Siyasi protestolar kanımca insanların yaratıcı yönlerini ortaya koyan en önemli ortamlar. Bu olayların insanların yaratıcı eylemlerine dair eşsiz bir inceleme ve araştırma ortamı sunduğunu düşünüyorum. Başka bir deyişle, yaşanan protesto olaylarına siyasi ve toplumsal açıdan bakmak bir yana, ben bu böylesi dönemleri insanların yaratıcı güçlerinin bir okuması ve doğal olarak da geleceğe dair bir eğilim gösterme aracı olarak ele alıyorum.
Harari'ye göre insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünebiliyor olmaları değil, düşüncelerini ifade edebiliyor olması. Bu yeteneğimiz bizi sosyalleştiriyor, bir araya getiriyor. Biz insanlar diğer canlılar gibi içgüdüsel olarak toplaşmıyoruz; ortak idealler etrafında sosyalleşiyor ve bir araya geliyoruz. İnsanlığın gelişimindeki başaktör de bu yeteneğimiz ve arzumuz.
İnsan sosyal bir varlık. Müzik festivalleri günümüzün en yaygın "sosyalleşme" ortamları arasında.
Glastonbury Festival 2019 (Getty Images)
Arap Baharı'ndan İstanbul'daki Gezi Parkı savunmasına, Fransa'daki Sarı Yelekliler'e kadar insanlar hem bu özelliklerini hem de yaratıcı beyinlerinin gücünü her fırsatta sahneye koyuyorlar. Kimse bu gücün sistemi titretmediğini söyleyemez; sadece korkudan titreme değil, sistemin gücünü sorgulatan, itibarını zedeleyen bir titreme bu. Arap baharında ve İstanbul'da tasarımcılar olarak çok sevdiğimiz katılımcılık ve kolektif üretiminin gücünü, Fransa'da topluluğun nasıl etkili bir görselliğe büründüğünü gözlemledik. Bunların tümü yaratıcı düşüncenin önemli kavramları. 9 Temmuz'dan bu yana, bana göre dünyanın en etkileyici kentlerinden biri olan Hong Kong'da devam eden protestolar yeni ve yaratıcı bir eğilime daha işaret ediyor: "Be Water /Su Ol".
Be water, Hong Kong, 2019
Protestocuların sıklıkla kullandığı bu terim, Brucee Lee'nin dövüş sanatını anlatırken kullandığı bir benzetme*. Kendi sözleri ile şuradan izleyebileceğiniz bu söyleşide Lee "Beynini boşalt. Şekilsiz ol, su gibi... Şimdi bu suyu bir kaba koy, su kabın kendisi olur, sonra bir şişeye koy, şimdi şişe olur; bir çaydanlığa boşalt, çaydanlık olur. Su akabilir veya çarpabilir dostum!" diyor.
Bugün Hong Kong sokaklarında koşturan protestocular, su oluyorlar. Yerlerinde sabit durmuyorlar; polise yakalanmamak için sürekli dağınık ve hareket halindeler. Söz gelimi binaya girdiklerinde eskisi gibi belli bir alanda toplaşıp orayı "occupy/işgal" etmiyor, merdivenlere, asansörlere, farklı bölüm ve katlara su gibi yayılıyorlar. Bu eğilim güvenlik güçlerinin işini oldukça zorlaştırıyor. Poster ve duyurularını birbirlerine online olarak gönderiyorlar. Hong Kong Çin Üniversitesi'nden profesör Francis Lee, bunun bir "open-source - açık kaynak" protesto olduğunu belirtiyor. Açık kaynak kullanımı yaratıcı alanlarda son 15 yıldır gündemde olan bir konu ve ülkemizde de 10 yıl önce gerçekleştirdiğimiz ilk Tasarım Bienali'nin Adhocracy sergisinde derinlemesine irdelediğimiz bir kavramdı. Bu serginin önemi bugün ne kadar anlaşılıyor bilmiyorum ama bu sergilerde değindiğimiz kavramların tümü, artık yaşam tarzları olarak, on yıl sonra hayatlarımızda etkin bir biçimde yer alıyor.
Her protestoda olduğu gibi burada da insanlar online platformlar üzerinden haberleşiyorlar. Bu kez günah keçisi elbette Twitter değil. Telegram isimli mesajlaşma platformu ve LIHKG isimli yerel bir platform öne çıkan haberleşme araçları. Apple telefonların AirDrop fonksiyonu da protestocuların eylem duyuru ve posterlerini paylaşmadaki ana aracı olmuş. Özellikle metro gibi toplu taşıma araçlarında ve kalabalık yerlerde gönderilen Airdrop mesajları, bu fonksiyonu açık olan ilgili ilgisiz tüm kullanıcıları "hack"liyor. Telefonlarına birden bire protesto haberleri, görselleri bu kez bir yağmur damlası gibi düşüveriyor.
Bir Air Drop mesajı
Hong Konglular öyle başarılı bir biçimde su oluyorlar ki, sadece teknoloji değil, işaret dili gibi basit bir iletişim aracı ile bile bir anda, bilmeyenlerin anlayamayacağı kadar kısa sürelerde bir sonraki aksiyonlarını harekete geçirebiliyorlar.
İşaret dili görselleştirmesi
Su ol kavramı, protestolar boyunca sınırları da aştı ve bunun için yine tasarım alanında çok yaygın bir fonlama ortamı olan "crowdfunding" kullanıldı. Dünyanın önde gelen gazetelerinde Temmuz sonunda Osaka'da yapılacak G20 toplantısını hedef alan bir ilan yayınlanması için çağrı yapıldığında bir kaç saat içerisinde 600 bin pound toplanıverdi. Para su gibi aktı diyelim! Hong Kong protestocuları, yaratıcı dünyanın tüm araç ve teknolojilerini en iyi biçimde kullanmayı başardılar.
Lidersiz olan bu hareketin aktörleri yaratıcı disiplinlerin içinden mi geliyor, yoksa yaratıcılık ve yaratıcı düşünme toplumun kodlarına mı işlenmiş durumda bilinmez ama ortada tek bir gerçek var: Bu protestolar geleceğin tasarım ve yaşam anlayışının bir göstergesi gibi.
Tasarımda akışkanlık kavramı yeni değil, oldukça eski bir kavram. Ben hafızamı yokladığımda bu kelimeyi en çok Zaha Hadid'in organik tasarım çizgisiyle alakalı olarak duymuşumdur diye hatırlıyorum. Böylesi form özelinde bir akışkanlıktan veya mimari tasarımda, özellikle yapı içinde ve dışında öngörülen dolaşımı tanımlayan türden bir akışkanlığı dile getiren pek çok mimar ve tasarımcı olmuştur. 1925 yılında Le Corbusier'nin tanımladığı biçimde**, dik açıyı bir standart ve tasarımda mükemmellik sembolü olarak görme eğilimi, 2000'li yıllarda bilgisayar destekli tasarımın yaygınlaşması ile önemi yitirdi. Organik ve özgür formların bu kadar yaygınlaşması sadece bilgisayar ile daha akışkan tasarımlar yapılabildiğinden değil, kuşkusuz bu tasarımların çok da beğenilmesinden oldu.
Zaha Hadid'in son tasarımlarından biri 2022'de Katar'da gerçekleşecek FIFA Dünya Kupası için inşa edilen stadyum
Bu beğeninin ardında, önceki katı, köşeli ve "dik açı"yı neredeyse kurallaştırmakla egemen bir mimari tasarım anlayışına karşı duyulan tepki var diyebiliriz. İnsanlar yapıda ve fiziki çevrede yeni, özgür ve akışkan olana böylesine büyük bir iştahla yaklaşırken aslında eski ve kuralcı olanı muhafazakar bulduklarını açık seçik beyan ediyorlardı. Status quo'ya karşı büyük bir tepkime başlamıştı.
Frank Llyod Wright, formun fonksiyonu takip ettiği prensibini benimseyen mimari tasarım yaklaşımı ile*** iç ve dış mekanlarda dolaşımın ve fonksiyonun öngörüldüğü bir tasarımı savundu. Mimarın tasarımlarının görünen estetiği bu çerçevede her zaman bu aramalardan doğdu. Örneğin New York da yer alan ve döneminde çığır açan Guggenheim Müzesi'nin radikal tasarımında bunu görebiliriz. Müzeye giriş biletlerinizi geniş ve ışıklı galerinin zeminindeki mütevazı bir masadan aldıktan sonra başladığınız turunuzda, kusursuz bir eğime sahip rampada binanın katları arasında bir su gibi akarak dolaşma deneyimi, inşasından tam 60 yıl sonra bile hala eşsizdir. Kendinizi bir anda binanın tepesinde buluverirsiniz.
Guggenheim NY
Ürün tasarımında, mimari tasarımda da ratlanabileceği üzere bu akışkanlık meselesinin sıklıkla gelecek tahayyülü ile ilişkilendirildiğini görebiliriz. Gelecek, bir biçimde köşeli değil, akışkandır. Önceleri organik olan tasarım anlayışı son yıllarda artık olabildiğince esnektir.Zaha Hadid vari bir estetikten ziyade, katı ve statik olan bir anlayıştan değil; artık şekilden şekile giren, zaman veya tepkime ile form değiştirebilen, başkalaşabilen bir yaklaşımdan bahsediyorum. İster istemez çocukluk yıllarıma dönüyor tüm algılarım: Bugün tasarımcı olmamda annem başta olmak üzere yaratıcı bir ailenin etkileri ne kadar büyükse TRT ekranından haftada bir izleyebilidiğim Barnapapa çizgi filmlerininki de o kadar büyüktür. Bu eşsiz akışkan yaratıkların bir videosuna şuradan ulaşabilirsiniz.
Barnapapas
Mimarlıkta ve ürün tasarımında akışkan formlar teknik olarak olabildiğince zorludur ama tüketici/kullanıcı üzerinde etkisi büyüktür. Bu nedenle her ne pahasına olursa olsun üretilmeleri gereklidir. Akışkanlık, aynı zamanda özgürlük ve radikal bakış açısı demektir. Bugün Hong Kong sokaklarında yankılanan "su ol" anlayışı, mimaride ve ürün tasarımında rastladığımız bu evrilme ile de yakından ilişkili bir psikoloji taşıyor bana göre ve bu toplumsal hareketten görebileceğimiz üzere de geleceği tanımlıyor.
Mimar Libeskind'e göre tasarım sürecinin kendisi ölümsüzdür. Mimarın buradaki söylemi tasarımı bütüncül olarak akışkan bir süreç olarak tanımlamaktadır. Tasarım süreklidir. Döngüseldir. Bu bakış açısı da özellikle eğitim alanında reformist bir esneklik, akışkanlık yaklaşımı getiriyor. Yaratıcı alanlarda eğitim başlangıçlardan ve sonlardan kurtuluyor; sürekli programlar olarak ele alınıyor; kimi eğitim kurumlarında öğrencilerin ne yapacaklarına dahi kendi ilgi alanları karar veriyor. Üniversite, aslında 25 yıl önce bizlere zaten edindirilen bir kültür olduğu üzere - ve olması gerektiği gibi- bilgi öğretilen yer değil; bilgiye ulaşmanın yollarının öğretildiği bir yer haline dönüşüyor.
Liquefy sehpa, Glass Italia, tasarımcı: Patricia Urquiola
Su gibi olma, erime. akma yaklaşımı aslında basılı ve dijital reklamlarda, posterlerde, filmlerde ve videolarda zaten son iki yada üç yıldır yoğun bir biçimde görsel dili etkileyen bir eğilim bir yandan da. Grafik tasarımcılar bu tasarım eğilimini "liquefy / sıvılaştırma" olarak tanımlıyorlar. Sıradan bir görüntünün erimiş gibi, akmış gibi gösterilmesi veya doğrudan sıvı efektleri ile harmanlanmış bir biçimde kullanılması bu aralar iki boyutlu ve yeni medya tasarımında sıkça rastlayabildiğimiz bir estetik çizgi.
Grafik tasarımda akışkanlık eğilimi son iki yıldır yaygın
Bu estetik tarzın, kültürel mirasımız olan ebru sanatı ile neredeyse aynı olduğunun da altını çizmeliyim. Ülkemizde bu tür eğilimler, başka bir deyişle, "kitlesel olarak artan ilgi" izlenip takip edilmediğinden tasarım çizgileri de yönlenemiyor. Dünyada bugün estetik anlamda da bir "su gibi ol" anlayışı benimsenmişken pek çok firma bunu ürünlerine yansıtıyor. Eğer Türkiye'nin de diğer ülkelerde olduğu gibi bir tasarım tanıtım ajansı olsaydı, bugün manasız pek çok çalışma yerine bu türden değerleri bulup ortaya çıkarır ve bunları global pazarlarda tanıtırlardı. UNESCO tasarım kenti kapsamında yapılan sunumları ve çalışmaları maalesef hüsranla izliyorum, orada örneğin cam sanatçısı Gülin Algül'ün, üstelik ebru sanatını sıcak cam ile üretilen objeler alanında özgün bir teknik olarak tescilletmiş olduğu ve yurt dışında pek çok müzede sergilenen eserlerine rastlamadım. Bunun yerine konu ebru sanatı ise bunun geleneksel örnekleri tanıtılıp duruyor. Tanıtılan eserlerin tasarım ile bir ilgisi yok. Değerli sanatsal işler olabilirler ne var ki dünyaya çağdaş örneği olduğu halde bunu sunamamak, bunun erine tasarım olmadığı halde sanat eseri sunmak, bana göre büyük eksiklik. Asıl yapılması gereken belli bir tekniğin veya mirasın çağdaş yansımalarını sunmaktır. Dünya bu yaklaşıma kafa yorarken ve pek çok yeni örneklerini ortaya çıkarırken , içimizde zaten var olan bir değeri ıskalamak sadece üzücü. Bu sadece tek bir örnek ve oldukça da küçük bir tanesi.
Gülin algül - Ebru cam objeleri
Diğer yandan akışkanlıktan bahsedip de burada anmadan geçemeyeceğim başka bir tasarımcımız daha var: Refik Anadol. Refik hakkında pek çok mecrada yazılar ve roportajlar yayınlandı; pek çoklarınız bu dijital tasarım dehasını zaten tanıyorsunuz. İşlerini data heykelleri olarak tanımlayan mimarın eserlerinde insanı büyüleyen asıl duygunun akışkanlık olduğunu bir kenara not düşelim. Data ile türettiği imgeleri su gibi dalgalandıran, eriten, akıtan bu yetenek bugün bu işleri ile dünyanın dört bir tarafında karşımıza çıkan bir isim. Refik'in işleri elbette sadece akışkanlık üzerine kurgulu değil; kendini ve üretimlerini bu bağlamda son on yılda nasıl da dönüştürdüğüne, geliştirdiğine bizzat tanık oldum ve diyebilirim ki, bugün tasarımda bir tür akışkanlıktan söz ediyorsak, eşsiz imgelemi ile Refik'in ürettiği global işlerin bu akımın yaygınlaşmasında büyük etkisi olmuştur.Dünya çapındaki bu işlerle oldukça gururlanıyoruz. Bu işlerden birini şuradan izleyebilirsiniz.
Refik Anadol
Biz şimdilik, Mevlana'ya buradan bir selam gönderip, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi olalım yeter. Hong Kong 'a da dostluk ve kardeşlik dileyelim. Gerisi her nasılsa gelir.
Kapak resmi: Nissa Kinjalina'nın aydınlatma tasarımları
(*) Brucee Lee: "Empty your mind! be formless! shapeless.. like water. now, you put water into a cup, it becomes the cup. you put water into a bottle, it becomes the bottle. you put water in the teapot, it becommmmes the teapot. now, water can flow, or it can crash. be water my friend!"
(**) The right angle is the standard angle and in this sense the symbol of perfection
(***) "Form follows function "Bu terim resmi olarak 1896 da Louis Sullivan tarafından dile getirilse de, mimar Wright, 1953'te yaşamının son yıllarında kaleme aldığı The Language of Organic Architecture isimli makalesinde savunduğu üzere, bir dönem iş vereni ve akıl hocası olan, hatta "Lieber Meister" olarak tanımladığı Sullivan'a bu terimi borçlu olmadığımızı, bu yaklaşımın Wright 'in kendi çalışmalarından doğan bir teori olduğunu belirtmişti.