Dünyada gerçekleşen her şeyi öğrenmek için doğayı ve yasalarını incelememiz yeterli. En çaresiz zamanımızda doğaya sığınırız. Gerçekleştirdiğimiz tüm gelişmeler için ilhamımızı doğadan alırız. Bir gün, pamuk ipliğine bağlı olan tüm medeniyetimiz yok olursa, bize kucak açacak olan yine doğadan başkası değildir.
Türkiye’de insanlar en kolay doğa sevgisini kaybediyor. Oysa göçebe ruhumuz toplumsal olarak dışarıda “ol”maya kurulu gibidir. Öğle arasında bir ağaç altında sigaramızı tüttürürüz; hafta sonları aile eğlencemiz ağaçların gölgesinde bir pikniktir. Gel gör ki arabamıza yer açmak, bir gecede ev kondurmak, yol yapmak, köprü bağlamak, uçak indirmek, özel şirkette yönetici olup özel bir üniversite üniversite kurmak, bir yatırımcı olarak yapıp yapıp satmak, tarihten intikam almak, siyasi gücümüzü inşa üzerinden inşa etmek, ve nihayet öğrencilere istemedikleri bir yurt yapmak için hep o ağacı kesiveririz. Sahi nedir ağaçlarla alıp veremediğimiz?
Gustav Klimt
Bizim ülkemizdeki şuursuzluğun, görmezden gelmenin tersine, ağaçlar hakkında tüm dünyada bir uyanış var. Alman yazar ve şair Herman Hesse "Ağaçlar kutsal alanlardır “ diyor. Halil Cibran’a göre “Ağaçlar dünyanın göğe uzanan şiiridir “. Bugün Peter Wohlleben, Will Ashon, Fiona Stafford, Jean Giono gibi pek çok yazarın ağaçlar hakkındaki kitapları var. İnsanlar Japon kültüründen doğan “forest bathing /orman banyosu” kavramını yaygınlaştırıyor; sosyal medya hesaplarında doğaya ve ağaca sevgilerini günden güne daha yüksek sesle haykırıyor; biz, ağaçları kesiveriyoruz.
ODTÜ ormanında yapılması planlanmış yurt binası için kesilecek ağaçların üzerine tırmanarak sarılmış gençleri görüyorum. Ağaca sarılan ilk insanlar 1730 yılında benzer bir olay için yaşadıkları yeri koruyan Hintli kadınlardı. Jodhpur’daki o protestolar sırasında 356 kişi yaşamını kaybetti. Dünyada o günden beri, acımasızlığa karşı duran vicdanlılar, ağaçlarına sarılıp onların “can” larını koruyorlar. Üstünden neredeyse 300 yıl ve muhtemelen de en az 300 benzer vaka geçmiş olan bu olay hakkında neden durup da bir an düşünmüyoruz? Hem de üniversiteler düşüncenin “yer”i iken?
John Clare
Kamu varlıklarının ele geçirilmesi ve ormanların binalar, yollar yapmak isteyen aç gözlü bir kapitalizme teslim edilmesi elbette hiç de yeni değil. 200 yıl önce çok benzer olaylar karşısında ortaya çıkan çevresel bilinç şiirde kendini gösterdi. İngiliz şair John Clare‘in “The Fallen Elm” isimli şiiri, bugün iyice yoğunlaşan çevresel duyarlılığın ilk sanatsal başkaldırısı olarak kabul ediliyor. Bu şiirden 200 yıl sonra biz neden hala üreten sanatçıya kulak vermiyoruz? Sanat da tıpkı üniversiteler gibi bizi “ düşündürmek “, fark etmediğimizi dank ettirmek için bir ifade aracı değil miydi?
Geçtiğimiz hafta bilim insanları, 1800’lerden beri endüstrileşegelen insanın atmosfere yaymakta olduğu ve bugün yaşanılan iklim krizine sebep olan 205 giga-tonluk karbon dioksitin salınımına son derece basit ve en etkili çözümü sundular: Ağaç dikelim! Bu raporlara göre eğer dünya üzerindeki bir milyar hektarlık bir alanı ağaçlarla kaplarsak, bu zararlı gazı üçte iki oranında azaltmış olacağız. Bundan daha basit ve etkili bir çözüm var mı? Dünya bir haftadır bu raporu konuşuyor: Ağaçlandırmanın siyasi amaç olması, devlet politikalarının bu konuya ağırlık vermesi, ekonominin karbondan arınması gibi konular bir anda insanların gündemine yeniden yerleşti. Sonumuzu göz göre göre getiren krizin önüne geçmek bir ağaç dikmek kadar kolay, tek yapılması gereken bu fikri benimsemek, uygulamasını yaygınlaştırmak. Gelecek nesillere bir dünya bırakamayacağız öbür türlü! Ama yok! Biz ağacına sarılmış o gelecek nesli tartaklayarak “üniversite eğitimi almaya“ geldiği kampüsten dışarı çıkarıyoruz. Neden dünyada olup biten gelişmelere, bilimsel raporlara kayıtsızız? Bırakın düşünmeyi, okumayı bile unuttuğumuzdan mı?
Augmented Architecture etkinliğindeki The Deep Listener uygulamasından bir kare
Londra’da bulunan Serpentine Galeri’de bir kaç gün önce açılışı yapılan bir etkinliğin başlığı Augmented Architecture. Serpentine dünyanın en öncü ve ünlü sanat galerilerinden biri desek yanlış olmaz. Bu öncü galeri 5 yıl kadar önce sanatsal üretimde çevresel sorunların gittikçe artan bir oranda fazlalaştığını hissederek, sadece bu alana özel bir departman kuran, bu konuyla ilgilenmek üzere bir küratör atayan bir sanat ortamı. Galeri, aynı öncü yaklaşım doğrultusunda, teknoloji alanındaki gelişmelerin tüm insanlığın geleceğinde belirli olacağı gerçeğinden hareketle Augmented Architecture projesini, aralarında Mimar Sir David Adjaye, Virgil Abloh gibi isimlerin de bulunduğu bir grup destekçi ile işbirliğinde hayata geçiriyor.
Augmented reality / arttırılmış gerçeklik kavramı son 10 yıldır yaşamlarımızda var. Bana göre bu “arttırılmış” kelimesi yerine katmanlaşmış demek daha anlamlı. Zira bu teknoloji ile çeşitli yüzeylerden boşluğa fırlatılan sözkonusu görüntüler her ne kadar datanın “arttırım“ı olsa da diğer yandan gerçekliğin arttırımı tanımlaması, tam da gerçeğin ne olduğunu, artık olup olmadığını tartıştığımız bu günlerde benim için fazla iddialı. Bu teknoloji ile ortaya çıkarılan yeni katmanlar zaten gerçek de değil; kurmacalar. Kimi işlerdeki senaryolar, mevcut görüntü üzerinde ikincil üçüncül katmanlar yaratıyor; sanatçının yeni kanvası atmosferin boşluğu oluveriyor, tabi sadece bir ekrandan bakmak şartıyla !
Jacop Kudsk Steensen
Serpentine’in, gelecekteki yeni mimari formları arayan açık çağrısına başvurarak seçilen Danimarkalı sanatçı Jacop Kudsk Steensen’e komisyon edilen bu en son etkinliği, cep telefonuna indirilen bir uygulama sayesinde izleyenleri galerinin etrafındaki Kensington Bahçesinde ve Hyde Park ‘ta bulunan canlı türlerini keşfetmeye yöneltiyor. Katmanlaşmış gerçeklik teknolojisi ile yaratılan bu projeye, Google Arts and Culture da destek vermiş. Telefona yüklediğiniz “The Deep Listener “ isimli uygulama ile bu parklarda gezerken, belirli noktalara geldiğinizde yaşamını bu habitatta sürdüren çeşitli canlılar olan yarasaların, çınar ağaçlarının, muhabbet kuşlarının, Azur mavisi yusufçukların ve sazlıkların seslerini duyarken, sanatçı tarafından tasarlanmış çeşitli görüntülerle de karşılaşıyorsunuz. Bu sanatsal üretim, telefonunda bu uygulama olan herkese açık bir kamusal proje. İnsanların doğayla olan ilişkisini güçlendiriyor; ses ve görüntü yolu ile duyulara sızıyor.
Kudsk Steensen, bu işinin merkezinde Londra’ya özgü çınar ağaçları olduğunu belirtiyor. Sanatçıya göre bu ağaçlar, bio-mimarlığın ilk örneklerinden biri. Endüstri devrimi sırasında devlet tarafından dikilen bu ağaçların her türlü hava kirlilliği koşullarına dayanıklı bir tür olduğu biliniyor. Bu ağacın kabuğu atmosferdeki zararlı maddeleri içine çekerek ortamı temizlerken bir yandan da etrafı için yaşanabilir bir ortam oluşturuyor. Sanatçıya göre bu kabuklar aynı zamanda hava kirliliğinin arşivsel bir belleği niteliğinde.
Kudsk Steensen’in oluşturduğu proje ile parkta gezinen insanlar, bu üç tür ile hem görsel hem de işitsel bir bağ kurup onlarla etkileşime geçiyorlar. Kişinin yürüyüş hızına göre gerek görüntüler gerekse seslerin şiddeti ve hızı da değişiyor.Sanatçıya göre böylece izleyicinin kendi bedeni aynı zamanda doğal çevreyi de değiştiren bir mekanizme haline geliyor; teknoloji de doğa ile insan arasındaki iletişimi aktif hale getiren bir araç. Bu deneyim kuşkusuz ekosistemin pek de fark edilmeyen katmanlarını görünür/ hissedilir kılarken bir yandan da üzücü bir gerçeğe, insanın doğayı korumaktaki aczine, onunla yakınlaşmaktaki beceriksizliğine de selam gönderiyor.
Park yerinin aslında kentin içindeki bir alan değil; tam tersine kenti içinde bulunduran, asıl yaşamsal zemin olduğunun hatırlanması için ne de güzel bir proje !
TDAG'nin çalışmaları pekçok rapor ve diagram içeriyor
Endüstri devriminin doğduğu yer olan ve tarihinde hava kirliliği yüzünden acı bir şekilde pek çok da can kaybetmiş olan İngiltere Krallığı, çevre ile olan bu sınavında ibreyi pozitife çevirmek yönünde en çok çabayı sarf eden toplumlardan biri. Ders çıkarmak böyle bir olgu olsa gerek. Yine İngiltere’den doğan TDAG, The Trees and Design Action Group / Ağaçlar ve Tasarım Aksiyon Grubu, ülke çapında ormanların önemini anlatmaya, bu konuda işbirlikleri kurmaya kendini adamış bir oluşum. 2007 ‘den beri faaliyet gösteren bu grup, ağaçların tüm faydalarının, konumlarının kentsel planlamadaki öneminin belgelenmesini, ve bunun için gerekli altyapıların sağlanmasını, tüm tasarım, yapım ve bakım aşamalarında ilgili birimlerle işbirliği yapılmasını kendine misyon edinmiş.
Kendilerini kar amacı gütmeyen ve politik olmayan bir kuruluş olarak tanımlayan bu grubun çalışmalarıne internet üzerinden ve bedava olarak erişilebiliyor. Aralarında pek çok üniversite ile ülke çapındaki belli başlı kentlerin, hatta Zürih Belediyesi’nin bile üye olarak bulunduğu bu insiyatif, bizlere sadece ağaç sevgisini ve bu sevgiye sahip insanlar olarak nasıl bir fiziksel çevre tasarlayabileceğimizi anlatıyor.
Tasarımcı Jaime Hayon'un Miami Design için hazırladığı ağaç tasarımları
Dünya üzerinde, sanatçılar, tasarımcılar ve sivil insiyatifler çevreye duyarlılığın temsilcileri; siyasi yönetimler onlara artık kayıtsız kalamıyor.
Demem o ki, sevgili rektörler, belediye başkanları, şirket patronları, dünya artık ağaç kesmiyor; insanlardan, kurumlardan, tasarımcı, sanatçı ve mimarlardan öğreniyor.
Dünyanın geleceği, ağaçları seviyor.
Seversen canına kıyabilir misin söyle?
Yazıda adı geçen yazarların kitapları , meraklıları için:
The Hidden Life of Trees - Peter Wohlleben
Strange Labyrinth - Will Ashon
The Long, Long Life of Trees - Fiona Stafford
The Man Who Planted Trees - Jean Giono,
The Fallen Elm - John Clare
Arboreal – Tobias Jones