Özdem Sanberk

28 Ekim 2024

KKTC limanlarının, GKRY gemilerine açılması

Kıbrıs konusunda AB tarafından uğradığımız açık haksızlıklar bizde, basında ve kamu oyumuzda ve siyaset hayatımızda yeteri kadar şiddetli toplumsal tepki yaratmıyor?

 Hatırlanacağı gibi Türkiye, Avrupa Birliği’nin 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de yaptığı Zirve toplantısında Gümrük Birliğine ek protokolde bir beyanda bulunarak, Türk tarafına yönelik izolasyonların kaldırılması, vaat edilen yardımın gerçekleştirilmesi ve AB’nin KKTC ile doğrudan ticarete başlaması koşuluyla, Türkiye’nin GB’ne Ek Protokolü imzalayacağı yolunda tek taraflı bir beyanda bulunmuştu. (*) Bu beyan Zirve Kararları metninde de aynen yer alıyor. Başka ifadeyle AB Brüksel 17 Aralık 2004 Zirve kararları Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimine limanları açması yönünde bir hüküm içermediği gibi, Türkiye de bu zirve sırasında Limanları açmak için bir söz vermiş değil. Zirvede bu konuda bir anlaşma yer almadığı gibi, bu konuda mektup teatisi şeklinde herhangi bir mutabakat da bulunmuyor.

Çifte halk oylaması

Ancak 1963'ten beri Kıbrıs Adası'nda Türk ve Rum toplumları olarak ayrı yaşayan iki halkı, iki kesimli tek bir devlet bünyesinde birleştirmek amacıyla, dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Türk ve Rum bölgelerinde ayni tarihlerde fakat ayrı ayrı gerçekleştirilmesine yönelik bir plan öngörüldü.

17 Aralık 2004 Zirve Kararlarının Kıbrıs’la ilgili beyanı içeren paragrafı o tarihte AB Dış İlişkiler Komiseri Olli Rehn ile aynı tarihte devlet bakanlığı görevini yürüten Beşir Atalay tarafından imzalandı. Zirvede Kıbrıs’la ilgili paragraf aynen şöyle:

“…AB Konseyi bu bağlamda, ‘’Türk Hükümeti, müzakerelerin fiilen başlamasından önce ve Avrupa Birliğinin mevcut üyeliğine dair uyarlamalar üzerinde anlaşmaya varılarak sonuçlandırıldıktan sonra Ankara Antlaşmasının uyarlanmasına ilişkin Protokolü imzalamaya hazırdır şeklindeki Türkiye tarafından yapılan beyandan memnuniyet duyar. (**)

Bu karışık ifadelerin anlamı, Türkiye’nin AB ile akdettiği 1995 tarihli Gümrük Birliği Protokolünü yeni katılan on ülkeye ve bu meyanda GKRY’ye teşmil etmesinden önce, Kıbrıs’ın mevcut üyeliğinin geçici niteliği çerçevesinde adadaki özel durumu sebebiyle, Türk tarafına yönelik izolasyonların kaldırılması ve aynı zamanda Annan, planının kabulü halinde, Türk tarafına vadedilen yardım ve imkanların yürürlüğe konulacağı şeklinde idi. Kısaca Annan Planı olarak adlandırılan bu öneri, 24 Nisan 2004 tarihinde, adanın iki toplumunda, ayrı ayrı yapılan halk oylamalarında KKTC’li Türkler tarafından kabul edildi. Fakat Rumlar tarafından reddedildi. Bu durumda Türk tarafına vadedilen yardım ve imkanların yürürlüğe konulması beklenirken, Avrupa Birliği liderleri ve AB Komisyonunun geri adım atması sebebiyle, verilen sözlere rağmen, beklenenin tam tersi gerçekleşti. Rumlar barış planını reddetmelerine rağmen Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilirken bu plana evet diyen KKTC dışarda bırakıldı.

Ancak Türkiye verdiği söze sadık kalarak Gümrük Birliği Protokolünü, 25 Temmuz 2005 tarihinde imzaladı. Bu imzasının yanına Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma anlamına gelmeyeceği yolunda bir ihtirazi kayıt koydu.

AB Genişleme Antlaşmasına ek 10 numaralı protokol

3 Nisan 2003 tarihli AB Genişleme Antlaşmasına ek 10 No.lu Protokol, Kıbrıs’ın AB’ne üyeliğinin geçici bir durum olduğunu altını çizmekte ve AB mevzuatının çözüm geçekleşene kadar sırf Güneyde geçerli olacağını belirterek bu mevzuatın, adanın bütün yurttaşlarının yararına olması gerektiğini belirtmektedir. Genişleme Antlaşmasına ek 10 numaralı protokol, bu sebeple çözüm gerçekleşene kadar geçecek zarfında AB’nin adanın Kuzeyinde yaşayan Türklerin de ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmasını ve adanın entegrasyonu için özel bir ticaret rejimi uygulanmasını öngörmektedir. 10 numaralı protokol ayrıca AB’nin Kuzeye doğrudan yardım yapmasını ve AB’nin adanın kuzeyinde yaşayan Türklerin de ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmasını, ilaveten BM’lerin de süreci desteklemesini istemektedir. Bu zaman zarfında adanın entegrasyonu için özel bir ticaret rejimi uygulanmasını ve BM’lerin süreci desteklemesini öngörmektedir. Prot. 2’nci Maddesi bu hususların yerine getirilmesi için Komisyonun Konsey’e öneride bulunmasını istemiştir.

Konsey bu istek uyarınca öneride bulunarak Komisyondan doğrudan ticari yönetmenliğinin ve doğrudan ulaştırma yönetmenliğinin çıkarmasını ve Kuzey’e koşulsuz yardımların başlatılmasını talep etmiştir.

Ancak aradan geçen bu uzun süreye rağmen, AB ne doğrudan ticaret yönetmenliği ne de doğrudan ulaştırma yönetmenliği çıkarılabildi. Ne de adanın Kuzeyinde yaşayan Türklerin de ekonomik kalkınmasına katkıda bulunması için adım attı. Dolayısıyla AB böylece, Türkiye’ye verip de tutmadığı sözlere yenilerini eklemeyi sürdürdü. Ama bununla da kalmayıp hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmediği halde KKTC’den limanları açmasını Ad Nauseam talep etmeyi sürdürüyor.

Öte yandan AB Parlamentosu ise, bizden Gümrük Birliği Ek Protokolün onaylanmamızı isterken, ek Protokolü kendisinin de onaylamadığını hatırlatalım.

Yukarıdaki gözlemlerin hatıra getirdiği bazı fikirler:

Kıbrıs konusunda AB tarafından uğradığımız açık haksızlıklar bizde, basında ve kamu oyumuzda ve siyaset hayatımızda yeteri kadar şiddetli toplumsal tepki yaratmıyor?

Bunu nasıl izah edebiliriz?

AB’nin Kıbrıs meselesindeki tutumu, devletlerin veya uluslararası kuruluşların kendi verdiği sözlere veya bizzat kendi yükümlülüklerine uymazlarsa, bu durumun kendileri için gerçek hayatta hiçbir siyasi bedel yaratmayacağını ortaya koyuyor.

Kıbrıs konusundaki diplomatik başarısızlığımızın bir sebebi de belki halkımızın çoğunluğu itibarıyla, XXI. yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımız şu sıralarda uluslararası toplumun barış, iş birliği ve dayanışma için kendi geleceğine umutla bakması için cesaret verici bir perspektif sunmamasının yarattığı karamsarlıkta aranabilir.

Bir diğer sebep de mesele Kıbrıs’a gelince belki milliyetçilik duygularımızın, tüm halkımızı bir bütün olarak kavrayan güçlü bir heyecan yaratmadığı gerçeğinde yatıyor olabilir.

Bu aslında halkımızın kısmen bir bölümünün, yurt içindeki siyasi çekişmelerimizin etkisiyle Kıbrıs’ı milli bir dava olarak görmemek gibi bir düşünceden kaynaklanmasından ileri gelmiş olabilir. Ne var ki Milli konularda bu tür seçici tavırlar, genellikle tek bir sorunla sınırla kalmıyor. Kontrol elden kaçırılınca başka milli sorunlara da süratle sirayet ediyor.


(*) Annan Planı, adanın iki toplumunda, ayrı ayrı yapılan halk oylamalarında KKTC’li Türkler tarafından kabul edilmiş ve Rumlar tarafından reddedilmiştir. Fakat Türk tarafına vadedilen yardım ve imkanların yürürlüğe konulması bir kere daha verilen sözlere rağmen gerçekleştirilmemiştir.

(**) “...after reaching agreement on and finalising the adaptations which are necessary in view of the current membership (of Cyprus ) of the EU….”

Özdem Sanberk kimdir?

Özdem Sanberk, 1938 yılında Ankara'da doğdu. 1958 yılında Galatasaray Lisesi'ni, 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Dışişleri Bakanlığı'na 1963 yılında giren Sanberk, Madrid, Amman, Bonn, Paris ve Brüksel büyükelçiliklerinde çalıştı; OECD ve UNESCO daimi temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulundu.

Dışişleri'nde ekonomi dairesinde çalıştığı sırada tanıştığı Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal'ın Başbakan olmasından sonra, 1985–1987 yıllarında dış politika danışmanlığını yürüttü.

Sanberk, 1987'den sonra bakanlığın merkez ve dış teşkilatlarında Avrupa Topluluğu nezdinde T.C. Daimi Temsilciliği ve Büyükelçiliği (1987-1991), Dışişleri Müsteşarlığı (1991-1995) ve T.C. Londra Büyükelçiliği (1995-2000) gibi görevler yürüttü.

Özdem Sanberk emeklilik yıllarında, Türkiye ve yurt dışındaki düşünce kuruluşlarında düşünsel etkinliklere, ulusal ve uluslararası konferans ve seminerlere yönetici ve konuşmacı olarak katılım sağlamaya devam etmektedir. Sanberk ayrıca dış politika alanında yazılı, sözlü ve görsel yayın yapan ulusal ve yabancı basın organlarında konuşmalar ve yayınlar yapmaktadır.

Haziran 2021'den itibaren T24'te, ağırlıklı olarak dış politika ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazıları yayımlanıyor.