Öncelikle çok temel bir etik ilkeyi tekrar hatırlamakta fayda var. Tanımadığımız, şahsen muayene etmediğimiz, muayene ve tedavisine şahit olmadığımız ayrıca ve hatta tanısını koyup tedavisini bizzat yaptığımız kişiler hakkında da, toplum önünde, medya organlarında görüş belirtmek kabul edilemez ve sıkı kurallara bağlıdır. Bu gibi yorumlar ancak toplumu bilgilendirmek için halk sağlığı amacıyla ve hastanın onayı ile yapılabilir.
Bazen televizyonlardaki tartışma programlarına, gazete köşelerine, ruh sağlığı bozuk olduğu o kadar belirgin insanlar çıkar ki, bir psikiyatrist olarak, onların yönlendirmeleri ve konuşmalarını ciddiye alan insanları uyarmak, bunları dinlemeyin, bu kadın paranoyak, şu adamın narsisistik kişilik bozukluğu var demek istediğiniz halde etik gereği yutkunur kalır, konuşamazsınız. Yine de doğru tutumun bu olduğuna şüphe yoktur. Bir nörolog televizyonda eli titreyen bir sunucuya parkinson demediğine, bir fizik tedavi uzmanı öne eğilerek konuşan bir konuğa ankilozan spondilit tanısı koymadığına göre ( tabii ki ideal, olması gereken durumdan bahsediyorum), psikiyatristlerin de bazen çok zorlansalar da mesleklerini, teşhis ve tedavi bilgilerini medyada kullanmamaları yüksek bir etik standarttır.
Böyle uzun bir giriş yapmamın sebebi, malum, Kabataşta tacize uğradığı , bebeği ve kendisinin dövülüp, üzerine işendiği iddia edilen Z.D vakası..
Z.D olayı, başbakan tarafından, gezi eylemlerinin çevrecilik duyarlılığıyla ortaya çıkan ve genel bir hükümet protestosuna dönüşen cumhuriyet tarihinin en büyük sivil eylemi değil, islam karşıtı ve yurtdışından yönlendirilen bir operasyon olduğuna halkı inandırmak için kullandığı en temel gerekçelerden biri oldu ( diğeri de cami de içki biliyorsunuz). Dolayısıyla, bu olaydan sonra verilen röportajlarda anlatılanlar, adli tıp raporunun olaydan 5 gün sonra alınmış olması, üzeri çıplak ve deri eldiveli 70-100 kişilik bir güruhun idrarlarını Z.D nin üzerine yapması gibi fantastik görünümlü tüm detaylar önem kazandı.
Başından beri, bu olayda anlatılanlar ve yaratılan havanın abartılı olduğunu, Z.D nin tesettürlü olmasından dolayı değil ama bireysel olarak oradaki bir grupla arasında bir gerginlik, küfürleşme itiş kakış olabileceği, ancak Türkiye'de bebekli bir kadının sokak ortasında dövülmesinin ve dahi üzerine işenmesinin ve buna orada bulunan kimsenin müdahale etmemesini ikna edici bulmayan birçok insan vardı. Bunlar genel olarak gezi eylemlerine pozitif bakan gruptaydı, ancak, sanırım son ortaya çıkan görüntüler ve gazeteci özürlerinden sonra karşı gruptan da bu sürece daha sorgulayıcı bakanlar olmaya başladı. Bunlardan biri de Z.D nin post partum depresyondan muzdarip olabileceğini ve bu nedenle bu olayı -uydurmuş- olabileceğini yazan Fehmi Koru..
Özellikle ilk defa doğum yapan annelerde, anne olmanın stresi ve yoğun hormonal değişiklikler, kolay ağlama, yetersizlik hissi ve yüksek kaygı düzeyi ile kendini gösteren, doğumun ardından 3 veya 4. gün başlayan ve gebelik hüznü (post partum blues diye güzel bir İngilizce tabir de var bunun için) denilen bir tabloya yol açar. Anne olanların neredeyse %70 ine yakınında oluşan bu durum, neyse ki hafif psikolojik destek, annenin yeni duruma adapte olması ve hormonların düzene girmesiyle 2-3 hafta içinde kendiliğinden düzelir
Post partum depresyon ise, geçmişinde depresyon geçirmiş olan veya depresyona genetik olarak meyilli kadınlarda ortaya çıkan ağır bir hastalıktır. Tüm gebelerin %3-4'ünde ortaya çıkar. Stresli yaşam, sosyoekonomik olarak düşük düzey, evlilik çatışmaları, bebeğe hazır olmama-istemsiz gebelik, erken yaşta anne olma, düşük eğitim düzeyi ve düşük özsaygı bu hastalığın ortaya çkmasında risk faktörleridir. Mutsuzluk, ümitsizlik, hayata ve bebeğine karşı ilgisizlik, yemek içmekten kesilme, uykusuzluk, intihar fikirleri veya intihar girşimi görülebilir. Bu dönemde lohusa annenin ilgi ve desteğe ihtiyacı vardır. Post partum depresyon post partum hüzün gibi kendiliğinden geçmez, mutlaka ilaç tedavisi ve yoğun psikoterapiye hatta hastaneye yatırılmaya ihtiyaç gösterir. Bir sene içinde bu vakaların tamamına yakını iyileşir ve eski işlevsellik düzeylerine geri dönerler. Post partum depresyonda görsel halüsinasyonlar, bilinç kaybı, kişilik değişimi olmaz. Post partum depresyondaki kadın cidi olarak zor durumdadır, desteksiz ve yalnız, bebeğiyle tek başına dışarı çıkması, gezmesi, hayatın içine karışması çok olası değildir. Ne fiziksel ne de psikolojik olarak böyle bir gücü vardır. Hayatınızda bir defa gerçek bir post partum depresyon vakası görseniz, ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılır, post partum depresyondan muzdarip bir anneyi, mesleğin profesyoneli olmayanlar dahi dışarıdan anlayabilir, durum nettir ve gözükür, bu kişi acaba post partum depresyonda mı diye düşünülecek bir durum genelde olmaz.
Doğum sonrasında ortaya çıkan psikiyatrik bozuklukların diğer önem arzedeni de post partum psikozdur. Post partum depresyona göre daha nadirdir. Yaklaşık bin gebede bir gözükür. Doğum sonrasında ,özellikle bebeğe düşmanlık, korkulu ve aşırı kaygılı bir ruh hali ile kendini belli eder. Bebeğin lanetli olduğuna ve aieleye kötülük getireceğine dair özgün işitsel halüsinasyonlar olur. Bilinç açık ancak kafası karışık olan hasta iletişim kurmakta, mantıklı bir sohbeti sürdürmekte zorlanır, giyim kuşamı, kendine bakımı ve hijyeni bozulur. Kendi kendine konuşma, kendine zarar verme( saçını yolma, kafasını duvara vurma, kendini tırmamalama gibi) eylemler görülür, en tehlikeli ve korkutucu durum, annenin bebeği öldürmesidir. Fehmi bey'in Z.D nin hayal aleminde yaşıyormuşcasına Kabataştaki olayı uydurduğunu düşündüğü tablo, olsa olsa post partum depresyon değil, post partum psikoz olabilirdi mamafih, bu da yukarıda izah ettiğim gibi ağır bir sendromdur ve muzdarip kişinin sokakta tek başına varlık gösterebileceği bir durum değildir. Ayrıca gerçeklikten kopuş, alakasızca hayal alemine dalıp, film izler gibi halüsinasyon görmek şeklinde değil, bebekle ilgili korkutucu spesifik halüsinasyonlar şeklindedir.
Z.D olayının sosyal ve psikolojik çok sonucu oldu. Böyle bir olayın gerçekleşmiş olma ihtimali, gezi eylemlerine destek vermiş insanlarda büyük hayal kırıklığı yaratıp, başbakan ve çevresine, haksızlıklarının çok net olduğu bir ortamda, nefes alma alanı yarattı. Şu an anlatılan hikayenin gerçekliği konusunda ciddi kuşkular var ve bunların aydınlatılması , gerçekse suçluların, değilse bu olayı kışkırtma ve toplumda kin yaratmak için kullananların ortaya çıkarılması şart. Ancak Z.D' ye psikiyatrik bir takım rahatsızlıkları atfetmek, bahsi geçen tabloların yukarıda anlattığım özellikleri göz önüne alındığında pek mümkün görünmüyor.