2013 yılı Türkiye tarihinde "Gezi Direnişi" yılı olarak anılacaktır. İster direniş, ister olaylar, isterseniz de gezi süreci olarak adlandırılsın, o yıl haziran ayında yaşananlar ülkede hayatı değiştirdi. AKP'yi afallattı, iktidar partisinin özgüveninde ciddi bir erozyona yol açtı. O dönem yaşananlar hâlâ da gündemde kalmaya devam ediyor. On binlerce kişi Taksim ve çevresini doldururken duygular ve beklentiler farklıydı elbette. Ortak nokta AKP politikalarına toplu bir karşı çıkış, başkaldırış oldu. İşte bu gerçek bazılarınca hazmedilemiyor ve cezasını alandaki onbinlerin yerine bir avuç idealist aydın çekiyor.
Gezi direnişi sırasında Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanlığını yapmaktaydım. Olaylar geliştikçe ve polis müdahalesi sertleştikçe yaralı sayısı da artıyordu ve bu insanlar fişlenme korkusu ile kamu hastanelerine gitmekten çekiniyordu. Bir anda Taksim meydanında tıbbi yardım veren "gezi doktorları" çıktı ortaya. İstanbul Tabip Odası da bu hekimleri koordine etmeye çalıştı. İTO'nun çağrısı ile gönüllü hekim olmak için binden fazla başvuru yapıldı.
Sağlık Bakanı bu dönemde sağlık hizmeti veren hekimlerin suç işlediğini söyleyince "Eğer bu yapılan bir suç ise, biz hekimler bu suçu işlemek üzere yemin ettik" demiştim ve daha sonra bu söz bir slogan olarak birçok yerde kullanıldı.
11 Haziran'da Taksim'deki pankartların toplanacağı ve barikatların kaldırılacağı açıklandı. Bu elbette ki bir çatışma ortamı demekti ve aynen de öyle oldu. Polisin iş makineleri, zırhlı araçlar ve biber gazı ile Taksim'e girmesi ile ortalık savaş alanına döndü. Revire yaralı yağıyordu. Biber gazından etkilenenler, plastik mermilerle yaralananlar, kaçarken düşenler kendilerini revire atıyorlardı. O gün kaç yarılmış kafa sardım, kaç kırık tespitledim hatırlamıyorum. Ciddi sorunlardan biri de tazyikli su sıkılmış olanların durumuydu. Direnişin ilk günlerinde direnişçilere sadece su sıkılırken daha sonra bu sıkılan suyun içine bir kimyasal madde eklenerek su yakıcı bir hale getirilmişti. Bu su ile ıslanmış olanlar aside düşmüş gibi yanmaktaydılar ve hemen giysileri çıkarıp eldeki mevcut herhangi bir sıvı ile yıkamaya çalışıyorduk. Revirde canla başla çalışan onlarca doktor ve sağlık çalışanı elinden geleni yapıyor ama yetişemiyordu.
O dönemde ölüm ve yaralanma olaylarının takibi TTB tarafından yapılıyordu ve en güvenilir veriler, yaşadığımız pandemi sırasında olduğu gibi, TTB verileriydi. Tüm ulusal ve uluslararası ajanslar bizim verilerimizi kullanıyordu. Daha sonra bu veriler Sağlık Bakanlığı ile bir gerilime neden oldu. Bakanlık bizden yaralıların ve bu yaralılara yardım eden hekimlerin kimlik bilgilerini istedi. Amacın fişlemek olduğu çok açıktı ve biz de bu bilgileri hasta bilgilerinin mahremiyeti gerekçesi ile vermedik. Bakanlığın tehditleri işe yaramadı ve bu konu da daha sonra kapandı.
Dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu alanlardaki yaralılara yardım eden sağlıkçıların suç işlediğini tekrarlayıp durmaktaydı. Olaylar yatışınca katılanları cezalandırmaya ve bir daha olmaması için tedbirler almaya başlayan AKP'nin önemli bir hedefi de TTB ve Gezi doktorları oldu. Ankara ve İstanbul Tabip Odalarına davalar açıldı ve bunların tamamı daha sonra beraat ile sonuçlandı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından TTB "baş provokatör" olarak da tanımlanmıştı. Savunmalarımız hep "Gezi Hekimliği Yargılanamaz" başlığı altında yapılmaktaydı.
Bir sonraki direnişte hekimlerin meydanlarda sağlık hizmeti vermesini engellemek adına akla zarar yasa düzenlemelerine girişildi. Verilecek hapis cezasına ek olarak yirmi bin güne kadar adli para cezası günün kurları ile 1 milyon Amerikan Dolarına denk düşmekteydi. Teklifin orijinalinde ise yüz bin gün, yani 5 milyon dolar öngörülmüş, komisyon insafa gelerek bunu bir milyon dolara düşürmüştü. Yasa alelacele Gezi Direnişi için çıkarılmıştı ama bir deprem veya benzeri bir doğal afet nedeni için yardıma koşan hekimler de ruhsatsız sayılacakları için cezalandırılabilecekti. Ne yazık ki, bu yasa halen yürürlükte.
Eylemler sırasında biri polis olmak üzere 6 kişi hayatını kaybetti. İnsanların üzerine ateşlenen biber gazı kapsülleri 11 kişinin gözlerini kaybetmesine, onlarca kişinin de beyin hasarı ile yoğun bakım ünitelerinde aylarca tedavi edilmelerine yol açtı. Sadece İstanbul'da değil, Türkiye'nin birçok ilinde yer alan protestolarda binlerce yaralı meydanlarda gönüllü hizmet veren hekim ve sağlık çalışanları tarafından ilk yardımları yapılarak tedavi edildi.
Daha sonra hazırlanan Emniyet Fezlekesinde TTB "hükümet muhalifi sivil toplum örgütü" olarak ilan ediliyor ve "eylemci gruplara kamuoyu desteği sağlamakla, yargı ve Ankara Emniyet Teşkilatı üzerinde psikolojik baskı oluşturmakla" suçlanıyordu. Daha da ilginci, eylemcileri "polis tarafından yapıldığı iddia edilen orantısız güç kullanımı ile ilgili, savcılığa bireysel olarak suç duyurusu yapılması yönünde teşvik etmişlerdir" deniyordu. Gezi Parkı eylemleri nedeniyle Tabip Odası yöneticisi ve aktivisti 400 kişi hakkında toplam 1.238 dava açıldı.
Gezi direnişinden sonra TTB'nin saygınlığının uluslararası boyutlara taşındığını gösteren gelişme ise Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi tarafından yılda bir verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü'ne TTB'nin aday gösterilmesi oldu. Ödülü kazanamadık ama aday olmak bile TTB'nin doğru yolda olduğunun bir göstergesi oldu. Gezi direnişi sırasında tüm sağlıkçıların örnek bir davranış sergilediğini tüm dünya gördü.
Gezi direnişi sırasında on binlerce kişi Taksim'deydi. Oradakiler kimlerdi tamamını bilmiyorum ama bildiğim benimle birlikte tüm sağlık çalışanlarının orada olduğudur. Eminim ki benzer bir durum olduğunda tekrar orada olacaklardır.