Oya Baydar

23 Nisan 2014

Teslim olma Türkiye! Erdoğan’a mahkûm değiliz

Ne kadar pervasız, saygısız ve kahhar bir psikolojik harekâta maruz bırakıldığımızın farkında mısınız? Bir süredir ağır ağır, yedire yedire döndürülen propaganda çarkları cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla hızlandı.

Ne kadar pervasız, saygısız ve kahhar bir psikolojik harekâta maruz bırakıldığımızın farkında mısınız? Bir süredir ağır ağır, yedire yedire döndürülen propaganda çarkları cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla hızlandı. Erdoğan ve kurmayları 30 Mart’ta aldıkları sonucu, (yüzde 43-45 aralığı) başbakanlarının cumhurbaşkanlığına yakılmış yeşil ışık olarak yorumladılar. Propagandalarını da, “Başka seçenek yok, Tayyip Bey ilk turda seçilecek, eliniz mahkûm” üzerine kurdular. Aslında böyle bir sonuçtan kuşku besleseler bile, bir yandan kuşkularını giderecek önlemler almaya çalışırken ( mesela Tayyip Bey’in, yurtdışındaki Türkiyelilerin oylarını toplamak için kendini Avrupalara atması; mesela Kürt halkının siyasal iradesine, sözde barış süreci kozuyla ipotek koyma çabaları) öte yandan ellerindeki büyük devlet ve medya olanaklarını sonuna kadar kullanarak toplumda yılgınlık ve teslimiyet psikolojisini yaygınlaştırma yöntemlerine hız verdiler.

Savaşta, düşmanı bozguna uğratmanın en etkili yolu karşı cephede çaresizlik, umutsuzluk, yılgınlık yaratmaktır. Bu amaca sıkı bir propaganda bombardımanıyla ulaşılır.  Savaşta değiliz ama ne yazık ki siyasal mücadele ülkemizde savaşa dönüşüyor, siyasal rakipler düşman olarak algılanıyor. Ve başta Erdoğan olmak üzere AKP kurmayları amaca ulaşmak için her yolu mubah sayan, siyasal etikten bîhaber, gerçekleri tahrif etmekten kaçınmayan vahşi bir psikolojik harekât yürütmekte çok başarılılar.

Bu psikolojik harekât, Erdoğan’ın şahsının ve partisinin iç ve dış hainlerin komplosuyla karşı karşıya bulunduğu, iç ve dış düşmana karşı “istiklâl mücadelesi (!) verdiği algısı üzerine kurulu. Erdoğan’ın hedefine ulaşmasının önünde engel sayılan bütün güç ve kurumlar, yasalar, hatta anayasa çiğnenerek bertaraf edilme tehdidi altında. Toplumun beyni; darbe anayasasının yetkileriyle sivil Evren olarak Köşk’e çıkmaya hazırlanan Tayyip Bey’in rakipsiz aday olduğu, muhalefet güçlerinin çabalarının gereksizliği, Erdoğan’a karşı çıkmanın hainlerle işbirliği anlamına geldiği,  kısaca Erdoğan’ın başkanlığının kaçınılmaz kader olduğu propagandasıyla yıkanıyor. Öyle ki, bu propagandanın kurmayları ve taşıyıcıları, Erdoğan’ın yandaşları, yalakaları, maşaları çıktıkları televizyon ekranlarında, yazıp çizdikleri köşelerde artık Çankaya’ya kimin çıkacağını değil onun yerine kimin Başbakan olacağını konuşuyorlar. Bizleri de bu tartışmalara yönlendiriyorlar.

 

Teslimiyetten kurtulalım

 

Son günlerde, en ummadığımız çevrelerde bile bu propagandanın etkili olduğunu; bezginliği aşan, yılgınlığa varan ruh halinin muhalefet çevrelerini ve her kesimden demokratları sardığını gözlemliyoruz. ‘Nasıl bir cumhurbaşkanı, nasıl bir ülke’ sorusuna benzer cevaplar veren (ve bu cevapları Tayyip Erdoğan profilini zerre kadar yansıtmayan) kişiler, çevreler, örgütler, ‘Peki bu zat’a, bu zihniyete mahkûm muyuz?’ sorusu karşısında boyun büküp sessiz kalıyorlar.

Hayır, mahkûm değiliz! diyorum ben. Tabii ki sadece ben değilim teslimiyete isyan eden, benim gibilerin sayısının çok, hatta bu zihniyeti geriletecek oranda olduğunu biliyorum. Adalet, eşitlik, özgürlük, barış için çabalamış; ölüme, işkenceye, mahpusluğa direnmiş, yılgınlığa teslim olmamış kuşakların yaşlı bir üyesi olarak bu çaresizlik havasına isyan ediyorum.

Bu ülkeyi, kendimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı, AKP’ye oy verenler dahil her eğilimden, her siyasetten, her ideolojiden insanımızı Erdoğan’da sözcüsünü bulan zihniyete teslim edecek miyiz? Cumhurbaşkanı, tanımı gereği cumhurun, yani öyle yüzde bilmem kaçın değil bütün halkın temsilcisidir; bu malûm kişiliğin bizi temsil etmesini kendimize yedirebilecek miyiz? Tabii ki hayır.

 

Peki o zaman...

 

Cumhurbaşkanlığı referandumunun iki turlu olması, olanaklar sunuyor. Her siyasal hareket referandumun birinci turunda kendi adayını gösterecektir ve göstermelidir. Muhalefetin en geniş kesimlerinin, sivil toplumun, Türkiye demokratlarının, Kürt halkının, barış, demokrasi, özgürlük talep eden herkesin üzerinde birleşebileceği bir aday çıkarılabilirse, bu adayın ikinci turda kazanmaması için hiçbir neden yok. Çünkü halkın çoğunluğu barış istiyor, özgürlük, adalet, demokrasi, eşit yurttaşlık istiyor. Bu özlemlerini taşıyan ve dile getiren bir cumhurbaşkanı istiyor.

Bu noktada en büyük (ve tarihsel) sorumluluğun, alternatifsizliğimizin ve bunun yarattığı teslimiyet psikolojisinin de başlıca sorumlusu olan CHP’ye düştüğünü en başta CHP’liler görmeliler. Çıkaracakları ya da destekleyecekleri aday parti içi çekişmelerin dışında kalabilmiş, siyasî-ideolojik cephelerin militanı olmayan, ayrımcı ve ayrıştırıcı değil Türkiye toplumunun çeşitli kesimlerini birleştirici kimliğe sahip biri olursa, kazanan sadece onlar değil hepimiz, bütün ülke olacak. Parti içi denge ve çekişmelerin ürünü bir aday ise, kendisi ve partisiyle birlikte hepimizi, bütün toplumu Erdoğangiller’e mahkûm edecek.

 

Kaybetmekten korkmayalım

 

Yılgınlık psikolojisinin insanlar üzerindeki etkisi, “Bütün bunlar çok doğru ama kazanamayız, boşuna çabalarız” cevabında yansıyor. Ne olmuş yani? İyinin, doğrunun, haklının, adaletin, özgürlüğün yenildiğine ilk kez tanık olmayacağız ki! Çağlar boyunca kaç kez yenildik biz, kaç kez kötü iyiye, zalim mazluma galebe çaldı. Ama her yenilgi daha iyi bir dünyaya, daha iyi bir ülkeye doğru küçücük de olsa bir adım yaklaştırdı insanlığı. Hem de çoğu kez umutlar yitirildiği anda.

Godot’yu Beklerken oyunundaki ünlü repliği hatırlamanın tam zamanı: “Yenil,  bir daha dene, bir daha yenil, daha iyi yenil.” Umutsuz bir söz değildir bu; aksine, yenilginin umudu öldürmediğine, insanın bitmeyen kendini aşma mücadelesine, yenilgiden ders almaya, ileri adım atmak için yılmadan yeniden denemeye atıf yapar. Yenilgiyi geleceğe yatırıma çevirmek mümkündür, örnekleri de çoktur. Siyasî hareketler ve kitleler zaman içinde zaferlerden çok yenilgilerden öğrenirler. Üstelik önümüzdeki somut olayda, cumhurbaşkanlığı referandumunda yenilgi neden kader olsun ki! Denemeye değmez mi? Kazanılmasa bile ilerde güçlü bir muhalefetin tohumları atılmış olmaz mı?  

Peki, parti içi kısır hesaplaşmalar, muhalefet saflarındaki tepişmeler, ufka bakmak yerine burnunun ucuna bakan dar görüşlülükler veya bireysel ya da kolektif çıkar hesapları yüzünden bu ülkenin halklarını, insanlarını Erdoğangiller zihniyetine teslim ve mahkûm etme günahının bedelini kim ödeyecek? Yenilgiyi baştan kabul edip denemeden bile teslim olmanın siyasal-tarihsel sorumluluğu nasıl yüklenilecek; hem de başarma ihtimali varken?

Kolları sıvamanın, yürekleri bilemenin, evrensel insan hak ve özgürlükleri paydasında buluşup kendimizi aşmanın zamanıdır. Üstelik vakit daralıyor, acelemiz var. Soru ortada: Denemeye var mısınız? Kazanmasak bile daha iyi, daha kitlesel, daha birlikli yenilmeye ve yenilgiyi ileri bir adıma, zafere dönüştürmeye hazır mısınız? Hiçbir şey olmasa bile kendi ruhumuzu, vicdanımızı temizleriz, kendimizle barışırız, arınırız.