Özge Mumcu

12 Eylül 2012

11-12 Eylül: Pinochet ve Evren

Bir yıllık takvimin 365 günden ibaret olması, enteresandır

Bir yıllık takvimin 365 günden ibaret olması, enteresandır. Milyarlarca insan, Roma takvimin aynı günlerinde, tarihin bugünlerine gelinceye kadar türlü olayı yaşamıştır. Kısa zamanlarla anılan hayatlarımızda, çok geçmişte kalmışsa, bugüne uyarlanan tarihi hikâyeleri okuruz ya da –kendimiz birebir yaşadığımız halde – yeniden yazılan tarihlere denk geliriz.

Günler, türlü hikâyenin dönüm günlerinden yeniden çıkıverir.

Bugün, 12 Eylül. 1980 üzerinden, bugün 32 yıl geçti. O gün doğan çocuk, bugün 32 yaşında. O günlerde işkence görenler, bugün 50’lerini yaşıyor.

Bir neslin kıyımı, gelen neslin yarım kalması… Hepsi, o günlerin ve o günleri bugüne taşıyan bir zamanın ürünü.


11 Eylül: “Şili’de askeri darbe”


Bugünden bir gün önce, 39 yıl önce,1973’te, Şili’nin devlet başkanı sosyalist Salvatore Allende, başkanlık sarayı’nın kuşatıldığı zaman kimine göre bir kurşuna kurban gitti, bir darbeyle hükümeti ele geçiren Pinochet döneminde yapılan açıklamalara göre intihar etti.

Uzun yıllar sonra, ülkesinden kaçarak, Amerika’da ünlü bir yazar olacak Allende’nin yeğeni Isabel Allende, komadaki kızını beklerken yazdığı “Paula” romanında o günleri de anlatacaktı…

“11 Eylül 1973 günü şafakla birlikte Deniz Kuvvetleri ayaklandı, neredeyse hemen arkasından Kara ve Hava Kuvvetleri, en sonunda Şili’nin polis gücü olan Jandarma Birliği aynı şeyi yaptılar. Salvador Allende’ye hemen haber verilmişti, aceleyle giyindii karısıyla vedalaştı ve her zaman söylediği şeyi yerine getirmeye hazır olarak bürosuna gitti: “Başkanlık Sarayından beni canlı olarak çıkarmazlar.” …. Allende binlerce kişinin öleceğini hesaplamıştı…. Sabah saat dokuzdan biraz sonra Allende, tüm politik becerisinin, o günün trajik yönünü değiştirmeye yetmeyeceğini anlamıştı, aslında sömürgecilik döneminden kalma o eski binanın içine kapanmış olan bu insanlar yalnızdılar, kimse gidemezdi onları kurtarmaya, halk silahsız ve lidersizdi…”

Şili’den on yılları aşkın bir süre boyunca, Allende’den rejimi ele geçiren Pinochet ayakta kaldı. Ülkenin aydınları ve Allende yanlıları toparlanacak, bir stadyumda ölüme terk edilmişti. Yüzbinler, toplu mezarlara gömüldü… Victor Jara, "Şili'ye Özgürlük" dediği için öldürülecekti.

Şili’deki darbenin öncesiyle Türkiye’de yaşanan darbenin öncesi ise benzer olacaktı.

Siyaset biliminde Latin Amerika ve Türkiye'de yaşanan darbeler karşılaştırılır.  O karşılaştırmada, Latin Amerika’daki darbelerde generaller uzun yıllar boyunca iktidarlarını sürdürürler. 1973 yılında yaşanan petrol krizinden sonraki neoliberal geçiş, Şili’de aniden olmuştur, Türkiye’ye yansıması ise 7 yıl sonrayı bulmuştur. Türkiye’de ise generallerin iktidarı kısa sürelidir; yerlerini hemen demokratik yönetimlere bırakırlar. Etkisi ve aldığı gücün kaynağı tartışmalı sayılacak ama "demokratik" sayılacak yönetimlerdir bunlar.

Oysa Türkiye özelinde, neoliberal düzene geçişimizi sağlayan 24 Ocak 1980 kararları vardır; o kararların hayata geçmesini sağlayan ise 12 Eylül darbesi olmuştur.

Demokratik sistemde seçilen düzenin istikrarsızlığı söylemi, 12 Eylül darbesinin toplum nezdinde meşruiyetini sağlar. Ne de olsa, görünürde, 13 Eylül’de sokaktaki kurşun sesleri tarihe karışmıştı. Yerini hapishanedeki işkenceler almıştı.

7 Kasım 1980’i 8 Kasım’a bağlayan sabahta, Sol Yayınları’nın sahibi İlhan Erdost, bu işkencelerin en önemli sembol isimlerinden biri olacaktı. Aynı, şair Victor Jara’nın, 1973 Şili darbesinde sembol isim olması gibi.


Bellek ve Korku


Bir toplumun, bir duyguyu yaşaması ve sindirmesi uzun zaman almaz. Toplumun geçtiği çalkantılardan beslenen korku, bir kene gibi insanın boynuna yapışır.

Bir insanın yaşamını kaybetmesinden korkması; toplumsal hayattan bireye sinen en içsel korkudur.

32 yıl geçtikten sonra, semboller üzerinden görülen bir dava, bu haliyle, sembollerin yeni doğan “siyasete göre” kullanılmasından ibarettir.

Bu yaşadığımız günlerin, 12 Eylül’ün karanlık günlerinden doğması gibi.

Bugünden sonra, toplumsal bir belleğin tarihi, insanın kendi korkularından ibaret sayılabilir.

Bu toplumlarda, Kenan Evren ya da Agusto Pinochet olmak kolaydır.

Çünkü içine korku sinen toplumda, kimse Victor Jara, Salvador Allende, İlhan Erdost, Nazım Hikmet olmaya cesaret edemez, bir daha…

Böyle bir toplumun siyaseti sadece mağduriyetlerin kullanımına açıktır. 

Ve yaşayan herkes bilir ki, en derinde açılan yaralar, bu haliyle asla tamir olamaz.


Gitarım ne zenginlerin gitarıdır,
Ne de başka bir şeyin.
Şarkım bir yapı iskelesidir
Eriştirir bizi yıldızlara.
Katıksız gerçekleri şarkısında
Söylerken bir insan ölmek pahasına,
Anlamını bulur o şarkı
Damarlarında atarken.

Victor Jara”