kıymetini bilmeden yaşaması akıl alır gibi değil.

Güneşin bugüne dek çekilebilen en yüksek çözünürlüklü görüntüsü Inouye Solar Telescope tarafından sağlandı

Video için tıklayınız

Bugün sıradan bir insan cebindeki telefondan; eğer yoksa mahallesindeki ya da köy muhtarının bilgisayarındaki internetten, dünyanın herhangi bir kentinde ne olup bittiğini canlı olarak izleyebilir; Mars gezegenini neye benzediğini detaylı olarak inceleyebilir. İstediği her türlü yararlı bilgiye erişebilir. Teknolojiyi başka amaçlarla kullanıp kullanmamak kişinin iradesine kalmış bir mesele; siz şu anda bu yazıyı okuyorsunuz, bir başkası ekranda iskambil kağıdı oynuyor, bir diğeri çocuk pornosu izliyor, bir başkası ise yeni bir kod yazıyor. Hadi şimdi Allah’ın tehditlerini, doğal afetler karşısındaki kaderciliğimizi biraz daha düşünelim.

Riski belirleyen ve doğru biçimde yönetebilen toplum bu risk karşısında yapılması gerekenleri sıralar ve uygular. Medeni dünyada toplumlar devleti yönetir; devletler toplumu yönetmezler. Toplum devletten beklemez, kendi gereksinimlerini talep eder; karşılanmayan talepleri için tepki gösterir. Devletin ihmallerini sadece başımıza geldiğinde hatırlamak ve haykırmak, hep gördüğümüz gibi yetmiyor. Sürekli olarak haykıranları, tepki gösterenleri yalnız bırakmak bizi toplum olmaktan uzaklaştırıyor.

Farklı afetler ve tehlikeler için önceden alınabilecek pek çok önlem var.

AFAD poster tasarımları

Bilgi bunların en önemlisi. Afet anında toplanacağımız yerleri bilmemiz, ne yapacağımızı bilmemiz önemli. Neye nerden ulaşacağız, basit sağlık sorunları ile nasıl baş edeceğiz? Bu tür konular toplu bir eğitim ve tatbikat süreci. Organizasyonu iyi bir tasarım becerisi gerektiriyor. Devletin www.afad.gov.tr sitesinde belli başlı tehditler için temel bilgiler verilmiş ancak bunlar kamu yararından çok birimin kapsama alanını tanımlayan kurumsal bilgiler niteliğinde. Buradaki içeriğin detaylandırılarak daha somut ve anlaşılır hale getirilmesi gerekli. Her yıl seller, fırtınalar, orman yangınları, heyelanlar gibi pek çok olayın yanında, örneğin sadece geçtiğimiz hafta içinde yaşanan deprem, çığ ve kaza gibi olayların tümü için ayrı ayrı ve birlikte toplumsal bir farkındalık kampanyası başlatılmalı.

Litter of Light

Afetlerin öncesi ve yaşanma anlarından daha çok sonrası önemli. Sağlık sorunları, psikolojik destek gerektiren kitleler, çocuklar ve yaşlılar gibi özel bakım gerektiren insanlar, sağlık kuruluşlarında yaşanan yoğunluk, ulaşım sorunları, uyku, barınma beslenme, temizlenme, atık gibi en temel ihtiyaçların sağlanması irili ufaklı yüzlerce problem olarak afet sonralarında bekler. Tasarımcıların birbirinden yaratıcı projeleri afetler sonrasında karşılaşılan bu tür problemler için çözümler önerir.

Çöpten ışık çıkar mı?

Bunlardan biri, benim de kişisel olarak bu dünyada en saygı duyduğum yaratıcı işlerden biri Litter of Light. Bu fikir sadece afet sonrasındaki geçici barınma alanlarında değil, oldukça düşük yaşam standartlarında yaşayan ve elektiriğe erişimi bulunmayan kulübelerinde ışığa kavuşmayı sağlayan bir ürün. Litrelik pet şişeler, favela ismi verilen kulübelerin tavanlarındaki kaplamaya monte ediliyor. İçine doldurulan su ve klorin, gün boyu ışık hüzmelerini emiyor ve gün karardığında bu petler aydınlanmaya başlıyor. 12 saate kadar ışık sağlayan bu tasarım ile el fenerleri, sokak lambaları, ev aydınlatmaları yapılmış. İlk kez Filipinlerde oldukça fakir bir yaşam bölgesinde Alfred Moser ve bir grup MIT öğrencisi tarafından 2002 de hayata geçirilen bu fikir, günümüzde dünyaca yaygın bir uygulama olarak kullanılıyor. Moser lambası olarak bilinen bu tasarımı alıp, dünyaya taşıyan MyShelter vakfının kurucusu Illac Angelo Diaz. Diaz bu ürünü bir toplumsal hareket olarak yaygınlaştırmak üzere dünyanın dörtbir yanını saran bir eyleme dönüştürmüş durumda. Hareketin adı da A Litter of Light.

Afetler sonrası barınma için pek çok çadır tasarımı yapılmıştır; en temel ve öncelikli ihtiyaç budur. Günümüzde göçmen konusu sebebi ile de geçici yerleşim en öncelikli tasarım problemleri arasında ve IKEA firmasından tasarım okullarına kadar pek çok alternatif üretilmekte. Bunlardan dünyanın çeşitli bölgelerinde en çok tercih edileni Life Cube isimli bir ürün.  Çadırların en temel sorunu zemindir. Bu tasarım tüm çadır mekanizmasını açıldığında çadırın zemini haline dönüşen bir küp kutu içinde sunuyor.

Life cube 

Bu küpler uçak veya helikopter ile ihtiyaç bölgelerine, gerekirse havadan bırakılmaya da dayanıklı olarak üretiliyor. Küpün yüzeylerini açıp zemin haline dönüştürüyor; sonra içinden çıkan strüktürü kuruyorsunuz. Bu çadırların üst kısımlarına yerleştirilen güneş panelleri var; böylece enerji sorunu çözülüyor. Çamurlu, ıslak zeminden yükseltilmiş, dayanıklı bu küp çadırlar istenirse modüler bir biçimde ikili üçlü olarak kullanılabiliyor.

 

Kuşkusuz bir çığ felaketinde kurtarıcı olmasa da, airbag çantalar, karlı bölgelerde bulunan sporcular, güvenlik ve sağlık görevlileri için oldukça önemli tasarımların başında geliyor. Bu hava torbalı çantalar tehlike anında manuel olarak şişiriliyor. Yaralanmaların en çok olduğu boyun ve kafa arkasını destekleyecek bir koruma sağlarken, renkleri sayesinde kurtarma operasyonlarında fark edilmeyi kolaylaştırıyor. 1980 yılında, kendi yaşadığı çığ deneyiminden sonra bu çantayı tasarlayan isim Peter Aschauer. Bu ekipmanın insanları kurtarmada yüzde 22 oranında yararlı olduğu kayıtlara geçmiş durumda ve pek çok farklı tasarım şu anda bulunabiliyor.


Airbag çanta

Benzer tasarımlar çok sayıda. Okullarımızda bu konuda yeterince proje yapılmadığını fark ettim. Yapılan projelerin toplumla paylaşılması bile bir farkındalık sağlar. Bu paylaşım ortamlarını arttırmalıyız. Gazetelerin, dergilerin bu tür tasarımları sunmak için daha çok alan açmalarını, akademisyenlerin öğrencilerini bu tür tasarımları yapmak üzere daha çok cesaretlendirmelerini diliyorum. Bu tasarımları sunan daha çok sergi yapılmalı. İlgili kurumlar yaratıcı fikirler için yarışmalar açmalı ve iyi tasarımların üretilmesi için bütçe ayırmalı. Zaten az sayıda üretilen tasarım fikirlerinin kamuya yansımadığını gözlemliyorum; oysa Türkiye olarak pek çok felaketle karşılaşıyoruz. Haberlerde izlediklerimiz, okuduklarımız her an bizim de başımıza gelebilir. Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?