Ahmet Özal, babası Turgut Özal’a yönelik 1988’de yöneltilen başarısız suikast girişiminin arkasında Erol Simavi ile dönemin MGK Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun bulunduğunu iddia etti. Özal’ın iddialarıyla ilgili olarak İstanbul özel yetkili Cumhuriyet savcısı Hakan Karaali soruşturma kararı verdi.
Ülkemiz siyasal ve yaşamsal kodların her daim yeniden kurgulandığı bir ülke. Bu ülkede yaşamak, yeni oluşan kodlara göre çeşitli tarafların oluşması ve oluşan bu yeni taraftarların “eski” görünen kodlara karşı savaş açtığı bir tuhaf düzende yaşıyor olmak demek. Çünkü “yeni” oluşturulan kodlar eski kodların kutsallıkları üzerinden görünmez bir sözel tankla geçiyor ve eski kodlar, yenilerinin altında ölüm kalım savaşı veriyor.
Siyasi dil, eski kodların üzerine yeni siyasi ve yaşamsal kodları yazar ve yeni kodlar şifrelenirken, eski kodlara da yeni aidiyet şifreleri veriyor. Kodlar birbirlerinin içine girerken yeni bir siyasi dil, yeni bir sistemin oluşturulan kodlarıyla ortaya çıkıyor.
Yeni kodlar, siyasi tarihin tozlu sayfalarından çıkan bir kelime, bir kavram, bir isim ya da bir olay olabiliyor. Siyasi tarihin tozlu sayfalarından çıkan kelimeler, kavramlar, isimler ve olaylar “en kalbi” kodlarla yeniden yazılıyor.
Eski kodların yeni bir dille harmanlanmasından bir sentez çıkacaktır. Sorun oluşan yeni kodlar sentezinin, bugüne ne önerdiğinden öte, toplumu nasıl bir geleceğe yönelttiğidir.
Kodların anlamını sorgulamak, aynı zamanda yeni kodlarla biçimlenecek sentezin nereye varacağını da sorgulamaktır.
Dün arka planı farklı bilinen bir suikast girişimi, bugün bir başka formülle ortaya çıkıyor. Elbette bu iddialardaki gerçeklik payı, sözü edilen MİT raporları ile hasıraltı edilen diğer bilgiler varsa ortaya çıkarılmalıdır. Dün ortaya çıkarılmayanın ve belirli “hassasiyetlerle” hasıraltı edilen bilginin bugün gündeme gelmesi ilgi uyandırıcıdır.
Siyasi vesayet ile siyasi mirasın değişerek ele alındığı bugünlerde, soruşturma sonucu ortaya çıkacak hikâyenin de hangi kodları yeniden yazacağı ise ayrı bir merak konusu.
Boykot Siyaseti
BDP, anadilde eğitim hakkını elde etmek için, belirli bölgelerde, eğitim öğretim yılının başlangıç gününde eğitimi “boykot” etme kararı aldı. Parti, anayasa referandumunda da “boykot” kararını gündeme getirmiş ve bu gündem referandum öncesinde tartışılmıştı. Anayasa referandumunda boykot kararı, sadece BDP’lilerin değil, farklı kesimlerin de imza attığı bir karar olmuştu.
Bugüne kadar boykot, daha çok ülkelerin, ülkemize yönelik uyguladıkları siyasi bir karar sonucunda “markaları protesto etme” şeklinde uygulandı. Eğitimde boykot eyleminin hangi ölçüde başarıya ulaşacağını bugünden kestirmek kolay değil. Medyanın pazartesi günü başlayan bu eyleme olan tavrı ise boykota yer vermeme yönünde.
“Sessizlik sarmalı” olarak adlandırılan bir kültürel kuramda, insanların izole edilmekten korkmaları ve ana akımın yansıttığı şekilde var olmanın gerekliliği vurgulanır.
Bugün, ana akım medyanın yer vermediği bir “sessizlik testinin” yarın o boykotu uygulayan çocuklara, siyasi hareketlere ve ardından topluma nasıl yansıyacağını düşünmemek mümkün müdür?
Anayasanın niteliği tartışmaları, yeni anayasa hazırlıkları çerçevesinde daha uzun dönem devam edecek.
Bu noktada, ilköğrenim dönemindeki öğrencilerin okula gitmesini engelleyen bir boykot, devletin yeni bir anayasa oluştururken vereceği kararları da önemli ölçüde etkileyecektir. Ana akım medyada bu habere yer verilmemesi ise Kürt açılımını her fırsatta savunan hükümetin yeni bir test alanı olacaktır.
Bu hafta sözün bittiği yerler
“Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisindeki tecavüz sahnesinin, web portallarında ve sosyal paylaşım sitelerinde tıklanma rekorlarına ulaşması. Tecavüz üzerine tıklanma oranının artması, bir ülke normali.
Beyoğlu’nda iki sanat galerisinin, kokteyl yapıldığı zaman “caddede içki içildiği” iddiasıyla basılması; kokteyle katılanların ise darp edilmesi. Böylesi bir “baskın” da bir ülke normali haline mi geldi?