Özdem Sanberk

16 Mayıs 2024

Orta Doğu’da dengeler yeniden kurulurken

Bölgesel ve küresel dengelerin bu denli değişken bir döneminde ve bu kadar kaygan bir zeminde konumlanan bir ülkenin dış politikasının yönetilmesi laik, akılcı, pragmatik ve gerçekçi bir çizgi gerektiriyor

Türkiye’de son yerel seçimlerin ertesinde içerde yepyeni siyasi koşullar, umutları ve belirsizlikleriyle oluşurken, çevremizde de küresel ve bölgesel dengeleri kısa vadede etkileyecek stratejik hareketlenmeler dikkat çekiyor: Özetle ifade edilecek olursa Rusya’nın iki yıl önce Ukrayna’ya saldırısı sürerken bu kere Orta Doğu’da Hamas ve İsrail arasında patlayan savaş ve Gazze’de yaşanan insanlık trajedisinin Amerika’nın diplomatik odaklanmasını Ukrayna üzerinden bir ölçüde azaltarak Hamas-İsrail-savaşı üzerine ve Gazze’ye kaydırması bu çerçevede söylenebilir.  Gazze trajedisi, Irak’ın durumunu ise ABD öncelikleri bakımından daha da geri planda bırakmış, hatta Irak’tan, bizzat ABD’den kaynaklanan çekilme söylentilerine sebep olmuştu. Ancak İran’ın, bölgede Tahran’a bağlı Şii Milis güçleri ve Hizbullah aracılığıyla İsrail üzerinde mevcut tehdidi muvacehesinde Vaşington Irak’ı, İran’ın emelleri karşısında yalnız bırakmayacağı, bildiğimiz kadarıyla henüz kararlılıkla açıklanmış değil. İran, bölgede tesis ettiği Şii Milis Güçleriyle, Lübnan’da Hizbullah ve daha Güney’de Husiler’le Körfez ve ötesinde, Aden ve Kızıldeniz’e kadar uzanan geniş bir alanda fiilen hakimiyet tesis etmiş bulunuyor. Irak’ta ise Tahran, ülkenin güneyinde nüfuzunu zaten gündelik yaşamda hissettirirken, şimdi Musul ve Kerkük’te de kontrolü ele geçirmiş durumda. ABD çekilirse İran’ın, nüfuzunu Erbil’e de teşmil etme sürecine girmesi beklenebilir. Bu nedenle İran’ın Orta Doğu’da artan nüfuzunun sonuçları ve dolayısıyla Irak’ın geleceği şu sıralarda belirsizliğini sürdürüyor. Öte yandan ABD’nin Irak’tan çekilmesi olasılığı gerçekleşirse Irak’ta doğacak güvenlik boşluğunun nasıl ve kimler tarafından doldurulacağına yönelik rekabetin yakın bir gelecekte kızışması da sürpriz olmayacak. Bu ihtimal gerçekleştiği takdirde Irak’ta, hatta bölgede hasıl olacak güvenlik boşluğunu İran’ın doldurması perspektif ciddi bir olasılık olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye

Birbirini tetikleyerek kısa süre içinde gerçekleşen bu stratejik gelişmeler karşısında Türk diplomasinin son bir, bir buçuk ay içinde hareketsiz kalmadığı dikkat çekiyor. Bu çerçevede, önce 14 Mart’ta üst düzey bir güvenlik heyetimizin Vaşington, Bağdat ve Erbil’e gitmesi (*) ve bunu takiben 22 Nisan’da da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Irak'a resmi bir ziyarette bulunarak Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid ile Başbakan Muhammed al Sudani ile görüşmesi belirtilebilir. Bu ziyarette iki ülke arasında 26 anlaşma ve tüm bölge için stratejik önem taşıyan Kalkınma Yolu Projesi’nin inşası konusunda da bir mutabakat zaptı imzalanmıştı. (**)

MİT Başkanı İbrahim Kalın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve
Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler

Kalkınma Yolu Projesi ve İran

Irak petrol ve gazını Basra’dan başlayarak, üretim bölgelerinden Ceyhan’a uzanan boru hatlarıyla, doğrudan ve güvenli şekilde Avrupa ülkelerine ulaştırmasını hedefleyen, başka deyişle Irak’ı, dünyaya Türkiye üzerinden ticaret, nakliyat, enerji ve karayolu iletişim güzergahlarıyla Batı dünyasına açan bu dev stratejik projeye, Türkiye ve Irak’ın aktif ilgi göstermesi tabi ki doğaldır. Bu ne kadar doğalsa, başta İran olmak üzere, Irak’a komşu körfez ülkelerinin, şayet kuvveden fiile çıkarsa, bu gelişmeyi memunlukla karşılamayacakları o kadar aşikardır. Kaldı ki Kalkınma Yolu’nun Irak topraklarındaki güzergahı da Kuzey’deki çeşitli Kürt grupları ile Bağdat arasında aidiyeti ihtilaflı bölgelerden de geçmesi projeyi ret etmeye yatkın grupların sayısını arttırıyor. Ayrıca Çin, Hindistan ve İran ve Irak’a komşu Körfez monarşilerinin Kalkınma Yolu Projesi konusunda şimdilik sessiz kaldıkları söylenebilir. Tabii imzaların atılması, bu boyutlarda bir projenin gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Aslında 2004 yılından bu yana konuşulan, ancak bir nevi buzdolabında bekletilen söz konusu stratejik koridorun şimdi neden güncellik kazandığı cay-i sualdir. Bu konuda, hiçbiri kesinlik taşımamakla beraber çeşitli nedenler akla gelebilir. Bunlar arasında, şu sırada tarihinin en istikrarlı, en güçlü dönemini yaşamayan, hatta kendi topraklarının tamamı üzerinde kayıtsız şartsız egemenlik icra edemeyecek durumda bulunan Irak’ın bu dev projeyi belki kendi millî birliğini teşvik edecek bir fırsat olarak görmesi sayılabilir.

Güvenlik

Üst düzey güvenlik heyetimizin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen Mart ve Nisan aylarında Bağdat ve Erbil’e gerçekleştirdikleri ziyaretlerinde muhataplarıyla görüşmelerde şüphesiz teröre karşı işbirliği konusunun da gündeme alındığı ve Türkiye’nin bu kapsamda PKK konusunu gündeme getirdiği kuşkusuzdur.  Bu çerçevede Kandil dahil, Irak topraklarından Türkiye’ye yönelen terör faaliyetlerini bitirecek kapsamlı bir sınır ötesi askeri harekât ihtimalinin de konuşulmuş olmaması düşünülemez. Böyle bir harekatın gerçekleştirilmesi halinde söz konusu sınır ötesi harekâtımız, Türkiye’nin güney sınırları boyunca, Irak’ın içinde, yerlerinden edilmiş insanların ikameti için Ninevah ve Dohuk’ta kurulan kamplarda bulunan Iraklıların ve azınlık gruplarının durumunu ve kuzeydeki çeşitli Kürt grupları ile Bağdat arasında aidiyeti ihtilaflı bölgelerin istikrarını olumsuz etkileyecektir. İlaveten böyle bir harekat Irak’ta Türkiye’ye hasım çeşitli Kürt grupları ve Tahran’a bağlı Hashd al Shabi’nin Silahlı Kuvvetlerimize karşı harekete geçmesine yol açabilir. Özetle Türkiye mevcut koşullarda Irak’ta geniş kapsamlı bir sınır ötesi harekat başlatacak olursa bu operasyon Orta Doğu’da da geniş kapsamlı bir kriz yaratabilir.

İran

Tabi, iki ülke arasında ve bölgede, güvenliği ilgilendiren çok önemli başka bir konu ABD’nin çekilmesi halinde, yukarıda değindiğimiz gibi, İran’ın daha artacak etkisinin nasıl dengeleneceği meselesi. Esasen, alternatif bir dengeleyici güç olmazsa, Bağdat’ın İran’ın tam kontrolü altına gireceğini bildiği şüphesiz. Bu itibarla konuda Ankara’nın Irak’la güçlü bir siyasi işbirliği gerçekleştirme arayışında olması doğal. Tabii İran’ın bölgede siyasi ve askeri etkisini giderek genişletme hedefi gütmesi, sadece bu devletin komşularını ilgilendirmekle kalmıyor. Bu konuda, İran’ı dengeleyecek stratejik güce sahip olan Amerika, Avrupa Birliği, Rusya, Çin veya Hindistan gibi bölge dışı devletlerin izleyecekleri tutumlar önem kazanıyor. Irak’tan çekilip çekilmeme kararı çeşitli sebeplerle halen muğlaklık arz etmesi sebebiyle Amerika’nın tutumu belirsizliğini korurken İran’ı dengeleme kapasitesini haiz sözü geçen öteki güçlü devletlerin izleyecekleri politikalar hakkında  bu aşamada basına yansıyan yararlanılabilecek bilgilere pek rastlanmıyor.

Küresel sınamalar ve Türk diplomasisi

Orta Doğu ve yakın çevremizde, ülkemizi ve komşularımızı etkileyen dengelerde kısa dönemde yukarda değinilen önemli ve Orta Doğu’yu değiştiren  gelişmeler meydana gelirken, küresel alanda ise orta ve uzun  dönemde dünya dengelerini değiştirmeye aday, fakat bu yazının menziline girmeyen ABD başkanlık seçimleri, Ukrayna- Rusya savaşı, NATO-Rusya ilişkileri, Çin’deki gelişmeler ve Çin- ABD ilişkileri gibi küresel sorunların da Türk diplomasisini  çetin sınamalar karşısında bırakacağı kesin görünüyor. Bölgesel ve küresel dengelerin bu denli değişken bir döneminde ve bu kadar kaygan bir zeminde konumlanan bir ülkenin dış politikasının yönetilmesi laik, akılcı, pragmatik ve gerçekçi bir çizgi gerektiriyor. Türkiye Cumhuriyeti, temellerini daha 100 yıl önceki kuruluş yıllarında attığı iç ve dış barış vizyonu doğrultusunda, bağımsızlık, egemenlik, özgürlük ve adalet gibi temel ilkeleri benimsedi. Ani ve keskin değişikliklerinden kaçınan ve kurumsal kararlara dayanan güvenilir bir seyir izledi. Bu sayede İkinci Dünya Savaşı’nın ve çevresinde oluşan kanlı çatışmaların dışında, bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumayı başardı. Diplomasimiz, önümüzde bölgesel ve küresel belirsizliklerle dolu yıllarda Cumhuriyetimizin denenmiş ve sınanmış bu temel tatbikat ve istikrarlı çizgisinden uzaklaşmamalı.


(*) Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın.

(**) Yetkin Report-22 Mart Irak’la Yeni Bir Dostluk süreci Arayışı

Özdem Sanberk kimdir?

Özdem Sanberk, 1938 yılında Ankara'da doğdu. 1958 yılında Galatasaray Lisesi'ni, 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Dışişleri Bakanlığı'na 1963 yılında giren Sanberk, Madrid, Amman, Bonn, Paris ve Brüksel büyükelçiliklerinde çalıştı; OECD ve UNESCO daimi temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulundu.

Dışişleri'nde ekonomi dairesinde çalıştığı sırada tanıştığı Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal'ın Başbakan olmasından sonra, 1985–1987 yıllarında dış politika danışmanlığını yürüttü.

Sanberk, 1987'den sonra bakanlığın merkez ve dış teşkilatlarında Avrupa Topluluğu nezdinde T.C. Daimi Temsilciliği ve Büyükelçiliği (1987-1991), Dışişleri Müsteşarlığı (1991-1995) ve T.C. Londra Büyükelçiliği (1995-2000) gibi görevler yürüttü.

Özdem Sanberk emeklilik yıllarında, Türkiye ve yurt dışındaki düşünce kuruluşlarında düşünsel etkinliklere, ulusal ve uluslararası konferans ve seminerlere yönetici ve konuşmacı olarak katılım sağlamaya devam etmektedir. 

Haziran 2021'den itibaren T24'te, ağırlıklı olarak dış politika ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazıları yayımlanıyor.