Oya Baydar

11 Ekim 2014

S.O.S! Acilen, herkes bir adım geriye...

Acı ama gerçek: barış ve çözüm süreci çok büyük yara almıştır.

Ne stratejistim, ne dış politika yorumcusu, ne terör uzmanı. Sadece olup bitenleri dehşetle, korkuyla, kaygıyla izleyen bir yurttaşım. Tarafsam; zayıftan, ezilenden, baskı görenden, barıştan ve ille de yaşamdan yana tarafım. Şu anda, Türkiye’nin dört bir yanında dört gündür sürmekte olan çatışmalarda ölü sayısı her geçen saat artarken, ölü canlarımızın, yaralı çocuklarımızın Türk mü, Kürt mü, PKK’li, HDP’li mi, Hüda- Par’lı mı, IŞİD sempatizanı mı, Polis mi, asker mi, gerilla mı oldukları hiç umurumda değil. Bu cinnet halinin sona erdirilmesi için, geç kalınmış da olsa acilen ne yapılabilir? Tek umurumda olan bu.

Bu noktaya “kifayetsiz muhteris” Erdoğan-Davutoğlu AKP’sinin, mezhepçi, yayılmacı, bir o kadar da hesapsız, basiretsiz Ortadoğu, özellikle Suriye politikalarıyla; Kürt meselesini zerre kadar anlamayan, çözüm sürecini Kürt halkına afyon niyetine yutturmaya çalışan siyasetleriyle geldik. Son üç haftadır, Rojava Kürtleri ve bütün Kürtler açısından simgesel değer kazanmış Kobane direnişine lafta kalmayan koşulsuz destek sağlansaydı, barış süreci ileriye doğru çok önemli bir adım atabilirdi. (Kimse teknik, diplomatik, falan filan bahaneler ileri sürmesin, Kobane’nin boşaltılması anlamına gelen insanî yardımı yeterli saymasın, herkes bunun mümkün olduğunu, hükümetin ise bütün yolları tıkadığını biliyor.) IŞİD’e karşı Kobane Kürtlerine verilecek destek Kürt halkının güvenini pekiştirir, süreci sabote etmek isteyenlerin silahlarını ellerinden alırdı. Yazık! Çok önemli bir barış fırsatı kaçırıldı.

Yarın daha da vahim noktaya tırmanabilecek toplumsal kaosun, can kayıplarının, iç çatışmanın birinci dereceden sorumlusu hiç tartışmasız kriz yönetimini beceremeyen hükümet, “PKK ile IŞİD” aynıdır zihniyetinin taşıyıcısı AKP iktidarıdır.

 

Kürt cephesine gelince

 

Ezidilerden sonra Kobane trajedisiyle karşı karşıya kalan Kürt halkının yerden göğe kadar haklı öfkesini, tepkisini, korkularını anlamayanlar, yüreklerinde duymayanlar, diken üstündeki Türkiye Kürtlerinin Rojava Kürtleriyle derin bağlarını bilmezden görmezden gelenler; son dört günde olup bitenleri emperyalist güçlerin planlarına, derin devlet provokasyonlarına veya Kürt siyasal hareketine ihale ederek bir kez daha teşhis hatası yapıyorlar.

Bir yandan çözüm süreci adı altında, ha şu seçim de geçsin, ha bu seçim de geçsin diye sürekli savsaklanan adımların gecikmesinin yarattığı güvensizlik ortamı ve hayal kırıklığı, öte yandan Kürt siyasal hareketini her fırsatta şeytanlaştırmayı, ötekileştirmeyi alışkanlık haline getirmiş AKP kurmaylarının sorumsuz beyanları ve politikaları bölgedeki birikimi bir süredir içten içe kabartıyordu. IŞİD saldırısı altındaki Kobane, patlama noktası oldu. Kobane ile dayanışma için sınıra koşanlara uygulanan devlet şiddeti, geçişlerin ve yardımların binbir bahane ile engellenmesi bardağı taşırdı.

Tarafsam, ki öyleyim, Kürt hareketinden yana tarafım. Öyle olduğum için de açık konuşmak istiyorum. KCK’nin, HDP’nin kitle tabanının psikolojisini, öfke birikimini hesaba katmadan Kürt siyasal hareketinin kitleyi sokağa çıkarma kararını anlayabilmek mümkün olmaz. Bu aşamada, hareket kendi kitlesinin basıncı altında kritik bir kararın eşiğine gelmişti: Kobane’nin düşmesini engelleyecek yardımların ulaştırılabilmesi için kitleleri sokağa çağırma, kitle gösterileriyle demokratik yollardan hükümeti etkileme kararı... Ne var ki böylesine kritik bir ortamda, sokağa çıkacak kitlenin büyük çoğunluğuyla çocuk yaşta, genç ve öfkeli yeni Kürt kuşağı olacağı, bölgedeki karşıt toplumsal güçlerin varlığı (IŞİD ve benzeri hareketlerin sempatizanları, Hizbullah, vb.), kitle gösterilerini şiddete başvurmak için fırsat sayan marjinal yapılar ve de en önemlisi pusuda bekleyen provokasyon odakları hesaba katılmadan (ya da göze alınarak) alınan bu karar, istenenin tam tersi sonuç vermiş görünüyor. Kandil’den gelen “şehirlerin bütün sokaklarını Kobani sokakları haline getirin” çağrısının ardından gelen kitle mobilizasyonu kararının provokasyonlara yol açmaması ve denetimden çıkmaması için yapılması gerekenlerin göz ardı edilmesi hafif deyimle basiretsizlikti. Bu kadar hassas, bu kadar kaypak bir ortamda kitleler ayaklandı mı, yani cin şişeden bir kez çıktı mı neler olabileceğini hesaplamak bu kadar güç müydü?

Büyük provokasyonlar tezgâhlanıyor, doğru. Ama bunca cana, bunca yıkıma, daha da önemlisi zar zor onarılmaya çalışılan barış ve kardeşlik duygularının kanda boğulmasına mâlolan şu üç beş günün vebalini provokatörlere, provokasyonlara yüklemek beni inandırsa da Türkiye halkını iknaya yeterli olur mu?

 

Hepimiz kaybettik

 

Bugüne gelinmesinde sorumluluk payı olanların tümü; ve de Kürtler, Türkler, bütün Türkiye hepimiz kaybettik. Neler kaybettiğimiz önümüzdeki günlerde daha açık görülecek. Çok kötümser ve abartık gelebilir ama barışçı çözümün en önemli yanı olan halklar arasında yüreklerde barış umudu onarılması güç bir darbe aldı. Meydanlara çıkan ve vuruşan gençlerin  henüz doğmamış oldukları 1970’lerin ikinci yarısını, 1990 başlarını yaşamış olan kuşaklar, bir ülkenin insanlarının birbirini kırmasının ne demek olduğunu, toplumsal kaos ortamlarının nereye vardıracağını iyi bilirler. Kitleler bir kez galeyana getirildiler mi, akıl ve vicdan ölür. Kitleler duyguları, öfkeleriyle davranırlar; örgütler ve devlet kurumları akılla, vicdanla davranmak zorundadırlar.

İktidar kaybetti: Bu ölçüde bir krizi çözmekte şiddetten başka çaresi, barış ve uzlaşma yeteneği olmadığı görüldü. Ortadoğu politikasının toptan iflası ayan beyan oldu. Bu, büyük zaaf ve yenilgi demektir.

Kürt hareketi kaybetti: Özellikle cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Demirtaş’ın üslubunda ve şahsında kazanılan güven ve sempati aşınmaya uğradı. Batı’nın zaten titrek ve tedbirli biçimde uzanan eli yanına düştü. Medyadan buram buram yükselen Kürt düşmanlığı, körüklenen şoven milliyetçi atmosfer bunda büyük rol oynadı.

 

Şimdi herkes acilen geri adım atmalı

 

Önceki gün, HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın basına ve kendi kitlesine seslenirkenki gerginliği yaşanan sıkıntıyı yansıtıyordu. Gerek HDP’nin gerekse KCK’nin her türlü provokasyona ve şiddete karşı uyarı ve itidal çağrıları önemliydi. İmralı’nın da telkiniyle dün çok daha vurgulu ve açık şekilde kitleleri sağduyuya çağırırken, kimi “keskin” çevreler bunu geri adım olarak niteleseler de, pimi çekilmiş bir ortamda tam tersine cesur ve ileri bir adımdı bu.

Ne yazık ki Cumhurbaşkanı ve Hükümet aynı sağduyuyu göstermeye kabiliyetleri ve niyetleri olmadığını; Kürt hareketini ve CHP muhalefetini vatan hainliğiyle, ahlaksızlıkla itham eden saldırgan üsluplarıyla, HDP’yi kriminalize eden tutumlarıyla, zaten islim üzerindeki halkı birbirine düşürücü söylemleriyle ve uyguladıkları devlet şiddetiyle gösterdiler. Oysa tek bir cümle ve tek bir adım sükûneti sağlamak için yeterli olabilirdi: “Kürt halkımızın duygularını anlıyoruz, Kobane için koridor açıyor ve Kobane’nin IŞİD çetelerine karşı direnişini destekliyoruz.” İktidar bu adımı atmaya cesaret etse Türkiye ve barış süreci kurtulabilirdi. Bu başarılabilse, geri değil aslında ileri adım atılmış olur, durum muhasebesi ilerdeki günlere ertelenebilir; yüzleşme, helalleşme süreci başlayabilir, çözüm çabaları kesintiye uğradığı yerden devam edebilirdi.

Acı ama gerçek: barış ve çözüm süreci çok büyük yara almıştır. Bunda en başta iktidar, ardından sürece samimiyetle sahip çıkmayan milliyetçi, ulusalcı muhalefet, Kürt fobisiyle gözleri bağlanmış kesimler, onların örgütleri olmak üzere, herkesin payı var. Bunda Kürt hareketinin, kendilerini haklıyken haksız duruma düşüren kimi hesapsız çıkışlarının ya da yanlış hesaplarının payı var. Derece derece hepimizin payı var.

S.O.S! “Düşük yoğunlukta” bir iç savaş tehlikesinin hiç de uzak olmadığı şu gergin ortamda, şimdi bütün kesimler, özellikle de AKP iktidarı için bir adım geri (aslında barışa doğru ileri) adım atma zamanı. Acilen ve cesaretle.