Özlem Yalım

12 Ocak 2020

Deneyimin tasarımı

Heiddeger'e, Spinoza'ya veya Graham Harman'a göz atıp varlığımızın anlamını arayabilir, nesnelerle, mekanla, doğayla olan ilişkimizi sorgulayabiliriz; bu düşünürlerin görüşlerinin tümü insanda ve onun çevresiyle kurduğu iletişimde toplanır

Deneyim tasarımı, fazlaca dijital dünya ile özdeşleşmiş bir alan olsa da işin özü öyle değil.

Deneyim, varoluşa kadar uzanan felsefi bir konu. Heiddeger'e, Spinoza'ya veya Graham Harman'a göz atıp varlığımızın anlamını arayabilir, nesnelerle, mekanla, doğayla olan ilişkimizi sorgulayabiliriz. B≈. İnsan iletişim kuran bir varlıktır; canlılarla veya cansız olan her şey ile. Bu iletişim, deneyimdir.

Türkçe'de bile artık UX ismi ile anılan bu alan, kullanıcı deneyimi anlamına gelen "user experience" kelimelerinin kısaltılmış halini ifade ediyor ve UX den bahsettiğinizde genellikle dijital işler ve konular anlaşılıyor. Bu içinde yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağının ortaya çıkardığı bir durum; nesnelerle olan ilişkimizden daha çok internet siteleri ve mobil uygulamalarla ilişki kuruyoruz artık. Yeni bir on yıla başladığımız bu günlerde durup da geçmiş on yıla bir bakarsak, on yıl önce mobil cihazlarla bu denli sıkı fıkı olmadığımızı hatırlayabiliriz. İlk cep telefonu kullanımının üzerinden 25 yıl geçti. Amerika'da 2011 yılından bu yana cep telefonu kullanımının yüzde 81 oranında arttığı belirtiliyor. Geçtiğimiz Temmuz ayının istatistiklerine göre Türkiye'de 78.9 milyon mobil abone bulunuyor. Dünya üzerindeki insanların yaklaşık 5 milyarı ellerindeki akıllı telefon ile dataya ve teknolojiye bağlı.


Cep telefonunun tarihçesi

Ekranların küçülerek cebimize girmesi, böylece yeme içmeden ulaşıma, bankacılıktan alışverişe kadar her alışkanlığımızın küçücük kayar ekranlarda yapılır hale gelmesi, Instagram ve Twitter başta olmak üzere sosyal medya ortamlarının yaygınlaşması son on yılda karşılaştığımız bir durum. İşler, özellikle tasarıma dayalı işler bu süreçte oldukça karmaşıklaştı. Böylesi bir ortamda, kullanıcı deneyimi dendiğinde akla sadece teknolojik alanların gelmesi çok doğal.

Teknolojinin yarattığı sorunların üstesinden gelmek için yaratıcı düşünce önemli hale geldi. Tasarımda yeni ve özelleşmiş alanlar ortaya çıktı. Tasarımcıların yaratıcı düşünme kapasitesi, görsel eğitimleri, organizasyon ve problem çözme becerileri artık değer verilen bir özellik. Silikon vadisinde mühendisler kadar tasarımcılar aranır oldu. IBM gibi bir teknoloji devinin sadece son iki yılda 35 farklı tasarım ofisi ile iş birliği yaptığı belirtiliyor. Berkeley'de yapılan bir araştırmaya göre geçtiğimiz on yılda, tasarım ile ilgili olmayan kurumlar ve okullar da dahil olmak üzere tasarım eğitimi almış kişilerin gördüğü talepte yüzde 250 oranında bir artış olmuş.

Teknolojiyi geliştirenler, kullanıcı deneyimi tasarımı, etkileşim tasarımı gibi alanlarda sorunlara tasarımcılarla çare arayadursun, fiziki çevremizle kurduğumuz tüm diğer iletişimin de bir deneyim olduğu gerçeği değişmiyor; ürünler, eşyalar, nesneler ve mekanlarla ile birlikte bunlarla ilgili deneyimin de eş zamanlı olarak ön görülmesi önemli bir konu. Bir tasarımın işlevi, kullanılabilirliği gibi faktörlerin yanında onun marka ve pazarlama algısından tüm kullanım senaryolarına kadar olan sürecin anlamlı ve geçerli olmasını sağlayan özelleşmiş bir düşün ve iş kolu olan deneyim tasarımı bu nedenle oldukça önemli bir branş.


1999 yılında Joseph Pine ve James Gilmore, "Bütünsel Deneyim Ekonomisi" kavramını sunan ilk isimlerdi

Bir tasarımı yaratarak onu ortaya koymak yeterli değil; onun kullanıcılar tarafından tam bir tatmin nesnesi haline dönüşmesi için ilgili deneyimi de tasarlamalısınız. Deneyim inançlarımızı oluşturan, kişiliğimizi şekillendiren, davranışlarımızı etkileyen, diğer canlılarla ilişkimizi yöneten bir kavram. Rahat bir koltukta oturmanın, elimize iyi oturan bir kalem ile yazı yazmanın, gözümüze hoş gelen bir kitap kapağının, zamanımızı geçirdiğimiz mekanın, her gün inip bindiğimiz ulaşım araçlarının, içinde yaşadığımız kentin nasıl olduğunun ne denli önemli olduğu, deneyim penceresinden bakınca biraz daha artıyor. Büyük kentin agresif, tahammülsüz, duygusuz insanlarına karşılık yavaş kıyı şehrinin huzurlu ve daha mutlu olduğu varsayılan insanları gibi klişeler bu deneyimler üzerinden hayat buluyor.

Deneyimi tasarlamak bizi algılarımızla buluşturur. İnsanlar dünyalarını duyularla algılıyor. Bu nedenle tasarım ile ilgili branşlardaki eğitimin temelinde bulunan algı dersleri bana göre en önemlilerinden biridir. ODTÜ'deki değerli hocam Prof. Umur Talaslı'nın bizlere bir gözün nasıl gördüğünü veya bir elin nasıl dokunduğunu, duyularımızla kavradığımız, anladığımız dünyanın tüm detaylarını nasıl da etkili bir biçimde aktardığını bunca yıl sonra bile hatırlarım; o derslerde edindiğim bilgileri hala kullanırım. Algı ve duyular insanların deneyimlerini nasıl etkiler ve benliklerinde etkili olurlarsa, bir tasarım nesnesi için de aynı derecede yapıcı veya yıkıcı olabilirler. Tasarlanan şey ne kadar bütüncül olarak ele alınırsa ve kullanıcı deneyimi üzerinde ne kadar etkili çalışılırsa, insanların yaşam kaliteleri de o kadar artar.


Algıları ve duyuları geliştirmeye yönelik olarak çocukların eğitiminde kullanılan doku duvarları

Devlet mekanizması da bir bakıma algı unsurunu iyi yöneten bir tasarımdır. Devletler inşa ve medya gibi araçlarla insanlar üzerinde algı yaratır, bu algıyı ve duyguları yönetirler.

Yıkılmış Sovyetler Birliği komünist ideallerini yaygınlaştırmak ve toplum üzerinde ezici gücünü göstermek üzere 1920-30 yılları arasında konstürktivist mimarlık denen bir akıma sahne olmuştu. Modernist akımlardan biri olan konstrüktivizm, daha erken yıllarda kendini sanat alanında bir eğilim olarak göstermiş, o dönemde gelişmekte olan teknik ve makine çağında gerçekçi, keskin ve güçlü duruşun yansıması olarak ortaya çıkmıştı. Mimarlıkta deneysel form arayışlarının, yeni malzemelerin yüksek, büyük, geometrik öğelerle harmanlandığı konstrüktivist mimarlık böylece her bakımdan ikitarın gücünü ve duruşunu simgeleyen bir duygu yaymaktaydı.


Litvanyalı tasarım stüdyosu Baklazanas, Moskova'da bulunan ve kimileri yıkılan mimari eserlerin korunması ve bu kültürel miras hakkında farkındalık yaratılması için bu yapıları haritaladı

Günümüzde içinde bulunduğumuz teknoloji ve bilgi çağında, pek çok duyusunu körelten, pek çok farklı davranışlar edinen, değişik psikolojilere bürünen insanlar için, duyularımızın saf hallerini bize hatırlatan deneyimler daha da önemli hale geldi. İyi tasarım olarak adlandırılabilecek pek çok iş, duyularımızın biri veya bir kaçına birden güçlü olarak hitap edenler artık.

Bir görüşe göre insanların mobil cihazlara bağımlılığının altında, bu büyük fikrin görme, dokunma, duyma duyularımızın tümünü birden kavraması, güçlü görsel yanı ile tat alma ve koku gibi diğer duyularımızı harekete geçirme gücü var. Mobil ekranda yaşadıklarımız çoklu duyu deneyiminden başkası değil.

Çoklu duyu deneyimi, tasarımdan teknolojiye, perakendeden markalaşmaya önümüzdeki dönemin en önemli kavramlarından biri konumunda. Bir yerin aidiyet duygumuz ile olan ilişkisini, başka bir deyişle mekanın anılarımız üzerindeki etkisini bu çağda düşünmek neredeyse artık romantizmle eşdeğerde; çünkü ne yer tek başına yer, ne de mekan tek başına mekan artık. İnsanların duyuları ile algıladıkları gerçeklikten sanal ortamlara kadar uzanan sonsuz bir katmanlar bütünü söz konusu artık. Deneyim adına beklentiler de aynı oranda artış gösteriyor.

Shangai'daki Ultraviolet isimli restoranın tek odası ve sadece on sandalyesi var. Bu odanın tasarımı bildiğimiz anlamda yapılmamış; sadece 4 adet boş duvardan oluşuyor. Bu odada Fransız şef Paul Pairet'nin yemeklerinden tatmak için 1000 dolar karşılığında aylar önceden sıraya girip rezervasyon yaptırmalısınız. Bu deneyimi yaşamak için sıra size geldiğinde ise karşılaşacağınız sadece bir akşam yemeği değil. Şefin hazırladığı her bir lezzet lokması ile birlikte ona eşlik eden bir koku odaya yayılacak; duvarlarda o yemeğe özel olarak tasarlanmış dijital görüntüler 360 derece bir projeksiyonla sizi bambaşka yerlere ve mekan algısına taşıyacak, ortamın ısısı yediklerinize göre değişecek ve oldukça başarılı bir ses sisteminden yayılan ve yine o yemeğin konseptine özel olarak tasarlanmış sesler ve müzikler bu deneyime eşlik edecek. Böylesi bir dünyada bildiğimiz anlamda mimarlıktan, mekan tasarımından ya da nesnelerden söz edilebilir mi?

Çoklu deneyim kavramı pek çok inovatif fikre kapı açabilecek kadar önemli. Bu fikirlerden biri, en az giyilebilir teknoloji başlığı kadar gündemde bir konu. İnsanların hafızasını harekete geçiren ve onlarda en unutulmaz anıları yaratan duyumuzun koku olduğu biliniyor. Bu nedenle koku duyusuna yönelen pek çok ürün ve hizmet başarı sağlıyor. Biyo-duyarlı koku kapsüllerini giysilere yerleştiren bir girişim var: eScent. Moda tasarımında oldukça yenilikçi olan bu girişim, giysilerin yakalarına, düğmelerine yerleştirilen küçük koku baloncukları ile insanlara mutluluk, üretkenlik gibi alanlarda çoklu deneyim vaadediyor. Kendine gittikçe iyi bir pazar yeri edinen bu firma gözünü sağlık ve iyi yaşam sektörlerine dikmiş durumda.


eScent

Örnekler pek çok. Son olarak kendi çoklu duyusal deneyimimden söz etmek isterim.

Geçtiğimiz hafta, uzun bir aradan sonra yeniden bir Tasty Cinema etkinliğine katıldım; bir süredir düzenlenmeyen bu film gösterimleri yeniden geri döndü. Beş yıl önce Salt Galata tarafından düzenlenen Gastronomika etkinliğinde bir araya gelen Hakan Patır ve Serdar Paktin tarafından kurulmuş olan Tasty Cinema, film izleme deneyimini, gastronomi ile buluşturuyor. 5 yıl önce gerçekleştirdikleri ilk etkinliklerinde "in Brugges" filmini izlediğim etkinliğin, 5 yıl sonra düzenledikleri ilk etkinliği de kaçırmak istememiş, yeniden düzenleneceğini duyduğum anda biletini almıştım, iyi ki de planlamışım!

Bu kez 1968 yapımı The Party filminde muhteşem Peter Sellers ile kahkahalara boğulurken, bir yandan da Misafirliq ‘in şefi Mehmet Meşe tarafından hazırlanmış küçük lezzetleri tatma deneyimini üst üste yaşadım. New Malt Order'dan Tolga Subaşı tarafından hazırlanmış viski kokteylleri de tüm bu deneyime eşlik etti.


Tasty Cinema kurucuları Hakan Patır ve Serdar Paktin ile birlikte

Deneyim ise şöyle: İzleyeceğiniz filme girerken hazırlanmış tepsileri alıp öyle oturuyorsunuz yerinize. Bu tepsilerdeki içecekler ve yiyecekler numaralanmış durumda. Film perdesinin hemen yanında duran ekranda belirli sahnelerde bir numara çıkıyor ve siz de o numaralı yiyeceği veya içeceği içiyorsunuz.

İlk deneyimimde bir patlama sahnesinde patlayan şekerler ve bar sahnesinde nefis Belçika biraları eşliğinde izlediğim in Brugges bende oldukça keyifli bir anı yaratmıştı. Kuşkusuz The Party filmi böylesi bir tat ve koku deneyimi için harika bir zemin hazırlıyor. Patır ve Paktin belirli sahneleri tat ve koku deneyimi ile buluşturmak için bu filmleri özenle seçiyor, defalarca izliyorlar. Birlikte karar verdikleri sahnelerde o sahnenin vurgusunu veya hissini yaratmak için nasıl bir tat kullanılması gerektiği üzerine kafa yoruyorlar ve bunu bir bütüncül deneyim olarak tasarlayıp bizlere sunuyorlar.

Filmin başlarında yer alan bir patlama sahnesinde bu kez acı baharatları tatmamız, veya Sellers bahçede fıskiyeler altında ıslanırken ısırgan otu, roka ve balsamik sirke ile bahçedeki ıslaklığın kokusunu neredeyse burnumuzun dibinde duymamız bu yüzden. Bu yaratıcı ekip hazırladıkları bu tat kutucuklarına film sahnelerinden yola çıkan eğlenceli isimler ve açıklamalar da iliştirince gerçekten de sadece bir film izlemenin ötesine geçiyorsunuz. Sellers'ın havyara bulanan ve sonra da bu balık kokan elleri ile tokalaştığı ve bu kokuyu her yere dağıttığı sahnelere eşlik eden "elden ele" isimli lezzet kutusundan labne ve dereotlu somon ile hazırlanmış gravlax blini çıkınca, deneyiminiz katlanmış oluyor.

Patır ve Paktin ile film sonrası sohbette, bu deneyimin eğlenceyi hedeflemesinin yanında bir keşif yolculuğu olduğunu konuşuyoruz. Sahnelerle eşleştirilen tatlar ve kokular düz bir mantıkla hazırlanmıyor; bu deneyimi özel ve güzel kılan da bu. Bazen beklenenin tam tersi bir tat veya koku duygularınızı, algılarınızı ters köşeye yatırabilir ve sizde beklemediğiniz hisler yaratabilir. Böylesi bir deneyim izlediğiniz sahne ile ilgili olarak düşünme kapasitesini kesinlikle arttırıyor. Bir tür arttırılmış gerçeklik hissi yaratılan ama teknoloji ile değil düpedüz diğer duyularımızın devreye girmesi ile ortaya çıkan bir farkındalık bu.


The Party gösterimini hazırlayan Tasty Cinema ekibi

Yine bu sohbetimizde bu ortamın aslında bir öğrenme ortamı olduğunu konuşuyoruz. Hazırlayanlar için de biz deneyimleyenler için de bir öğrenme alanı. Lezzete, kokuya, görüntüye, sese ve dokunmaya odaklanabileceğimiz, bir film süresi kadar bir sürede duyularımızla baş başa kalabileceğimiz ve salt film izlemekten daha öğretici bir deneyim laboratuvarı.

Bu son deneyimim, sizlerle ilerde etkileşim tasarımı, deneyim tasarımı ve çok daha önemli gördüğüm beş duyuya birden yönelen yeni tasarım anlayışı hakkında daha çok paylaşımda bulunmamı hatırlattı. Zira UX kavramını kendisine bunca mal eden teknoloji firmalarının neden hala başarılı bir biçimde duyularımıza hitap edemediği ve iyi bir kullanıcı deneyimi yaratamadığı konusunu biraz daha irdelemek gerekiyor.