Uzun süre oldu. Öncelikle bunun için özür dilemek gerek. Bunun için geçerli sebepler vardı, hayatın koşturması, futboldan biraz olsun uzaklaşma isteği…
Aslında futbol bunun kurbanı oldu, ben futbolu yönetenlerden, oynayanlardan ve konuşanlardan uzaklaşmak istedim. Bunu yaparken de yazı yazmaya kalkmak başlangıçta okura saygısızlık olur dedim ve biraz olsun kafa dinledim.
Transfer sezonu geride kaldı, bütün spor servislerine geçmiş olsun demek gerek. Emin olun, transfer sezonu bir gazeteci için oldukça zor bir süreçtir. Futbol sezonuna göre mesaisi hiç belli olmayan, elinde sürekli telefonla, az seyahatli bol stresli bir zamandır.
Bu sebeple bu dönemde gazeteciler hakkında yazarken, konuşurken biraz olsun dikkat etmekte fayda var. En azından yalan yazmamaya uğraşanlar için bu geçerli olmalı…
Kuşkusuz bu sezonun transfer şampiyonu Fenerbahçe... Galatasaray fiyasko olarak adlandırılacak bir transfer sezonunu geride bıraktı. Beşiktaş ise harika başladığı transfer sezonunu hayal kırıklığıyla bitirdi.
Manchester United’ın Swansea deplasmanında kaybettiği 2-1’lik maçın ardından Louis Van Gaal’e Van Persie ve Nani üzerinden yüklenilmesi bile Fenerbahçe’nin yaptığı işin ne denli büyük olduğunu, bunun sebebinin ise sorumluluğu tamamen Terraneo’ya verilmesi olarak açıklamak zorunludur. Ben başka bir ana sebep göremiyorum. Bakalım Terraneo ve Vitor Pereira ikilisi bu yükün altından kalkabilecekler mi?
Bana göre kalacaklardır, sebebi şu:
Fenerbahçe’nin bir planı ve devamında hedefi var. Bünyesindeki futbolcular da planları doğrultusunda hedeflerine ulaşmış futbolcular. İyi futbol, iyi futbolcularla oynanır. Fenerbahçe’de dünyanın en teknik üç forvetinden biri, nerede hangi pozisyonu alacağını çok iyi bilen ve Premier Lig’de 100 maçta 30’un üstünde gol ve asist sayılarına ulaşan Nani var. Yeteneğiyle Avrupa’da adını duyaran Diego’nun hareketlenmesi ve yanına Markovic gibi saf yeteneğin eklenmesi önemli işler. Feghouli bu ekibe Markovic’in yerine dahil olsaydı, o zaman bir tık daha öteye geçtiğini söyleyebilirdik.
Yerli kalitesi olarak eski seviyesinde olmayan ve bu alanda Galatasaray’dan yukarı olmasına rağmen o seviyeye gerileyen bir ekip oldu. Yeni eklenen yerlilerden Şener Özbayraklı’nın beklenileni vereceğini düşünüyorken, savunmasını önemli derece geliştireceğinin sinyallerini verdiği için bunu yazdığımı da belirtmeliyim.
Gelelim Galatasaray’a…
Felipe Melo ve Alex Telles’i transferin son günü gönderen fikir yapısını bana açıklayabilecek biri var mı? Neden ve nasıl? Hangi gerekçelerle…
Senin 15 gün sonra Şampiyonlar Ligi maçın var…
Ve bu iki önemli ismin, geçen sezonun vazgeçilmezi olan iki ismi birden gönderiyorsun ve daha sonra aldığın futbolcu son 6 aydır futbol oynamamış. Yetiştiği Dortmund kulübünün gitse de yer açılsa diye beklediği iki isimden biri…
Kevin Grosskreutz…
Dortmund’a oynamadığı mevki kalmadığı doğrudur ancak tam da Rijkaard’ın tabiriyle Türk futbolu gibi futbolcudur. Hiçbir yönü tam değil, her şeyden biraz biraz var.
Oyun olarak biraz var ama oynamaya hakkı yok. Türk futbol tarihinin belki de en komik fıkrası ile karşı karşıyayız. Diyebilirsiniz ki aynı hata Real Madrid ile Manchester United arasında David De Gea için de oldu ama bu durum biraz daha farklı…
FIFA’nın dediğine göre belgeler imzasız gelmiş. Düşünülemez ki belgelere imzalar atılmamış olsun, illa ki atılmıştır ancak yetkili kuruma imzasız belge göndermek en basit anlamda gerçekten komik… Galatasaray’ın transfer sezonu, içeriği olduğu gibi komedi ile son buldu.
Felipe Melo ve Alex Telles transferlerinin ardından Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde zor olmayan gruba rağmen başarılı olacağını düşünmüyorum. Umarım yanılırım…
Denayer ise Mayıs 2016’da anlaşılacağı üzere taş gibi stoper. Seneye Manchester City’de Kompany ve Otamendi ile tandem oluşturan rotasyon oyuncusu olursa kimse şaşırmasın. Dirsek ve omuz darbeleriyle oynanan İskoçya Ligi’nde ayakta kalan ender stoperlerden olması Denayer’in Süper Lig’de ses getireceğini bana anımsatıyor. Semih Kaya’nın soyadının hakkını verecektir.
Galatasaray hakkında son birkaç cümle daha yazıp Beşiktaş’a geçelim.
Sarı Kırmızılıların en büyük icraatı Lukas Podolski gibi gözükebilir. GS Store da Podolski için basılan t-shirtlerde Alman futbolcunun adını “Lucas” yazabilir. Bunlara alıştık artık ancak herkesin bildiği bir şeyi tekrarlamakta fayda var.
Podolski için Galatasaray’ın rakibi yoktu. Piyasada hiçbir takım Podolski’ye bu kontratı vermedi, vermeye de yanaşmadı. Bunun farkında olan Galatasaray ve Podolski tarafları da kartlarını buna göre oynadı ve kontrat temelinde oyunu Podolski kazandı.
Podolski’ye verilen kontrat, Sneijder’in çok gerisinde ve Selçuk ile Burak standartlarında olmalıydı. Onlardan ne bir kuruş az, ne de bir kuruş fazla…
Kontratlar, geçmişe göre yapılabilir; mevzu bahis Ibrahimovic, Drogba ya da Sneijder ise… Podolski içinse geleceğe göre olmalıdır.
Ve son durak…
Bana bir teknik adam söyleyin ki, “Olur başkanım, tamam tamam dert değil başkanım. Aynen başkanım aynen, bu takım bana yeter. Her futbolcu benim için uygundur başkanım” desin.
Sizden önce söyleyerek sazanlık yapayım, Şenol Güneş…
Victor Valdes’e yaşından ötürü Şenol Güneş onay vermemiş.
Peki Valdes ne diyor? Beşiktaş beni oyaladı. Birini oyalamak için ne yapmak gerekir? Onunla ilgilenmek gerekir.
Gönül ilişkilerinden aklınıza gelsin.
“Sen beni oyalıyor musun?” ve “Benimle evlenir misin?” soruları art arda gelebilir.
Şenol Güneş’in beğenmediği hakkında haberler çıkan Valdes’i Beşiktaş ilgilenmeden oyalayamaz.
Dediğim gibi, Siyah Beyazlılar transfere harika başladı. Rhodolfo, çok çok önemli stoper. Yalnız yanında Ersan, Pedro Franco ya da Milosevic ile değil. Defoları ortaya çıkacaktır, bu da Beşiktaş’ın deli gibi pas yaparak rakip takım yarı sahasına giderken yapacağı olası bir top kaybında Rhodolfo’nun başını çok ağrıtacaktır.
Başka bir “Anlamdıramıyorum” dediğim konu Cenk Gönen… Bana göre Valdes’in geleceğini ön görerek, üçüncü kaleci olmak istemedi ve Galatasaray’da ikinci kaleci olurum daha iyi dedi. Geleceği görmek imkansızdır ancak tahmin etmek bilgi gerektirir. Cenk ve menajerinin yanlış kariyer planlaması yaptığını düşünüyorum.
Türkiye’nin yeni Aykut Erçetin’i hayırlı olsun…
Bir tane Cenk yok, bir de Mario Gomez’den daha iyi forvet olan Cenk Tosun var.
Şenol Güneş’in başını ağrıtacak bir başka konu da Cenk-Gomez ikilemi… Belki kimi seçse bir Demba Ba etmeyecek ama bu gidişle ikisinden de birer Hugo Almeida çıkma olasılığı da yok değil. Bir ipte iki cambaz yürümez, düşerler ve bir daha çok zor toparlarlar.
Son olarak transferin en hareketli takımı Bursaspor’dan bahsedelim. Kadrosuna kattığı ve gönderdiği saymaya kalksak, Karadeniz Sahil Şeridi’ne asfalt yol yaparız.
Bu kadar transfer hakkında sadece şunları söyleyeceğim.
Gelen futbolculardan en son Ertuğrul Sağlam’ın haberi oldu.
Bursaspor’un nasıl bir dönem geçirdiğini buradan anlayabilirsiniz.
***
Uzun zaman oldu yazmayalı ve bu kadar toparlayabildik.
İzninizle Kuşadası’nda geçirdiğim güzel zamanlar için teşekkür etmem gereken birkaç insan var.
Öncelikle bizi ağırlayan Apaydın ailesine çok teşekkür ederim. Sevgili hocam Can Apaydın’a, spora olan ilgisine ve bilgisine sevindiğim Yiğit Apaydın’a selam ve teşekkür iletmem gerek. Harika insanlar, var olun. Kuşadası’na birlikte gittiğimiz can dostum Akın’a ve hayat arkadaşı Gamze’ye, uzun zamandan beri tanıdığım ve kıskandığım Serap ile Erhan’a, birbirleriyle harika anlaşan Engin ve Tanem’e çok teşekkür ederim.
İyi ki varsınız dostlar. Ege sizinle çok güzeldi…