Oya Baydar

21 Eylül 2011

Söz Konusu Barışsa Gerisi Teferruattır

Kulakların bomba, mayın, top, tüfek sesleriyle sağır; yüreklerin hasımlık...


Kulakların bomba, mayın, top, tüfek sesleriyle sağır; yüreklerin hasımlık, düşmanlık, çatışma söylemleriyle kararmış olduğu; aklıselimin ve siyasal basiretin akıl ve vicdan tutulması içindeki taraflarca terk edildiği şu günlerde bu yazı kimilerine yersiz ve zamansız gelecektir, biliyorum. Hele dün Ankara’nın göbeğinde, sivillerin öldüğü, yaralandığı patlamadan sonra...
Bu yazının yazıldığı saatlerde korkunç olay tam açıklığa kavuşmamış, failleri henüz kesinleşmemişti ama ilk bulgular bir terör saldırısı ihtimalini işaret ediyordu. Eğer böyleyse, “halk savaşı”, “özgürlük ve hak mücadelesi”, vb gerekçelerle haklı gösterilemeyecek, vicdanlarda aklanamayacak bu şiddet eyleminin -ve ardından gelebilecek benzerlerinin- yarattığı ortamda çözümden, uzlaşmadan, diyalogdan söz etmek mümkün mü? Çok zor ama, yine de cesaret edeceğim. 
Barış sözcüğünün sakız sanılıp biteviye çiğnendiği, ferahlatıcı tadını ve kokusunu giderek yitirip çürütüldüğü şu günlerde, taraflardan hiçbiri savaşın sona ermesi ve barışçı çözüm için fedakârlığı göze alacak basiret ve cesarete sahip değil, diye düşünüyorum. Okurları bıktırma pahasına tekrarlayacak olursam: cesaret, ölmek ve öldürmek değil yaşamak ve yaşatmaktır; bu konuda cesaret, barışı sağlamak için ne gerekiyorsa yapmaktır. 
“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” sözünü hiç sevmem. Söylenmişse bile, savaşın ortasında çok özel koşullarda söylenmiş olmalı. Vatan-millet-şehit edebiyatının temelindeki anlayıştır bu. 1915’teki Ermeni tehciri ve kırımının ardındaki; 1937-38’de Dersim’de bebek, kadın, çocuk, ihtiyar onbinlerce insanın katledilmesinin ardındaki; cuntaların, darbelerin, 12 Eylüllerin, Ergenekonların, v.b. ardındaki anlayıştır bu. Ölmeyi, öldürmeyi, düşman belleneni yok etmeyi, zulmü, baskıyı, hukuksuzluğu, temel hak ihlallerini, milletin bilincinde kutsallaştırılmış “vatan” kavramının ardına sığınarak meşrulaştırmaktır. Vatan yerine “cihat”ı koyun, “din”i koyun, “devrim”i, “ülkü”yü, “dava”yı, vb. koyun, fark etmez. Etmez, çünkü “teferruat” sayılan, yaşama hakkı başta olmak üzere insana, sizin benim gibi insanlara ilişkin olan herşeydir, yani aslolandır. Şehitlik edebiyatı ve yüceltmesi muktedirlerin kendi çıkar ve iktidarları uğruna ölüme ve yıkıma sürükledikleri insanlara sundukları afyondur. 
Söz konusu olduğunda gerisinin teferruat kalabileceği tek değer varsa, o da barıştır. Çünkü barış insan yaşamının, canlının, doğanın tahrip olmayacağı, şiddetin sona ermesiyle insanın acısının azalacağı bir ortam demektir ki böyle bir ortamın sağlanması için çabalarken “gerisi” yani gözden çıkarılması gereken şeyler, gerçekten de teferruat sayılır. 
MİT-PKK görüşmeleri gündemimize düştüğünden beri, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” zihniyetindekiler, işin özünü bir yana bırakıp teferruatla iştigal ediyorlar. Hükümet mi görüşmüş devlet mi? Başbakan görüşmedim dedi mi demedi mi? Bize neden haber verilmedi? Yalancısın, şerefsizsin. İspat et, sen ispat et... Neden başka bir ülkede görüşülmüş? Kim kaydetmiş, kim servis etmiş? Montaj var mı, yok mu? vb...

Doğruda dik durabilmek

Lafı hiç uzatmadan; alevler, ölümler, patlamalar arasında sesimi duyurmamın çok güç olduğunu bilerek söyleyeyim: Bu görüşmeleri kim, hangi merci başlatmış, kim yürütmüş, kim siyasi irade koymuşsa kutlanmalı ve desteklenmelidir. Çünkü söz konusu olan barıştır ve gerisi teferruattır. Ve yine bu görüşmeleri kim, hangi odaklar kesintiye uğratmışsa, cesaret gösterememiş de gerilemişse eleştirilmeli, kınanmalıdır.
Çeşitli konularda dik durmakla  övünen Başbakan Erdoğan’ın ve iktidarın şu günlerde dik durması gereken ilk ve tek konu Kürt sorununda barışçı çözümdür. Mesela, çözüme doğru zorunlu adım olan PKK ile görüşmelerin arkasında dimdik durmak, görüşmelerin ilerlemesini, müzakere aşamasına gelmesini sağlamak, eğer ki kesilmişse yeniden başlatmak, kamuoyundan saklamaya gerek duymadan sürdürmek gerçek bir dik duruş olur. Görüşmeler, patlayan bombalara, can alan mayınlara, provokasyonlara rağmen inatla, cesaretle devam ettirilmelidir. 

MİT-PKK Görüşmesinden Ankara’daki Patlamaya 

Ankara’daki son provokatif şiddet eylemiyle MİT-PKK görüşmelerinin ses kayıtlarının sızdırılması arasında bir bağ var gibi geliyor bana. Görüşme kayıtlarını kim sızdırdı bilemem. Söylentiler muhtelif. Kim sızdırmışsa amaç büyük olasılıkla AKP Hükümetini Kürt meselesi üzerinden yıpratmaktı. Gelin görün ki plan ters tepti. Benim izleyebildiğim kadarıyla, Hükümeti terörün destekçisi gibi göstermek için sızdırılmış olan bu kayıtlar, aksine AKP’nin kâr hanesine yazıldı. Çünkü Türkiye halkından yükselen ses ve çağrı, “Şu işi şiddetle, kanla, bire kadar kırarak bitir” den, hızla “Şu işi bitir de ister görüşerek, ister uzlaşarak bitir”e evrilmekte. Savaşın her türlü acısını yaşamış, kandan bıkıp usanmış, evlatlarını yitirmek istemeyen Kürt halkının çoğunluğu ise, “İşte görüşülüyor, çözüm aranıyormuş, bu şiddete ne gerek vardı?” diye düşünmeye başlıyor. 
Özetle; görüşme kayıtlarının sızdırılması, planlananın aksine Başbakan Erdoğan’ın işine yaramış, onun “İşte biz herşeyi göze aldık çözüm için ama...” söylemlerine güç kazandırmış görünüyordu. Plan ters tepince, büyük ve kanlı bir eylemle görüşmelerin olabilirliği havasının dağıtılması gerekiyordu ki Ankara’daki şiddet eylemiyle bu yapıldı. Bahçeligillerin “Teröre tavizin sonucu” diye nitelediği eylem, büyük olasılıkla etkili olacak, Hükümete geri adım attıracak, yani provokasyon amacına ulaşacaktır.
Oysa oyunu bozma imkânı hâlâ var. Anahtar da, o cesareti gösterebilirse Başbakan Erdoğan’ın elinde. 12 Eylül referandumunda aldığı yüzde 58 oyun bir yönüyle de Kürt açılımına destek ve “Hadi, korkma, yap!” anlamına geldiğini anlayamayan, anlasa bile oy hesapları ve mutlak iktidar tutkusuna yenilen Erdoğan, hiç değilse bu kez çözüme doğru her barışçı adımın kayıp değil kazanç hanesine yazıldığını kavrama basiretini gösterse. Cesaretin zart zurt etmek, burun sürtmek, imha ve kan dökmek değil, kimlerle gerekiyorsa hepsiyle görüşme ve müzakerelere kararlı şekilde yeniden başlama ya da sürdürme olduğunu kafasında ve yüreğinde duyabilse...
Bir adım atma cesaretini göstermek çok şeyi değiştirebilir. O adım, İmralı’daki Öcalan’la hem devletin hem de kendi örgütünün iletişim kanallarını hiç gecikmeden, hemen bugün açmaktır. İşe avukat görüşmeleriyle başlanabilir. Öcalan şu sırada sadece devletin değil aynı zamanda Kürt hareketi içindeki karışık savaş lobisinin de tutsağı durumuna getirilmiştir. Ve Öcalan, bütün olumsuz koşullara rağmen Kürt halkının “iradesi irademizdir” dediği lideridir. 
Dünkü kanlı eylemin ve benzeri saldırıların, atılması gereken - bir süre önce atılmasının planlandığını dışarı sızdırılan görüşme kayıtlarından  anladığımız- cesur adımları engellemek için olduğunu iktidar bir kez gerçekten kavrayabilse, savaşa hayır diyen ve çözüm bekleyen Türk ve Kürt halkının arkasında olduğunu da görecektir. Militarist, savaşçı, faşizan zihniyetin gürültücü bir azınlık olduğunu unutmamak gerek. 
Gerçek liderler tarihi adımlar atacakları zaman kitlelerin gerisinde veya tam hizasında kalarak oy toplayanlar değil, kitlelerin kendi cesur adımlarına ayak uydurmalarını sağlayanlardır. Başka bir deyişle, kimilerinden “ihanet” çığlıkları yükselirken “ söz konusu barışsa gerisi teferruattır” deyip gereğini yerine getirerek savaş çığlıklarını kitlelerin barış korosuyla bastırabilenlerdir. Şimdi dik durma ve cesur olma zamanı. Hem Kürt hem de Türk siyasal merkezleri ve liderleri için geçerli bu. Hodri meydan!