Oya Baydar

07 Kasım 2019

Ulusal linç cephesi ve 3. MC’nin kuruluşu

Gerçek özgürlükçülük ve demokratlık gündeme geldiğinde demokrasi makyajı yüzlerden akıveriyor

Son günlerin başat tartışma konusu; bunca sorun, bunca sıkıntı arasında “Aldırma, cambaza bak!” havasında sürdürülen Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Bülent Arınç’a uygulanan toplu linç kampanyası. Hangi “ana akım” ve “yalak akım” TV kanalını açsanız, konuklar ve onlardan kat be kat ateşli moderatörler, asker selamına durmuş muhabirler, ünlü gazeteciler, prof.’lar Altan’ın, Ilıcak’ın tahliyelerine, Arınç’ın KHK’yı facia olarak nitelemesine ateş püskürüyorlar. Biri kalkıp da pes perdeden de olsa: “Bu insanlar haksız hukuksuz olarak önce ağırlaştırılmış müebbed’e (idam cezası kaldırılınca yerine geçen ceza) mahkûm edildiler, öylesine kör parmağın gözüne bir hukuksuzluktu ki, Yargıtay kararıyla madde değiştirilerek cezaları hafifletildi. Tahliye oldular ama sadece düşüncelerini açıkladıkları için 8-10 yıla mahkûm edildiler” demeye kalkışınca ne FETÖ destekçiliği, ne teröre yardım, ne vatan hainliği kalıyor.

Linç psikolojisi sağ sol tanımıyor

İktidar medyasının açık hedef gösterme amacı da taşıyan, sadece tahliye edilen Altan’la Ilıcak’ı değil, tahliye eden mahkemeyi de hedefine yerleştiren iğrenç linç kampanyasını yadırgamıyorum, kendilerinden bekleneni yapıyorlar. Ancak kendini muhalefet konumuna yerleştirmiş, topluma özgürlükçü, ilerici, demokrat yüz gösteren, hatta hatta solcu olduğunu sanan kesimlerin linç kampanyasına katılmalarına, ötekilerle buluşmalarına ne demeli! Bu faşizan dönemde yargı bağımsızlığının b’sinin bile kalmadığını, insanların haksız hukuksuz yere, delilsiz ispatsız suçlamalarla, yalancı tanıklıklarla, bazen tanığa bile gerek olmadan keyfî kararlarla hapishanelerde çürütüldüğünü çok iyi biliyorlar. Biliyorlar da sıra kendileri gibi düşünmeyenlere ya da kişisel veya siyasî olarak sevmedikleri, nefret ettikleri kimselere geldiğinde hak, hukuk, yasa, mağduriyet, vb. hiçbir anlam taşımıyor onlar için. Neo-faşist zihniyetin “biz ve onlar” olarak böldüğü, cepheleştirdiği bir toplumda, tıpkı iktidar gibi, “hak, adalet, özgürlük sadece bizimkiler içindir, ötekilere düşman hukuku uygulanır” düsturunu utanmadan benimsiyorlar: Ötekinin katli vaciptir, ömür boyu bile az, yok edilmelidir…

Abartmıyorum; “bizim mahalle”de şöyle bir dolaşın, hatta hukukçularımızla, tek adam rejiminin radikal muhalifi kimi solcularımızla konuşun, sosyal medya cehennemine bir göz atın, iktidarın terminatörleriyle nasıl buluştuklarını, linçe nasıl katıldıklarını, içiniz ürpererek izleyeceksiniz.

Oysa, haksızlığa uğramış olan azılı düşmanımız, hasmımız da olsa onun haklarını savunmak da bize düşmez mi? Altan ve Ilıcak özelinde söyleyecek olursam, her ikisiyle de ne fikir birliğim, ne dostluğum, ne yoldaşlığım vardır. Ama onların haksız hukuksuz mahkûmiyetlerine itiraz etmezsem, özgürlüklerine kavuşmalarını desteklemezsem aynada kendi yüzüme bakamam ve hak hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi konusunda ikiyüzlülük yapmadan tek satır yazamam.

Evet, KHK’lılar olayı hem suç hem de faciadır

Bugünlerde linçe uğratılan bir diğer kişi “KHK faciadır” diyen Bülent Arınç. Arınç’ın “akım derken kakam” demesine öteden beri alışkınız. Bazen vicdanının sesine uyar bir doğru söyler, ardından siyaset ve biat kültürü galip gelir sözünü yutar, büyük reise yaltaklanır, böyle idare eder, gider. Ancak, KHK faciadır sözleri, üç yılı aşkın süredir ülkede yaşanmakta olan bir kâbusun ifadesidir.

Reis’in bir kalem oynatışıyla, idarî bir kararla birkaç bin değil, yüz bini aşkın insanın hayatı ailesiyle, çoluk çocuğuyla, çevresiyle birlikte karartılmış, o insanlar yaşayan ölüler haline getirilmiştir. KHK’lıların önemli bölümü ne FETÖ’cü, ne şu, ne bu, sadece istenmeyenler, muhaliflerdir. Ezici çoğunluğu hakkında ne yargı kararı ne kovuşturma vardır. Aşağılık muhbirlerin ihbarlarıyla ya da iktidarın hoşuna gitmeyen bir örgüte, sendikaya üye oldukları için, farklı düşündükleri, faşizan gidişata boyun eğmeyecekleri bilindiği için, “öteki” oldukları için görevlerinden uzaklaştırılmışlar, sakıncalı ilan edilmişler, damgalanmışlar, toplumsal baskı ve korkularla iş bulamaz, çalışamaz hale getirilmişlerdir. Ne seyahat özgürlükleri ne iş bulma olanakları kalmıştır. Vatandaşlık hakları fiilen ellerinden alınmıştır. (KHK’lı diye, seçildikleri halde görevden alınan yerel yöneticileri hatırlayın.)

OHAL’in KHK uygulamaları, büyük çoğunluğa devletin kişilere ve topluma karşı işlediği bir suç, ve evet: Sonuçlarıyla insanî ve siyasî bir faciadır. Gelin görün ki, yakın zamana kadar KHK uygulamalarını eleştiren, demokratlık taslayan, sureti haktan görünen ulemanın bir bölümü, şimdi televizyon ekranlarında Arınç’ı lince uğratma yarışındalar. Üstelik yakın çevrelerindeki suçsuz günahsız KHK’lıların durumunu bildikleri halde.

Yazının başlığında “Ulusal linç cephesi” derken kastettiğim bu. Gerçek özgürlükçülük ve demokratlık gündeme geldiğinde demokrasi makyajı yüzlerden akıveriyor. Tıpkı militarizme, savaşa, Kürt düşmanlığına karşı çıkıldığında (milliyetçileri, beka’cıları, faşist sağı anladık, onlara sözümüz yok, fıtratlarının gereğini yerine getiriyorlar) solda hizalananların da hemencecik devlet/iktidar zihniyetinin arkasında yerlerini almaları gibi.

Üçüncü MC kuruluyor, farkında mısınız?

Gençler Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerini hatırlamaz, bilmezler. 1970’lerin ortalarında yükselen sol ve işçi hareketi karşısında sarsılan sistemi kurtarmak için 31 Mart 1975’te Demirel’in Adalet Partisi öncülüğünde sağ ve aşırı sağ MHP, MSP ve CGP’den oluşan koalisyona Milliyetçi Cephe adı verildi. Tutunamayan MC hükümeti Haziran 1977’de seçimlere gitmek zorunda kaldı. Ancak solu temsil edenEcevit’in CHP’si oylarını artırdı, iktidara geldi ama büyük siyasal- toplumsal çalkantılar engellenemedi, hükümet düştü. Yerine, Temmuz 1977’de Demirel AP’si, MHP ve MSP’den oluşan V. Demirel hükümeti ya da İkinci Milliyetçi Cephe kuruldu.

AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın sallandığı şu günlerde zaman zaman fısıltı halinde bir millî mutabakat hükümetinden söz ediliyor. Millî mutabakat hükümetleri sistemin/iktidarın zora düştüğünde başvurduğu çözümsüz bir çözümdür ve haliyle muhalefetin hoşuna gitmez.

Ama gerçekleri görelim ve eşyayı adıyla çağıralım. Muhalefet kabul edilen Millet İttifakı’nın zerzevat muhalefeti, hayat pahalılığı (ki önemini hiç küçüksemiyorum), Erdoğan’a laf yetiştirme dışında en hayatî konularda utangaç bile olsa hangi muhalefetine şahitsiniz? Savaşa, işgalciliğe, ilhak poltikalarına karşı bir çıkışa rastladınız mı? Bırakın MHP’den bozma İYİ partiyi bir yana, ana muhalefet partisinin tezkereye evet demesini henüz hazmetmemişken Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun “Afrin’de İdlip’de çok güzel şeyler yapıldığı” sözlerini nasıl yutacağız? Bu konuda Fehim Taştekin’in dün Duvar’da çıkan yazısına CHP yönetiminin bir göz atmasında yarar var, oralarda neler olduğunu bilmiyorlarsa öğrenmek için. HDP’li belediyelere birbiri ardına kayyım atanması karşısında İBB Başkanı İmamoğlu ve bazı mırıltılar dışında CHP yönetiminden hangi gür sesi duydunuz? 6 milyona yakın oyla Meclis’e giren HDP’ye vebalı muamelesi çekilirken, legal bir parti yok sayılırken, sahte muhalif TV kanallarında bile adı, esamesi okunmazken, “son teröriste kadar” zihniyeti “son Kürt siyasetçiye kadar”a evrilirken, Millet Cephesi’nden milliyetçilikten, militarizmden, savaşçcılıktan, iktidara destekten başka bir ses yükseldi mi?

Demem o ki, milli mutabakat hükümetinden falan hiç korkmayın; 3.MC hepimizin gözleri önünde adım adım oluşuyor, linç cephesi ulusalcı millet cephesiyle buluşuyor. Bizlere; bu ülkenin gerçek demokratlarına, barışçılarına ve iyi insanlarına da her şeyi bir kez daha yeni baştan düşünmek ve eylemek kalıyor.