Oya Baydar

22 Temmuz 2023

Sayın Kılıçdaroğlu'na açık mektup: Seçmenle yaptığınız protokolu kimin namusuna teslim ettiniz?

En önemli protokol siyasetçinin kitlesiyle, seçmeniyle yaptığı protokoldur. Yazılı değildir ama siyasî namusun damgasını taşır. Seçmen, otoriter yönetimin totalitarizme, faşizme varmasını engellemek üzere size oy verirken şapkanızda sakladığınız umacıdan haberdar değildi. Özdağ'ın ifşa ettiği protokoldan haberdar olsaydım size ne oy verir ne de oy verdirmek için çabalardım

Başlıktaki soruyu Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde Sayın Kılıçdaroğlu'na oy vermiş bir seçmen olarak sorma hakkını kendimde buluyorum.

Kendimi fena halde kandırılmış, oyuna getirilmiş hissediyorum. Hayır; kazanamadığınız için değil; seçimlerin birinci turundan önce yazdığım yazılarda da kazanmama ihtimaliniz olduğunu, umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini Murphy yasalarına gönderme yaparak yazmıştım. Bu yüzden, yenilginiz sonrasında da ne moralim bozuldu ne de size saldıranların kervanına katıldım. Eğer Cumhurbaşkanı olsaydınız elinizi eteğinizi öpecek bazı kişilerin size karşı yaptıkları haysiyet cellatlığına da hep karşı çıktım.

Sizi desteklememin nedeni, demokrasi özürlü Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırma vaadinizdi; bütün eksiklerine hatalarına rağmen 6'lı Masa'yı kurup zaman zaman bağrınıza taş basarak da olsa sürmesini sağlayabilmenizdi; Alevi olduğunuzu açıklayarak bir tabunun kırılmasına cesaret etmenizdi; kendi partinizin ilerisinde bir imaj vermeniz ve partiyi de ilerletebilme umudu yaratmanızdı.

14 Mayıs- 28 Mayıs arasında, Dr. Jekyll'in adım adım Mr. Hyde'a dönüşmesini izledik. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile; buram buram göçmen düşmanlığı, Kürt düşmanlığı kokan, 6'lı Masa protokollerinde dahi demokrasi adına karşı çıkılan kayyım uygulamasını meşrulaştıran bir ittifaka girdiğiniz açıklandığında, bu işe "iyi saatler olsunlar"ın (derin odakların) karıştığını, bir planın uygulanmakta olduğunu düşündüm. Hem ülkem hem de sizin adınıza üzüldüm.

Derin devletin ırkçı güvenlikçi faşizan kanadının önde gelen temsilcisiyle son anda yaptığınız seçim ittifakı, iki yıllık vaadlerinizin, demokrasi söyleminizin, insan haklarına saygılı, eşit yurttaşlık temelinde özgür bir ülke doğrultusunda yarattığınız umudun açık inkârıydı. Dokunulmazlıklar konusunda, "Anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama evet diyeceğiz" sözünü size kim, hangi güç söyletmişse en kritik anda yine sopasını sallamıştı. Ve siz fabrika ayarlarına dönmüştünüz.

Bunu, ne pahasına olursa olsun seçimi kazanmak için mi yaptınız, bilmiyorum. Sanmıyorum, çünkü bu tercihinizle oy kazanamayıp kaybedeceğinizi bilmeyecek kadar toy bir siyasetçi değilsiniz. Son gelişmeler, büyük planın parçası olmayı zor veya tehditle ama bile isteye kabul ettiğinizi gösteriyor.

Özdağ, tam da partinizin büyük sarsıntı geçirmekte olduğu, parti başkanlığınızın tartışıldığı şu günlerde aranızda yazılı bir protokol olduğunu açıkladı. Bu gizli protokola göre seçimleri kazanmanız halinde İçişleri Bakanlığı dahil üç bakanlık ve MİT Zafer Partisi'ne verilecekmiş. CHP sözcüsü bu açıklamayı reddetti ama Özdağ CHP yönetiminin bu konudan haberdar olamayacağını çünkü protokolun Kılıçdaroğlu ve kendisi arasında kayda alınıp imzalandığını söyleyerek meseleye açıklık getirdi. İddia o kadar vahimdi ki, çoğumuz inanamadık. Konuşmanızı, Ümit Özdağ'ın iddiasını reddetmenizi bekledik. Bir süre sonra bir televizyon programında konuştunuz, açıklamada bulunamayacağınızı söylediniz. Ve iddiayı reddetmek yerine "Özdağ ile protokol ikimizin namusuna teslim edildi," dediniz.

Size oy veren, oy vermekle kalmayıp gecesini gündüzünü sizin kazanmanız için seferber eden, sandıkları bekleyen, saldırıya uğrayan, vaadlerinize kanan ve umut besleyen 25 milyon insanın bu sözleri duyduğunda ne hissettiklerini bilmiyorum ama kendimden hareketle tahmin edebiliyorum: Kandırılmışlık, aldatılmışlık, hiçe sayılma…

Şimdi size soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu: Irkçı faşizme geçiş protokolunu Özdağ'ın ve kendinizin namusuna teslim etmişsiniz. Size oy veren biz seçmenlerin siyasî namusunu, oy namusunu kime teslim ettiniz? Bizler size onay verirken Tekadam rejiminin faşizan gidişatına karşı demokrasi için, özgürlükler için, içeride ve dışarıda barış umudu için, kin ve nefret ortamının aşılıp toplumun normalleşmesi için gittik sandık başına. Ya bir de oylarımızla kazansaydınız ve protokola sadık kalarak mesela İçişleri Bakanlığı'nı, mesela Milli Eğitim veya Savunma Bakanlığı'nı Özdağgiller'e verseydiniz… Türkiye'de ırkçı faşizmin tahkiminde bizlerin, size oy vermiş olanların da suç payı olacaktı. İyi ki kazanamadınız!

Bu ülkeye faşizm lazımsa gül gibi(!) Devlet Bahçeli'miz, Dünya Lideri Sultanımız varken derin devletin ırkçı güvenlikçi kanadının piyasaya sürdüğü yeni temsilcilere ne ihtiyacımız var! Bari bunların huyunu suyunu biliyoruz.

İki yıl imanımızı gevreten seçim tantanasını ne uğruna yaşadık! Zaman zaman içimiz yanarak, bağrımıza taş basarak, olumlulukları öne çıkarıp olumsuzlukları görmezden gelerek sizi desteklememize ne gerek vardı?

En önemli protokol siyasetçinin kitlesiyle, seçmeniyle yaptığı protokoldur. Yazılı değildir ama siyasî namusun damgasını taşır. Seçmen, otoriter yönetimin totalitarizme, faşizme varmasını engellemek üzere size oy verirken şapkanızda sakladığınız umacıdan haberdar değildi. Özdağ'ın ifşa ettiği protokoldan haberdar olsaydım size ne oy verir ne de oy verdirmek için çabalardım.

Allak bullak olmuş partinizde değişimin tartışıldığı şu günlerde, genel başkanın kim olacağından çok sizi de tornasından geçirmiş fabrika ayarlarının gözden geçirilmesi gerekiyor. Parti ve sizin gibi genel başkanlar derin devlet odaklarının etkisinden kurtulmadıkça, kendi içinde de zaman zaman çatışan, değişen kanatların derin planlarının piyonu oldukça, İttihat Terakki'den Cumhuriyet'e, oradan bugüne gelen kanla yazılmış kırmızı çizgilerin izlerini silemedikçe Ali'nin gidip Veli'nin gelmesiyle, içi boş değişim gevezeliğiyle ne partiniz ne de Türkiye kurtulabilir.

İdama götürülürken, "Ha bu da bana ders olsun" diyen Temel'e benzetiyorum kendimi. Ha bu da bana bir ders olsun!

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)